İlk Vahiy Nasıl ve Nerede Geldi? Vahyin Başlangıcı
İlk Vahiy nasıl ve nerede geldi? Vahyin başlangıcını Peygamber Efendimiz (s.a.v) anlatıyor...
Vahyin ilk olarak nasıl başladığını Hz. Âişe sormuş ve Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) de anlatmıştı. Efendimiz (s.a.v.)’in anlattıklarını Âişe (r.a.) şöyle naklediyor:
“Resûlullah (s.a.v.)’e ilk vahyin başlaması sâdık rüyalar halinde olmuştu. Onun gördüğü her rüya sabahın aydınlığı gibi açık ve net olarak aynen gerçekleşirdi. Bu durum altı ay kadar devam etti. Sonra ona yalnızlık hali sevdirildi. Bu hal sebebiyle Hıra dağındaki mağarada halvete çekilmeye başladı. Birkaç gün bazan de günlerce orada kalıyor ve kendini ibâdete veriyordu. Zaman zaman ev halkının yanına gidiyor ve azığını alıp tekrar o mağaraya dönüyordu. Bu durum Hıra’da kendisine ilâhî vahiy gelinceye kadar bu şekilde devam etti. Yine bir gün Hira’da bulunuyordu ki ansızın vahiy meleği Cebrâil (a.s.) geldi ve:
«Oku!» dedi. Peygamberimiz (s.a.v.)
«Ben okuma bilmiyorum» diye karşılık verdi.
Efendimiz (a.s.) olayın bundan sonraki seyrini şöyle anlatır:
“Melek beni yakalayıp takatim kesilinceye kadar sıktı ve sonra bırakıp tekrar «oku» dedi. Ben de ona «Ben okuma bilmiyorum» dedim. Bunun üzerine beni aynı şekilde tutup takatim kesilinceye kadar sıktı ve arkasından serbest bırakıp tekrar «oku» dedi. Ben yine ona «Ben okuma bilmem» diye cevap verdim. Bu cevap üzerine beni üçüncü kez tuttu ve takatim kesilinceye kadar sıkıp bıraktıktan sonra kendisi okumaya başladı. Alak sûresinin ilk beş âyetini okudu.”
Bu olaydan hemen sonra Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in kalbi korkudan titrer bir halde eşi Hz. Hatice’nin yanına döndü ve “Beni örtün, beni örtün!” buyurdu. Korku hali dininceye kadar bu halde kaldı. Sonra başından geçenleri eşine bir bir anlatarak “Kendimden korktum” diye ilave etti. Bunun üzerine asil bir hanımefendi olan Hz. Hatice Kâinatın Efendisi’ne şunları söyledi:
“Hayır, asla öyle düşünme! Cenâb-ı Hakk’a yemin ederim ki, Allah hiçbir zaman seni üzüp mahcup etmez. Zira sen akrabanı görüp gözetirsin, işini görmekten âciz olanların yükünü kaldırırsın, yokluk içinde kıvranan fakirlere iyilik eder, onlara son derece faydalı olursun. Misafiri ağırlar ve Hak yolunda ortaya çıkan mühim hâdise ve musibetlerde insanlara yardım edersin.”
Bu sözlerden sonra Hz. Hatice, Resûl-i Ekrem’i amcazadesi Varaka b. Nevfel’e götürdü. Cahiliyye döneminde hıristiyanlığı kabul eden Varaka, İbrânice yazı bilir ve İncil’den zaman zaman bazı şeyler yazardı. İleri yaşlarında gözleri görmez olmuştu.
Hatice (r.a.) Varaka’ya:
“- Amcazadem, dinle de bak yeğenin neler söylüyor” dedi. Varaka:
“- Hayrola yeğenim ne oldu, söyle bakalım” diye sorunca Resûlullah (s.a.v.) gördüğü şeyleri bir bir kendisine anlattı. Bunun üzerine Varaka dedi ki:
“- Bu gördüğün, Allah Teâlâ’nın Mûsâ (a.s.)’a gönderdiği Nâmûs diye adlandırılan Cebrâil’dir. Âh! Keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman keşke hayatta olsaydım!” Bu sözler üzerine Allah Resûlü (s.a.s):
“- Onlar beni çıkaracaklar mı ki?” diye sordu. O da:
“- Evet, zira senin gibi bir şey getirmiş yani vahiy tebliğ etmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana var gücümle yardım ederim” cevabını verdi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka vefat etti. (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 3; Müslim, İman 252)
Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsîr Usûlü ve Tarihi, Erkam Yayınları