İlme ve Âlime Hürmet Kişinin Mertebesini Yüceltir
Cenâb-ı Allah, ilmi ve âlimi aziz kılmıştır. Allah’ın aziz kıldığını izzetli tutanı da Yüce Mevlâ aziz kılar. İşte bu sebepledir ki ne zaman devlet erkânı, ilmi ve âlimi üstün tutmuşlar ise devletleri de yücelmiş ve iktidarları dâim olmuştur.
“İlâhî nusret ve rahmete müstağrak Yavuz Sultan Selîm Han ve ordusu, Adana civarında şiddetli bir yağmura tutuldular. Her yer çamur deryâsı olmuştu. O sırada Selîm Han, devrin meşhûr âlimlerinden Kemâl Paşazâde ile yanyana at üstünde sohbet ederek gidiyorlardı.
Birden Kemâl Paşazâde’nin atı ürktü ve ürken atın ayağından sıçrayan çamur, Yavuz’un üstünü baştanbaşa boyadı. Kemâl Paşazâde çok üzüldü. Rengi attı. Yavuz, O’na dönerek mütebessim bir çehre ile “Ulemânın atının ayağından sıçrayıp bizi boyayan çamur, bizim için şereftir, mübârektir. Bu çamurlu kaftanı, ben ölünce sandukamın üzerine kapatın!” buyurdu.”[1]
ÂLİMİN MÜSTAĞNÎ DURUŞU ONA İZZET BAHŞEDER
Hindistan’ın önde gelen Müslüman âlim ve davetçilerinden biri olan Ebu’l-Hasen en-Nedvî, tanıyanların şehâdetiyle Rabbânî bir âlimdi. Davet ve irşadında son derece hasbî bir duruş sergilerdi. Bu güzel hasletleriyle, dünya Müslümanlarının hemen hepsinin saygısını ve sevgisini kazanmıştı. Hatta 1999 senesinde Hindistan’da bir Ramazan günü vefât ettiğinde, hem Mekke-i Mükerreme’de ve hem de Medine-i Münevvere’de kendisi için gıyâbî cenaze namazı kılınmıştı. Kendisi hakkında anlatılan şu hatıra, onun sevgi ve saygı görmesinin ipuçlarını göstermesi bakımından önemlidir:
“Mustafa Sıbâî Hoca, Suriye Şeriat Fakültesi dekanı iken, Ebu’l-Hasen en-Nedvî’yi bir seri konferans vermek üzre davet etmişti. Daha sonra Ricâlü’l-fikri ve’d-da’ve adıyla kitaplaştırılan İslâm Tarihinde Tecdid ve Mücedditler konulu dizi konferansını verdi.
Büyük emek mahsûlü bu konferanslar çok ilgi gördü, güzel tesirleri oldu. Fakülte, misafir profesörlere, ödül mahiyetinde bir meblağ ödüyordu. Onun için de tahakkuk ettirdiler. Fakat hediyeyi Üstada vermek isteyince bir sürprizle karşılaştılar. Hocaefendi kesin olarak kabul etmiyordu. Ömrü boyunca yapacağı hizmetlerden ücret almamak üzere Rabbine söz vermişti. Yönetim mecbur kaldı, parayı yoksul öğrencilere dağıttı.
Merkezi Mekke-i Mükerreme’de bulunan Rabıta Teşkilatı, kurucu üyelere katıldıkları celseler için para ödüyordu. Nedvî bunu da kabul etmedi.
Kendisine Kral Faysal büyük ödülü verildi, miktarı üç yüz bin riyal idi. Bir kısmını Harameyn yoksullarına, diğer kısmını da Hindistan’daki yoksullara ve medreselere dağıttı.
Burunay Sultanı’nın ödülünü ve bir milyon dirhemlik Dubayi Devlet Ödülünü de bir kuruşunu cebine koymadan Allah yolunda sarf etti.”[2]
Yalnız Allah rızası için iş gören ve kendini O’na adayan kullarına Rabbimiz ayrı bir izzet ve şeref bahşeder.
Sever ve sevdirir. Sözüne ve ameline kıyamete kadar tesir ve bereket lütfeder.
[1] Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyet ve Müesseseleriyle Osmanlı, s. 158.
[2] Hayreddin Karaman, İslâmî Hareket Öncüleri, s. 411-412.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
YORUMLAR