İlahi Yardım Nasıl Gelir?

Kur’ân-ı Kerîm’de müminler için çok önemli olan iki vasfa dikkat çekilir. Bunlar sabır ve takvâdır. Acaba Rabbimiz bizden niçin ısrarla sabır istiyor? Sabır ve takva ne kazandırır? İlahi yardımlar hangi şartla gelir?

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de bizim için çok önemli olan iki vasfa dikkat çeker ve birçok âyette bunları farklı şekillerde tekrar eder. Bunlar sabır ve takvâdır.

ACILARIN EN TESİRLİ İLACI

Dünya bir imtihan yurdudur ve meşakkatlerle doludur. Burada fakirlik de bir imtihandır zenginlik de, rahat da imtihandır sıkıntı da, hayat da imtihandır ölüm de. Bu acıların en tesirli ilacı ise hiç şüphesiz sabır ve takvâdır. Sabır, nefsi telâştan, dili şikâyetten, uzuvları çirkin davranışlardan koruma, sükûneti muhafaza etme, Allah’tan başkasına şikâyette bulunmama hâlidir. Takvâ da Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşamaktır. Sabrın başı acıdır ama sonu çok tatlı gelir. Takva baştan yorucudur ama sonunda ebedî rahatlık verir. Allah müttakī kuluna ummadığı yerden rızık verir, beklemediği yerden çıkış yolları açar. Allah takvâ sâhibi kuluna yeter, her işine kolaylık verir, seyyiâtını affeder, ecrini büyük kılar.[1] Bu sebeple sabır ve takvâ, Allah’ın emrettiği, hayatın her alanında bizden kesinlikle istediği ve elde etmek için azimle çalışmamız gereken en hayırlı iki vasıftır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, azmedilecek işlerdendir.” (Âl-i İmrân, 186)

Başa gelen imtihanlara ve din düşmanlarının eziyetlerine karşı sabretmeli ve başkalarından yüz çevirip bütün varlığımızla Allah’ın korumasına girmeli, takvâya sarılmalıyız. İşte bu sabır ve takva, azmedilmesi lâzım gelen şerefli, faziletli, mühim işlerdendir. İmtihanda muvaffakiyet bununla olacaktır. Dolayısıyla bunları elde etmek için yarışmalı ve dünyanın geçici menfaatine aldanan ahlâksızlar gibi olmamalıdır.

Müfessir Fahreddîn er-Râzî şöyle der: “Kötülüğe, aynıyla karşılık vermek, kötülüklerin artmasına sebep olur. Bundan dolayı Allah Teâlâ, dünya zararlarını azaltmak için sabrı, âhiret zararlarını azaltmak için de takvâyı emretmiştir. Bu durumda âyet-i kerime, dünyâ ve âhiretin tüm âdâbını öz olarak ifâde etmektedir.”[2]

ALLAH NEDEN SABRETMEMİZİ İSTER?

Aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Acaba Rabbimiz bizden niçin ısrarla sabır istiyor? Çünkü insana az bir bilgi verilmiştir, işin önünü, sonunu ve arka planını bilemez, perde arkasından haberi olmaz. Bu sebeple hâdiseleri yanlış değerlendirip hatalı kararlar verebilir. Hâlbuki Rabbimiz bizim için dâima hayırlı olanı murad eder. Bu sebeple insanın yapacağı en hayırlı iş gerekli tedbirleri aldıktan sonra sabretmesi ve takvaya sarılmasıdır.

Diğer bir husus da insanın aceleci yaratılmış olmasıdır. Aceleyle verilen kararlarda ve yapılan işlerde hata ihtimali yüksek olur. İnsanın bu zaafını telâfî edecek olan da sabır ve takvadır.

İnsan bazen bütün gayretiyle çalışır ama maksadına ulaşamadığını, başarılı olamadığını düşünür. Burada da sabır ve takva gerekir. Zîrâ bir insanın usûlünce çalıştıktan sonra emeklerinin boşa gitmesi mümkün değildir. Bunu Hz. Yûsuf’un hayatında görüyoruz. O mâsum bir çocuk iken nice imtihanlara mâruz kaldı, başına büyük belâlar geldi. Ama o “maʻâzallah” diyerek günahlardan Allah’a sığınıp ihsan üzere güzelce gayretine devam etti. Sonunda hangi makama yükseldiğini hepimiz biliyoruz. Bunu kendisi şöyle ifade ediyor:

“(Kardeşleri) ‘Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun?’ dediler. O da: ‘(Evet) ben Yusuf’um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Çünkü kim takvâ üzere olur ve sabrederse, şüphesiz Allah ihsân sahiplerinin mükâfatını zayi etmez’ dedi.” (Yûsuf 12/90)

Taberî’nin tefsirine göre kim Allah’ın farzlarını edâ edip günahlardan kaçınarak Allah’ı gözetir, musibet esnasında Allah’ın haram kıldığı söz ve fiillerden kendini tutarsa Allah onun itaatini karşılıksız bırakmaz.[3]

Sabır ve takvâ en fazla düşman karşısında lâzım olur. Düşmanın eziyetleri, hîle ve desiseleri ve saldırıları karşısında sabır ve takvâ silahını kuşanmak gerekir. Âyet-i kerimelerde bu durum şöyle vurgulanır:

“Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah’a karşı takvâ sâhibi olun ki başarıya erişebilesiniz.” (Âl-i İmrân, 200)

“…Eğer sabreder ve takvâlı olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân, 120)

Yani Allah’ın emirlerine uymaya sabırla devam eder ve günahlardan sakınırsanız Allah size yardım eder ve düşmanlarınız size zarar veremez. Allah Teâlâ bu âyette düşmanın tuzaklarına karşı kendisinden sabır ve takva ile yardım istememizi öğretmektedir.[4] O, yardımını ve düşmanın zararını def etmeyi sabır ve takva şartına bağlamıştır. Bu bir sünnetullahtır. Aynı şart şu âyet-i kerîmede daha açık bir şekilde ifade edilmektedir:

“Evet, siz sabır gösterir ve takvâ sahibi olursanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.” (Âl-i İmrân, 125)

Bizden istenen düşmana karşı sabırla mücadele etmek ve Allah’a itaatkâr olmaktır.

Diğer âyetlerde de Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz. Allah ve Rasûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 45-46)

Yani, ey mü’minler düşmanla karşılaştığınız vakit sebat ediniz ve Allah’ı çok zikrediniz, kalben ve lisânen çok çok zikrullah ile kuvvet alınız ki felah bulabilesiniz. Yoksa gālip bile olsanız sevâba eremezsiniz. Bütün işler sonunda Allah’a döneceğinden hiçbir şey insanı zikrullahtan alıkoymamalıdır. Felah buna bağlıdır.

Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmek ve sabır… Allah bu vasıflara sahip olan kullarıyla beraber olduğunu bildiriyor. Allah bir kuluyla beraber olunca artık korku ve endişeye mahal yoktur.

Dipnotlar:

[1] et-Talâk 65/2-5. [2]Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, IX, 105. [3] Taberî, XVI, 244. [4] Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 408.

Kaynak: Murat Kaya, Altınoluk Dergisi, Sayı: 446

İslam ve İhsan

ALLAH’IN YARDIMI NASIL GELİR?

Allah’ın Yardımı Nasıl Gelir?

ALLAH'TAN NASIL YARDIM İSTENİR?

Allah'tan Nasıl Yardım İstenir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.