İlk Örnek Aile

İslam’ın ilk ailesi hangi ailedir, nerede kurulmuştur? Aile hayatı nasıl cennete dönüşür? Ailenin en büyük düşmanı nedir? İslam’da ilk örnek aile...

İnsanlığın ilk ailesi Hz. Âdem babamızın Havva validemiz ile kurduğu aileydi. İnsanlığın kendisinden neşet ettiği bu ailenin hikâyesi ve serencamı kıyamete kadar devam edecek bir ibretler meşheridir. İlk ailenin hikâyesini öğrenmemiz önemlidir, çünkü o iki insanın kaderinden hepimiz hisse aldık. O hikâye, dünya hayatındaki yolculuğumuzun şifrelerini içerir. Bu şifreleri öğrenmek ve bilmek baht ya da bahtsızlığın kodlarını bilmek ve çözmek demektir. Modern dünyada aile kurmak ya da kurulu aileyi sürdürmek derdi olanlar eğer iki dünyada saadet istiyorlarsa Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın aile hayatında yaşadıklarını, nerede sürçüp nerede doğrulduklarını, dostlarını ve düşmanlarını bilmek zorundadırlar.

AİLE CENNET PATENTLİDİR

İslam’ın ilk ailesi cennette kurulmuştur. Dolayısıyla aile cennet patentli bir birlikteliktir. Eşlerin birbirleriyle ünsiyet edip gönül huzuru bulmaları cennete benzer bir nimettir. Huzurlu aile yuvası dünyada cenneti yaşatır. Huzur olmayan bir aile ise sanki azaptan bir şubedir, çünkü cennetin olmadığı yer cehennemdir. Aile ya cenneti ya da cehennemi yaşatır, dahası orada yaşananlar cenneti getirebilecek ve cennette de devam edecek bir birliktelik ya da sonu cehennem olabilecek bir eziyettir. Cennet sevdiklerimizle yaşadığımız ve tattığımız, cehennem ise tek başına azap görülen bir yerdir.

AİLE SINIR KOYAR

Aile hayatı nasıl cennete dönüşür? Cenneti cennet yapan, sahibinin koyduğu kurallardır. Aile hayatının cennete dönüşmesi, sınırlara riayetledir. Aile; hayatın, ilişkilerin ve muamelenin sınırlarını belirler. Bu da yine cennet patentli bir özelliktir: “Ey Âdem dedik, sen ve eşin cennete yerleşin, orada olandan istediğiniz gibi bol bol yiyin, yalnız su ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz.” (Bakara, 35) Ailenin kendine mahsus nimetleri yanında zalimlerden olmaya götürecek tehdit alanı Allah’ın koyduğu sınırların dışına çıkmaktır. Aileyi aile yapan sahip olduğumuz ve onunla hukukumuz kadar, bu sahipliği ortaya çıkarttığı sınırlamalara riayettir. Bir diğer ifade ile ailenin kimliği, belli nimetlere kavuşmaktan daha ziyade söz konusu nimetlere ilişkin sınırımızın belli olması ile ortaya çıkar.

MAHREMİYET EN BÜYÜK İMKÂNDIR

Ailenin en fârik vasfı mahremiyetidir. Modern zaman sınırsız şeffaflığı körükleyerek mahremiyeti gereksiz ve mesnetsiz bir yere taşımaya çalışıyor. Mahremiyetin kalktığı yerde insanın biricikliği örselenir. Göz kirlendi mi özdeki göz görmez olur. Tenin ihtiyaçları tek ihtiyaç haline gelir. Bu, hayvandan daha aşağı bir derekeye düşmektir. Hâlbuki aile, insanın ten ihtiyacını giderirken ruhunun penceresini açık tutmasına imkân sağlar. Böylece o öz hakikatini muhafaza eder.

Âdem babamız ve Havva annemize yasak ağaca yaklaşmamaları buyurulmuştu. Şeytanın kandırmasıyla bu fiili işlediklerinde çırılçıplak kaldılar. Yasak ağaca yaklaşmanın bedeli mahremiyetin ortadan kalkmasıdır. Mahremiyet ailenin en büyük imkânıdır. İnsan mahremiyetle asalet kazanır. Faş eden, saçıp döken ve umarsızca paylaşan süflileşir. Şeffaflık modern zamanın en tehlikeli tuzağıdır. Aile insana kimlik veren mahremiyet hissinin kaynağı ve muhafızıdır. Mahremiyetini yitiren aileyi aile yapan temeli yitirir. Allah’ın sınırlarının korunmadığı bir aile yasak ağaca yaklaşmıştır.

TÖVBE VE TAKVA

Ailenin fertleri Allah’ın sınırlarını ihlal ettiğinde insicam ve ahenk bozulur. Bunun ilacı tövbedir: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz” (A’râf, 23) diye yalvarmak ilk örnek ailenin fıtrat ayarlarına dönüşünün vesilesi olmuştu. Bu dua ile işaret edilen kulluk kıvamı, bugün de Rabbimizin istediği bir ailenin toparlanış şartıdır. Sonra gereken takvadır: “Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise bahşettik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır.” (A’râf, 26)

İslam ailesi, Allah’a iltica ve ibadetin iklim haline geldiği bir ailedir. Bu ailede her iş ve muamele ilahi koruma altındadır, çünkü ilahi ölçüler gözetilerek yapılır. Temel, takvadır. Takva ise kılı kırk yararak yaşamak, her an düşecekmiş gibi bir korku ile teyakkuzda durmaktır. İlahi ölçülere uymanın getirdiği hassasiyet bütün duyguların önüne geçmiştir. Muhabbet ve merhamet bile bu ölçülerin kıstasında değerlendirilir. Velayetini üstlendiklerimize yönelik sevgimiz ve merhametimiz, onların yaratıcısının muhabbet ve merhametinden daha fazla olamaz. İlahi muhabbet ve merhamet ilahi ölçülerde, hususiyle de En Güzel İnsan Peygamberimiz Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellemin hayat tarzındadır.

AİLENİN EN BÜYÜK DÜŞMANI

Ailenin en büyük düşmanı şeytandır. Düşman bizi evimizden etmiştir. Şimdi de çabası tekrar oraya dönemememiz içindir. Havva annemiz ve Âdem babamız, kendilerini ebedi esenlik yurdundan çıkarttıran o azılı düşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu ve ona nasıl davranmaları gerektiğini bedeli yüksek bir dersle öğrenmişlerdir: “Şeytan onların (Hz. Âdem ve eşinin) ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları cennetten onları çıkardı.” (Bakara, 36) O günden sonra onlara düşen de düşmana düşmanlık etmektir: “Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fatır, 6)

Aile hayatı, düşmanın bozmak için en çok gayret sarf ettiği nimettir. Bu nasıl ilk ailede böyle tecelli etmişse sonra kurulacak her aile de böyle olacaktır, her yeni aile düşmana hedeftir. Düşman pusudadır, aile fertlerini aldatmak ve bozmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaktadır: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana ve babanıza (vesvese vererek) avret yerlerini kendilerine gös­termek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın! Çünkü o ve arkadaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görmektedirler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (A’râf, 27)

ZÜRRİYET İMTİHANDIR 

Ailenin meyvesi evlattır. Bu ise ayrı bir imtihan alanıdır: “Sizi bir tek candan yaratan, kendisiyle mutlu olsun diye ondan da eşini yaratan O’dur. Erkek eşiyle beraber olunca kadın hafif bir yük yüklenir, onu bir süre taşır; hamileliği ağırlaşınca rableri olan Allah’a şu sözlerle yakarırlar: “Andolsun, bize kusursuz bir çocuk verirsen kesinlikle şükredenlerden olacağız! Fakat Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, Allah’ın kendilerine verdiği bu nimet hakkında (sanki nimeti veren Allah değilmiş gibi) O’na ortaklar koşarlar. Allah, insanların ortak koştuğu şeylerden münezzehtir.” (A’râf, 189-190) Çocuklarımız gözümüzün aydınlığı nimetlerdir. Ama bizim evladımız olmaktan önce onları bize veren Allah’ımızın kullarıdır. O isterse anne babası olarak bizi aradan çıkarır, bize muhtaç olmadan kulluğuna lâyık bir hayata muvaffak kılabilir. O yüzden evlat sevgisine emanet hissi eşlik etmeli, Rabbimizin bizleri kendisine daha güzel kul olsunlar diye evladımız için muvakkaten vazifeli kıldığı düşüncesi asla akıldan çıkarılmamalıdır.

BİR AYET BİNBİR DERS

“Ey insan sen Rabbine varan yolda çabalayıp durmaktasın, nihayet O’na varacaksın.” (İnşikak, 6)

Biz Rabbimizden geldik, yine O’na döneceğiz. Asıl yurdumuz cennettir. Dünya hayatı bir fırsattır. Bu fırsatı iyi değerlendirenler cennete dönüş biletini alacaklar. Aksi takdirde ebedi hayat, acı bir azap olacak.

İlk anne ve babamız cennetten indirildikten sonra bir müddet birbirlerini göremediler. Buluşmaları Arafat’ta oldu. Oradan bir yürüyüşe başladılar. Şimdi zürriyetleri olan bizler bu yürüyüşü devam ettiriyoruz. Varacağımız yer indirildiğimiz yerdir. Orası Allah’ın bizim için tahsis ettiği ebedi yurdumuz cennettir.

Yol tekin değildir, düşman pusu kurmuştur. Onu fark etmek ve taşlamak gerekir. Hacıların Arafat’tan Allah’ın evi Kâbe’ye yürüyüşleri Âdem babamız ve Havva annemiz ile başlayan yürüyüşün, dünya hayatının bir temsilidir. O yolu zahmetle kat etmek, yolda bizi görmediğimiz yerlerden gözetleyen düşmanı taşlayarak düşman edinmek, yeri geldiğinde nefsi kurban etmek ve nihayet Allah’ın evine ermek hepimizin kat edeceğimiz güzergâhımızdır.

Yol birlikte yürünür ama hesap tek başına verilir. Turnikeden geçiş tek tektir. Tek başımıza yaratıldık. Tek başımıza olduğumuzu idrak ettik. Önümüzde aşılması gereken bir yol var, bunu tek başımıza aşabilir miyiz? Belki… Ama herkes bilir ki yol arkadaş ile kolaydır. Yola yoldaşıyla, dostlarıyla koyulanın zahmeti az olur.

Yoldaş, dar mânâsıyla aile, geniş mânâsıyla sadık dostlardır. Aile olmak, evvela yolculuğun ne ve nereye olduğunu fark etmektir. Güzergâh konusunda anlaşamayanlar birbirlerinin refiki olamazlar. Yol çetindir, düşmanın nerede ve nasıl tuzaklar hazırladığı belli değildir. Yoldaşlarımız yolculuğun zorluğunu beraber aştıklarımızdır. Zorluğu aşamayıp, üstüne üstlük bir de birbirine zorluk olanlar ne aile olabilir, ne de yolun sonuna varabilir.

Aile, Rabbimize varan yoldaki çabamızı kolaylaştıran bir nimettir. Daha doğrusu aile, Rabbimize varan yoldaki çabamızı kolaylaştırdığı ölçüde nimettir. Bizi yoldan çıkaran, hedefimize varma çabamızı sekteye uğratan her birliktelik yolda pusu kurmuş bekleyen düşmana yardımcı olmak anlamına gelecektir.     

Dünya hayatı, Rabbimize varmak için çabaladığımız bir yolculuktur. Bu yürüyüş, kitabımız sağ elimize verilinceye kadar devam edecek. Kitabı sağından verilenin hesabı kolay geçecek. Hesabı kolayca geçen ise sevinç içinde yakınlarına, ailesine dönecek. Rabbimiz hepimize nasip eylesin.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 451

İslam ve İhsan

YERYÜZÜNDE KURULAN İLK AİLE YUVASI

Yeryüzünde Kurulan İlk Aile Yuvası

EN HUZURLU AİLE YUVASI

En Huzurlu Aile Yuvası

AİLE YUVASI HANGİ TEMELLER ÜZERİNE KURULMALIDIR?

Aile Yuvası Hangi Temeller Üzerine Kurulmalıdır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.