İlk Yaratılan Varlık Nedir?
Cenâb-ı Hak insanın zâhirini bir avuç topraktan yarattıktan sonra ona mahlûkât arasında en yüce mertebeyi lutfederek kendinden bir sır nefhetmiştir.
ALLAH TEÂLÂ, ÂDEM ALEYHİSSELÂM'A RUHUNDAN ÜFLEDİ Mİ?
Bir cisim olarak yaratılan insanda canlılık, ancak rûhun üflenmesiyle başlamıştır. Bu bakımdan rûhun üflenmesi, her şeyden evvel Allâh’ın kuluna bir değer vermesi ve ona hayâtiyet kazandırmasıdır. Allâh Teâlâ, bu hakîkati:
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي
“Artık onu yaratıp muntazam bir insan kıvamına getirdiğim ve ona rûhumdan üflediğim zaman…” (el-Hicr, 29) âyet-i celîlesiyle beyân buyurmaktadır.
Allâh Teâlâ’nın, Âdem -aleyhisselâm-’a rûhundan üflemesi, temsîlî bir ifâdedir. Bu, büyük bir hakîkatin, gelişmesini henüz tamamlamış bir çocuğa anlatılmasındaki zarûrete benzer bir keyfiyetin eseridir ve Cenâb-ı Hakk’ın kendisindeki bâzı husûsiyetleri kuluna onun istîdâd ve iktidârı nisbetinde vermesi demektir. İnsan, bu nefha ile birlikte Rabbinden aldığı emânetin bereket ve iktidârı ile Rabbini tanır, O’na kul olur. Esrâr-ı ilâhî ve azamet-i ilâhiyeye tâkati nisbetinde vâkıf olur. Bu vukûfiyetin merkezi ise, kalbdir. Burada kalb, fizikî bir varlık olarak değil, tahassüsün merkezi olan bir tecellî mekânı mânâsınadır.
RÛH-İ SULTÂNÎ'YE ULAŞMAK İÇİN ÜÇ VAZÎFE
Rûh-i Sultânî’ye mâlik olmak, insanı üç esaslı vazîfeyle mükellef ve bu vazîfeleri îfâ husûsunda bir iktidâr ile mücehhez kılar:
- Nefsini tanımak; kendi zâtını ve hakîkatini bilmek,
- Kendisinin mûcidini bilmek; Rabbini tanımak (mârifetullâh),
- Mûcidine karşı fakr u zarûretini bilmek; hiçliğe vâsıl olmak.
Eserde vârid olmuştur ki:
مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ
“Kim kendini tanırsa, Rabbini de tanır!” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 361)
YARATILAN İLK VARLIK!
Yaratılan ilk varlık, nûr-i Muhammedî olduğu gibi, rûhların yaratılışında da O’nun rûhu ilktir. Diğer rûhlar, O’nun rûh-i şerîfinin kadr u kıymetinin bilinmesi için bir mücevherin mazrûfu kabîlindendir. Bu sebeple Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e “Ebu’l-Ervâh: Rûhların Babası” denir.
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Ashâb-ı kirâm hazarâtı Allâh Rasûlü’ne sordular:
“–Size peygamberlik ne zaman ihsân olundu?”
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cevâben:
“–Âdem, rûh ile cesed arasında iken...” (Tirmizî, Menâkıb, 1) buyurdular.
Bu itibarla Efendimiz, nübüvvette de ilktir. O’nun vücûd, rûh ve nübüvvet bakımından ilk olmasının hikmetini, ileride Hazret-i Âdem’e meleklerin secde ettirilmesi mevzuunda ele alacağız.
RÛHUN İKİ MERTEBESİ
Rûhu iki mertebede mütâlaa edebiliriz:
- Rûh-i sultânî: “Emir” âlemindendir. Bedenden ayrıdır. Bedenle berâber olması, onun üzerinde tasarrufta bulunması iledir. Bedenin çürüyüp yok olması, ona tesir etmez. Ancak bu sûretle bedenî arzular üzerindeki tasarrufu nihâyete erer.
- Rûh-i hayvânî: “Halk” âlemindendir. Bedenin tüm uzuvlarına yayılmıştır. Esas hükümranlığı kan üzerindedir. Merkezi dimağdır. Fiil ve hareketlerin başlangıç noktasıdır. Eğer hayvânî rûh olmasaydı, hiçbir eser vücûda gelmezdi.[1]
İşte insanın fiilleri, bu sultânî rûh ile hayvânî rûhun müşterek hasletleri içinde ortaya çıkar.
Dipnot: [1] Bkz. İ. Hakkı Bursevî, Temâmü’l-Feyz (thk. Ali Namlı), Basılmamış master tezi, İstanbul, 1994, s. 47.
Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları