İlim ve Sanat Nasıl Gelişir?
Güzelliklerin görülmesi ve değerlendirilmesi, yeni güzelliklerin ortaya çıkmasına vesîle olurken, görülmemesi var olanların bile yok olup gitmesine sebep olur. Teşekkür, nimetleri ve güzellikleri artırıp geliştirirken, nimeti görmezden gelme anlamındaki nankörlük ise acı sonuçlar doğurur.
Yahya Kemâl’in “Yedi yüz yıllık hikâyemiz”i ihtiyar çınarlardan dinlediğini söylediği Türk mûsikînin üstadlarından Itrî, “Na’t-ı Mevlânâ” adlı muhteşem eserini bestelediği zaman, Sultan III. Ahmed kendisini saraya davet etti ve şerefine görkemli bir şölen verdi. Sofracıbaşı, elinde altın kapaklı bir sahanı kendi önüne koydu. Fakat III. Ahmed “Bu yemeği özel olarak üstad için hazırlamıştım, onun önüne koyun.” emrini verdi ve sanatkâra sahanın kapağını açmasını ricâ etti.
Itrî kapağı açınca gözleri kamaştı. Çünkü sahanın içi zümrüt, elmas, yakut ve zebercet gibi değerli taşlarla doluydu. Bu zarif iltifat karşısında Itrî heyecanlandı ve “Padişahım, fakir böyle iltifatlara layık değildir.” diyerek büyük bir mahcubiyetle hürmetini arzeyledi.
Bunun üzerine III. Ahmed içini çekti ve şunları söyledi: “Bu mücevherlerin sizin eserlerinizin yanında ne kadar değersiz olduğunu bilmez değilim. Bir padişah olarak bundan değerlisi bende yok. Sizler Allah’ın en sevgili kullarısınız ki, eserleriniz dünya durdukça pâyidâr olacaktır. Sizlere o ilahi ihsanların yanında ne verilirse cüce kalır.”[1]
Güzelliklerin görülmesi ve değerlendirilmesi, yeni güzelliklerin ortaya çıkmasına vesîle olurken, görülmemesi var olanların bile yok olup gitmesine sebep olur.
Teşekkür, nimetleri ve güzellikleri artırıp geliştirirken, nimeti görmezden gelme anlamındaki nankörlük ise acı sonuçlar doğurur.
Büyüklere ihsan ve ikram yakışırken, küçüklere de beklentisiz olmak ve göz ve gönül tokluğu yakışır.
[1] Mustafa Armağan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, s. 146.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları