İlk Seriyyeler ve Gazveler

Seriyye ve gazve ne demektir? İlk seriyyeler nerede, ne şekilde ve kime karşı yapılmıştır? Peygamberimiz seriyye denilen küçük askeri grupları hangi amaçla kullanmıştır? İlk seriyye komutanı kimdir? Peygamber Efendimiz’in ilk katıldığı gazve hangisidir? İşte ilk seriyyeler ve gazveler...

İslam tarihinde gerçekleşen ilk seriyyeler ve gazveler...

SERİYYE VE GAZVE NE DEMEK?

Seriyye, Hazret-i Muhammed (s.a.v.) döneminde, Peygamber Efendimiz’in bizzat katılmadığı askeri harekatlardır.

Gazve, Hazret-i Muhammed’in (s.a.v.) kumandan olarak bizzat katıldığı savaş demektir.

Peygamber Efendimiz, Medîne’deki Müslümanları rahatsız eden, umre yapmalarına mânî olan ve münâfıkları mü’minler aleyhine kışkırtan Mekkelilerin, Sûriye’ye gittikleri ticâret yollarını keserek[1], onları ticârî ve iktisâdî bakımdan sıkıntıya düşürmek sûretiyle Müslümanlar aleyhine güçlenmelerine mânî olmak istedi.[2]

İLK SERİYYE KOMUTANI

Allâh Resûlü, bu maksatla hicretten yedi ay sonra Ramazan ayında Hazret-i Hamza’nın maiyyetine 30 Muhâcir vererek Sîfü’l-Bahr’a[3] gönderdi.

Şam’dan Mekke’ye dönen ticâret kervanı 300 süvârînin himâyesinde Sîfü’l-Bahr’a gelmiş bulunuyordu. İçlerinde Ebû Cehil de vardı. Çarpışmak için saf bağlandığı esnâda, iki tarafın da dostu ve müttefiki olan Mecdî bin Amr araya girerek tarafları çarpışmaktan vazgeçirdi. Allâh Resûlü, Mecdî’nin arabuluculuk yapıp çarpışmaya mânî olmasından memnun kaldı ve bu husustaki başarısını takdîr buyurdu. Onun gönderdiği elçilere de elbiseler hediye etti.[4]

İSLAM TARİHİNDE İLK OK ATMA ŞEREFİ

Peygamber Efendimiz, hicretin 8. ayının başında Şevvâl ayı içinde Ubeyde bin Hâris’i (r.a.) aynı maksatla Râbığ’a[5] göndermişti. Maiyyetinde 60 veya 80 kadar Muhâcir vardı.

Kureyşliler, Ebû Süfyân’ın kumandası altında 200 kişi idiler. Çarpışmak için ne saf bağladılar, ne de kılıç sıyırdılar. Ancak, aralarında hafif bir çatışma ve ok gösterisi yapıldı. Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.), o gün ilk oku attı ve İslâm’da ilk ok atma şerefine nâil oldu. Müşrikler, Müslümanlara yardımcı kuvvetler geleceğini sanarak korktular ve iki taraf birbirlerinden ayrıldı.

Müslüman oldukları hâlde o güne kadar Allâh Resûlü’nün yanına gelmeye muvaffak olamayan Mikdad bin Amr ile Utbe bin Gazvan, arzularına nâil olmak ümîdi ile müşriklerin yanına katılıp yola çıkmışlardı. Müslümanları görünce, müşriklerden kurtularak mü’minlerin safına geçtiler. [6]

Resûlullâh hicretin 9. ayının başlarında Zilkâde ayında Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı (r.a.) 8 veya 20 kişi ile Harrâr’a[7] gönderdi.

Hazret-i Sa’d şöyle anlatır:

“Resûlullâh bana:

«−Ey Sa’d! Harrâr’a varıncaya kadar git! Çünkü Kureyşlilerin kervanı oradan geçecektir.» buyurdu.

Gündüzleri gizlenip geceleri yürüyerek yol aldık. Beşinci günün sabahında oraya vardığımızda kervan bir gün önce geçmişti. Allâh Resûlü Harrâr’dan ileri geçmememi emretmişti. Böyle olmasaydı belki onlara yetişebilirdim.”

Mücâhidler, hiçbir çarpışma yapmadan, Medîne’ye döndüler.[8]

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN KATILDIĞI İLK GAZVE

Hicretin on birinci ayının başlarında, Safer ayında, Resûlullâh bizzat kendileri Ebvâ (Veddân)[9] Gazvesi’ne çıktı. Bu, Allâh Resûlü’nün iştirâk ettiği ilk seferdi. Ensâr’dan Sa’d bin Ubâde’yi (r.a.) Medîne’de yerine vekil bıraktı.

Bu gazvede müşriklerle karşılaşılmadı, ancak Kinâne kabîlesinden Damrâoğulları ile bir antlaşma yapıldı. Buna göre, Peygamber Efendimiz onlarla çarpışmayacağı gibi, onlar da Peygamberimiz’le savaşmayacaklar, Müslümanlara karşı yığınak yapmayacaklar, düşmana da yardım etmeyeceklerdi. Allâh Resûlü bu hususta aralarında bir yazı da yazdırdı. Ebvâ seferi 15 gün sürdü.[10]

Görüldüğü gibi Resûlullâh her fırsatta sulh ve selâmete meyletmiş, insanlara dâimâ rahmet ile muâmele etmiştir.

Dipnotlar:

[1] Allâh Resûlü, ilk günlerde Kureyş müşriklerinin düşmanlıklarına son vermek için onlara yönelik iktisâdî ve siyâsî ambargo uyguladı. Bu amaçla civar kabîlelerle diplomatik ilişkiler kurdu, çeşitli antlaşmalar yaptı ve Mekke ticâretinin ve ekonomisinin can damarını teşkil eden müşrik Kureyş kervanlarını tâkip etmek üzere birtakım gazve ve seriyyeler düzenledi. Muhammed Hamîdullah bu hususta şöyle der: Kureyşliler’e âit kervanlara yapılan hücumların basit bir çapulculuk olarak mülâhaza edilmemesi îcâb eder. Çünkü ne Kureyşliler mâsum ve ne de hücûm edenler sırf bu iş için teşkil edilmiş bir çete idiler. İki şehir devleti arasında, bütün hükümleriyle bir harp hâli ortaya çıkmış bulunuyordu. Bir harp durumu ise, muhârip tarafların birbirlerine gerek can, gerek mal ve gerekse düşmanın diğer menfaatlerine karşı zarar verme hakkını verir. Dolayısıyla iki topluluk arasında “harp hukûku” yürürlüğe girmişti. Bu duruma göre bu çeşit askerî seferler, basit mânâda bir kervan durdurma ve yağmalama hareketi olmaktan tamâmen uzak bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gerekli olan bir diğer husus da, bu maksatla yapılmış bütün askerî seferlerde (seriyyelerde) Müslümanların sâdece ve sâdece Mekkeliler’e âit kervanlara hücûm etmiş olmalarıdır. Bu çeşit hücumlardan, gayr-i müslim olmalarına rağmen ülkenin diğer halk topluluklarının tamâmı selâmet içinde kalmışlardı. (Bkz. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 219; Hz. Peygamberin Savaşları, s. 56) [2] Buhârî, Meğâzî, 2; Ebû Dâvûd, Harâc, 22-23/3004. [3] Sîfü’l-Bahr: Îys nâhiyesinde olup Cüheynelilerin arâzisindendir. Deniz sâhilinde bir mevkî olduğundan bu adı almıştır. [4] Vâkıdî, I, 9-10; İbn-i Sa’d, II, 6. [5] Râbığ: Hacıların Mekke’ye giderken geçtikleri, Ebvâ ile Cuhfe arasında bulunan bir vâdi olup Cuhfe’ye 3 mil mesâfededir. [6] İbn-i Hişâm, II, 224-225; Vâkıdî, I, 10; İbn-i Sa’d, II, 7. [7] Harrâr: Hicaz’da Cuhfe yakınında bir suyun ismidir. Cuhfe’den Mekke’ye gelirken Mahacca’nın solunda ve Gadîr-i Hum’un yakınındadır. [8] İbn-i Hişâm, II, 238; Vâkıdî, I, 11; İbn-i Sa’d, II, 7. [9] Ebvâ: Furu’ ile Cuhfe arasında bir köy olup Medîne’ye 23 mil kadardır. Resûlullâh’nün annesi Hazret-i Âmine’nin kabri buradadır. Veddân ise Medîne ile Mekke arasında olup Ebvâ’ya 8 mil uzaklıkta ve Cuhfe yakınında Damrâ, Gıfâr ve Kinânelilere âit arâziye dâhildir. [10] İbn-i Hişâm, II, 223-224; Vâkıdî, I, 12; İbn-i Sa’d, II, 8.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.