İmam-ı Azam Ebû Hanîfe Hazretleri’nin Sohbeti
Hanefî mezhebinin imamı, büyük müctehid İmam-ı Azam Ebû Hanîfe Hazretleri’nin sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz...
İmam-ı Âzam -rahmetullâhi aleyh- bir sohbetinde şöyle buyurur:
EHL-İ SÜNNET’İN ON İKİ HUSÛSİYETİ
Arkadaşlarım, kardeşlerim iyi biliniz ki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebi on iki husûsiyet üzerine kurulmuştur. Kim bu husûsiyetler doğrultusunda yaşarsa ne bid’atçi ne de hevâ sahibi olur. Efendimiz Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şefaatine nail olabilmeniz için Ehl-i Sünnet’in bu temel esaslarına sıkı sıkıya bağlanın.
1’inci Husûsiyet
Îman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir. Tek başına ikrar îman kabul edilmez. Çünkü tek başına ikrar îman addedilse idi münâfıkların tamamı mü’min olurdu. Aynı şekilde sadece kalbin idrâk etmesi (tasdik) de îman olmaz. Eğer bu durum tek başına yeterli olsa idi, Ehl-i Kitab’ın tamamı mü’min olurdu. Hâlbuki Allah Teâlâ dilleriyle ikrar eden münâfıklar hakkında şöyle buyurmaktadır; “Allah o münâfıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına şehâdet eder.” (Münâfikun, 1) Ehl-i Kitap hakkında ise vârit olan âyet şöyledir; “Kendilerine kitap verdiklerimiz Peygamberi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Bakara, 146) Ne var ki bunu kabullenip dilleriyle ikrar etmezler.
İman ne artar ne de eksilir. Çünkü îmânın azalması ancak küfrün artması ile artması da ancak küfrün azalması ile tasavvur edilebilir. Bu durumda, bir kişinin aynı anda mü’min ve kafir olması nasıl mümkün olur?!
Mü’min, gerçek anlamda inanan, kâfir de hakîki mânâda inkâr edendir. İmanda şüphe olmaz. Tıpkı küfürde olmadığı gibi. Bu bağlamda Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “İşte onlar gerçekten mü’mindirler.” (Enfal, 4) ve “İşte onlar gerçekten kâfirdirler.” (Nisa, 151)
Efendimiz Hz. Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ümmet kadrosuna dâhil olan günahkârların tamamı gerçekten mü’mindir, kâfir değillerdir.
Amel îmandan ayrı, îman da amelden farklıdır. Şöyle ki: Amel mükellefiyetinin mü’minden kalktığı birçok zaman vardır. Fakat bu durumda îmânın ondan gittiği söylenemez. Allah Teâlâ, hayızlı kadını namaz kılmaktan muaf kılmıştır. Böyle bir kadın için Allah onun kalbinden îmânı çıkarmıştır ve ona îmânı terk etmeyi emretmiştir denemez. Şerîat o kadına; “Orucu bırak, sonra tutmadığın günleri kazâ et” der. Kadına; “Îmânı terk et, sonra kazâ edersin” denmesi câiz değildir.
Îmânın amelden farklı olduğunu daha müşahhas bir şekilde anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz: “Fakirlerin zekât vermesi gerekli değildir.” denebilir. Fakat “Fakirlerin îmân etmesi zorunlu değildir.” denemez.
Hayır ve şerrin takdiri Allah’tandır. Eğer birisi hayır ve şerrin takdirinin Allah’tan başkasına âit olduğunu iddiâ ederse Onu (c.c.) inkâr etmiş olur. Onun tevhid inancı da batıl olur. Her şeyin en iyisini Allah Teâlâ bilir.
2’inci Husûsiyet
Ameller, farz ibâdet, fazilet ve mâsiyet olmak üzere üç çeşittirler. Farz ibâdete gelince o; Allâh’ın dilemesi, rızâsı, takdiri, yaratması ve “Levh-i Mahfûz”da yazması ile olur. Fazilet de Allah Teâlâ’nın emrinden dolayı yapılmaz. Fakat O’nun dilemesi, muhabbeti, rızâsı, takdiri, pürüzsüz yaratması ve “Levh-i Mahfûz”da yazması ile olur. Mâsiyet de Allâh’ın emri gereği olmaz. Fakat muhabbeti, rızâsı, muvaffak kılması olmaksızın; dilemesi, kazası, takdiri, hoşnutsuzluğu, ilmi ve “Levh-i Mahfûz”da yazması ile gerçekleşir.
3’üncü Husûsiyet
Allah Teâlâ sınırsız kudret makamı olan Arş’ı bir mekâna istikrarı olmaksızın hükmüne aldı, yani hâkimiyeti altında tutu. Hiç bir şeye muhtaç olmaksızın Arş’ı ve ondan başka şeyleri korur. Eğer kendinden başka yaratıklara muhtaç olsa idi, kâinatı yaratmaya ve idare etmeye kâdir olamazdı. O’na cisim isnat edenlerin iddiâ ettiği gibi bir yere oturmaya ve yerleşmeye zorunlu olsa idi, Arş’ı yaratmadan önce de böyle olurdu. Allah Teâlâ bundan pek yüce ve münezzehtir.
4’üncü Husûsiyet
Kur’ân-ı Kerim Allah Teâlâ’nın yaratılmayan (gayr-ı mahlûk) ezelî kelâmı, vahyi ve tedrîcen indirdiği Kitâbıdır. O, ne zâtının aynıdır, ne de değildir. Bilakis o, gerçek sıfatıdır. Kur’ân; mushaflarda yazılan, dillerde okunan kalplerde mekân edinmeksizin korunan kelâmdır. Mürekkep, kâğıt ve yazı mahlûktur. Çünkü bunlar kulların filleri ile alakalıdır. Yazılar, harfler, kelimeler ve âyetler insanların anlamak için onlara ihtiyaç duyduğu Kur’ân’a delalet eden şeylerdir. Allah Teâlâ’nın kelâmı zâtı ile kaimdir. Mânâsı ise, söz konusu şeylerle anlaşılır.
Kim Allâh’ın kelâmı mahlûktur derse kâfir olur. Allah Teâlâ kesintisiz bütün zamanlarda ibâdet edilendir. Kelâmı ise ondan ayrılmaksızın okunan, yazılan ve kalplerde korunandır.
5’inci Husûsiyet
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’den sonra bu ümmetin en üstünü Ebu Bekir Sıddîk, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali’dir; radıyallâhu anhum. Zîra efdaliyetin sıralamasına işaret eden âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“(Îman ve amelde) öne geçenler (Âhirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allâh’a) yaklaştırılmış kimselerdir. Onlar Naîm cennetlerindedir.” (Vâkıa, 10-12)
Hayırda önde olanlar Allah katında da en üstün olanlardır. Onları, müttakî her mü’min sever; âsî münâfıklarsa onlara buğz eder.
6’ıncı Husûsiyet
Kul; ameli, ikrârı ve tasdîki (mârifeti) ile mahlûktur. Bütün bu ameliyelerin fâili mahlûk olunca onun fiillerinin de evleviyetle mahlûk olması gerekir.
7’inci Husûsiyet
Allah Teâlâ, mahlûkatı güçleri olmadığı hâlde yaratmıştır. Çünkü onlar zayıf ve âcizdirler. Cenâb-ı Hak onları yaratan ve rızıklarını verendir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: “Allah sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır.” (Rum, 40)
İlim ve malı helâl yoldan kazanmak helâl, haram yoldan temin ise haramdır.
İnsanlar üç kısımdır; îmânında samimi olan mü’min, küfründe ısrarcı olan kâfir ve nifakında ikiyüzlü davranan münâfık. Cenâb-ı Hak mü’mine ameli, kâfire îmânı, münafığa ise ihlâsı farz kılmıştır. Nitekim “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa, 1) âyet-i kerimesinin her üç grubu içine alacak şekilde açılımı şöyledir: “Ey îmân edenler! Amel-i sâlih işleyerek Rabbinize itaat edin.”, “Ey Kâfirler! İman edin.” ve “Ey Münâfıklar! Samimi olun.”
8’inci Husûsiyet
İsteğe bağlı olan fiillerde kulun aksiyon sahibi olması için gerekli olan güç yani “İstitaa”, yapılacak olan “fiil” ile beraberdir; ne ondan önce ne de sonradır. Eğer “İstitaa” fiilden önce olsa idi o takdirde kul ona muhtaç olduğu anda Allah’tan müstağni olurdu. Bu ise şu âyete aykırıdır: “Allah müstağnidir. Sizler ise muhtaçsınız.” (Muhammed, 38) Eğer “İstitaa”, fiilden sonra olsaydı fiil, güç-kuvvet yokken gerçekleşmiş olacağından muhâl olurdu.
9’uncu Husûsiyet
Mukîmin bir gün bir gece, yolcunun da üç gün üç gece mestler üzerine mesh edebileceğini kabul etmek, bu şekilde rivâyet edilen hadisten dolayı vâciptir. Bu hükmü inkâr edenin küfründen korkulur. Zîra ilgili hükmü bildirilen hadisler tevatüre yakın derecededir.
Seferde namazları kısaltmak (azîmet) ve oruç tutmamak (ise) ruhsattır. Konu ile ilgili âyeti kerimeler şöyledir: “Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit namazı kısaltmanızdan dolayı size bir günah yoktur.” (Nisa, 101), “Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar.” (Bakara, 184)
10’uncu Husûsiyet
Allah Teâlâ kaleme yazmasını emretmiş, kalem: “Ne yazayım ya Rabbi!” demiştir. Cenâb-ı Hak: “Kıyâmete kadar olacak şeyleri yaz.” buyurmuştur. (Benzer lafızlarla rivâyetler için bkz. Ebu Davud, es-Sünne 16; Tirmizî, Kader 16) Şu âyet-i kerime de bu mânâyı teyit etmektedir: “İşledikleri her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.” (Kamer, 52-53)
11’inci Husûsiyet
Günahkârlar için kabir azabı olacağında en ufak bir şüphe yoktur. Münker ve Nekir’in suali haktır. Bu noktada hadisler vardır. Cennet ve cehennem de haktır ve ahâlisi için önceden yaratılmışlardır. Nitekim Cenâb-ı Hak mü’minler hakkında o cennet; “Müttakîler için hazırlanmıştır.” (Âl-i İmran, 133), cehennem de; “Kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara, 24) buyurmaktadır. Allah Teâlâ cennet ve cehennemi sevap ve ceza için yaratmıştır. Mîzan da haktır. Zîra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Kıyâmet günü için adalet terazileri kuracağız.” (Enbiya, 47) İnsanın dünyada yaptığı amelleri içeren kitabı okuması da haktır: “Oku kitabını! Bu gün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter.” (İsrâ, 14)
12’inci Hususiyet
Allah Teâlâ bu canları ölümden sonra müddeti elli bin yıl olan bir günde ceza, sevap ve hakların edası için diriltecektir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah kabirlerde olanları diriltecektir.” (Hac, 7) Mü’minlerin keyfiyet, benzetme ve yön olmaksızın Cenâb-ı Hakk’a mülâkî olmaları haktır. Büyük günah işlemiş olsa dahi cennet ehlinden olan her mü’min için Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şefaat edecektir.
Hz. Âişe radıyallâhu anhâ, Hatîce-i Kübrâ radıyallâhu anhâ’dan sonra insanlık âleminin en üstün kadını ve mü’minlerin annesidir. O, zina iftirasından arındırılmıştır ve Râfizîlerin hezeyanlarından uzaktır. Kim O’na zina isnadında bulunursa o, zina eseridir.
Cennet ahâlisi Cennet’te, Cehennem ehli de Cehennem’de ebedi kalacaktır. Çünkü Cenâb-ı Hak mü’minler için: “Îmân edip amel-i sâlih işleyenler cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 39), kâfirler için de: “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliktir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 39) buyurmaktadır.
***
Hak dostlarından İbrâhim bin Edhem’in yolu İmâm-ı Âzam Hazretleri’ne uğradı. Ebû Hanîfe’nin etrafındaki talebeler İbrâhim bin Edhem’e küçümseyen, garipseyen gözlerle baktılar. İmâm-ı Âzam bu hâli gördü ve İbrâhim bin Edhem’e:
–Buyurun efendimiz, meclisimize şeref veriniz!” diye seslendi. İbrâhim bin Edhem mahcup bir edâ ile selâm verip geçti. İbrâhim bin Edhem oradan ayrılınca, etrafındaki talebeleri İmâm-ı Âzam’a sordular:
–Bu zât, efendilik ve büyüklük sıfatına ne bakımdan lâyıktır? Sizin gibi bir zât ona nasıl ‘efendimiz’ der?
Bunun üzerine İmâm-ı Âzam, evliyâullâha olan tâzîm hissini ve aynı zamanda kendisinin yüksek tevâzuunu ifâde eden şu cevâbı verdi:
–O, dâimî bir sûrette Allah ile meşgul, biz ise işin kıyl u kâliyle...
Yine İmâm-ı Âzam Hazretleri, sâdece teheccüd namazlarında giymek üzere, gâyet kıymetli ve güzel bir kumaştan elbise diktirmişti ki, bu da onun Allâh’a olan tâzîmi sebebiyle, ibâdetlere nasıl bir edeb, hürmet ve ehemmiyetle yaklaştığını göstermektedir.
Bir defasında da elbisesindeki çok ufak bir kiri temizlerken İmâm Ebû Hanîfe’yi görenler sordular:
“–Yâ İmâm! Verdiğiniz fetvaya göre şu ufacık leke namaza mâni bir kir değil; ne diye zahmet çekip onu gidermeye çalışıyorsunuz?”
İmâm-ı Âzam Hazretleri buyurdu:
“–O fetvadır, bu ise takvâ!..”
***
Bir öğrencisine şu nasihati yapmıştı:
“Herkese mertebesine göre itibar et. Şeref ehline ikramda bulun. İlim ehlini büyük tanı. Üstatlara hürmet göster. Gençlerle gönül alıcı lâtife yap. Avamla yakından görüş. Fâcirlere idare edici muamele göster. Hayırlı kimselerle arkadaşlık yap. İdarecilere lâkaytlık gösterme. Kimseyi hakir görme. Mürüvvette kusur etme, sırrını kimseye açma. Denemedikçe kimsenin dostluğuna güvenme. Alçak ve hasis kimselerle dost olma. Hoşa gitmeyen bir şeye alışma. Sefihlerle düşüp kalkma. Hoş geçin. Sabırlı ve mütehammil ol. Güzel ahlâklı, geniş yürekli, derya gönüllü ol. Kalbin gibi elbisen de temiz olsun ve bir de yeni olsun. Binek atın iyi olsun. Güzel kokular kullan.
Yemek yedirmekte çok cömert ol, herkesi doyur. Bil ki eli sıkı ve cimri kimse aslâ başa geçip efendi olamaz. Seni ziyaret edenleri de, etmeyenleri de sen ziyaret et. Sana ister iyilik yapsınlar ister kötülük, sen herkese, dâimâ iyilik yap. Her vakit iyilikte bulun. Affet, bazı şeylere göz yum. Sana eziyet veren şeyi terk et, hakkı yerine getirmeye çalış.
Bilmiş ol ki, insanlarla iyi geçinmezsen onlar sana düşman kesilirler, velev ki anan-baban bile olsa senden hoşlanmazlar. Akrabandan olmayan bir cemaatle iyi geçinirsen sana ana-baba olurlar. Hoş geçinmek gereken yerde müdârât (idare edici muamele) yapmayan akıllı sayılmaz.
İnsanlara, onların yapmaya alışık olmadıkları bir şeyi teklif etme. Onların beğendikleri şeyi sen de beğen. Onlara dâimâ iyi niyet göster. Doğrulukla ol. Kibri bir yana bırak. Sana gadretseler de sen gadretme. Sana hıyânet etseler de sen emâneti yerine getir. Vefâdan ayrılma. Takvâya sarıl.”
Şu da talebesi İmam Yûsuf’a tavsiyeleridir:
“Her hâlde Allah’tan kork, kötülüklerden korun. Emanetlere riâyet et. Küçük-büyük, zengin-fakir herkese iyilik ve nasihatte bulun. Hiç kimseyi küçük görme. Vakarlı ol ve herkese değer ver. Ziyaretine gelenleri iyi karşıla. Meselelerine cevap ver. Eğer o, meselenin ehli ise ilim ile meşgul olur, değilse sana muhabbet ve sevgi besler.
Hoca ve üstatlarına hürmet et, onlara dil uzatma. İnsanlardan dâimâ çekin. Allah için gizli hâlinde ne isen, açık durumda da öyle ol. Çok gülme. Zîra çok gülmek kalbini öldürür. Vakarlı bir şekilde yürü. Acele acele ve salına salına yürüme, işlerinde aceleci olma. Konuşurken yüksek konuşma, bağırıp çağırma. Dâimâ kendin için sükûn ve sükûtu tercih et.
Nefsini her zaman murakabe edip gözet ve kontrol et. Ölümü hatırından çıkarma. Hocaların ve kendisinden ilim aldığın zâtlar için Allah’tan af ve mağfiret dile. Kur’ân-ı Kerîm okumaya devam et. Kabirleri, büyük zâtları ve mübârek yerleri çokça ziyaret et.
Hayvânî zevklerine ve nefsinin arzularına düşkün kimselerle düşüp kalkma. Yalnız dine dâvet yolunda böyleleriyle birlikte bulunmakta bir mahzur yoktur. Oyun ve eğlence yerleri ile sövülüp sayılan yerlere gitme. Ezan okununca câmiye gitmeye hazırlan.
Seninle bir hususta istişare etmek, danışmak isteyen kimseyi dinle. Seni Allâh’a yaklaştıracağını bildiğin şeyleri ona söyle. Bu tavsiyemi de kabul eyle. Çünkü bundan dünya ve âhirette istifâde edeceksin.
Cimrilikten sakın, zîra herkes cimrilere buğz eder. Onları sevmez. Aç gözlülük ve yalancılıktan sakın. Güzel huylu ol. İnsanları incitmekten kaçın. Her zaman her yerde temiz elbise giy. Dünyaya rağbeti ve hırsını azaltarak nefsini temizle. Dünya sevgisini içinden at. Kalbin temiz olsun. Yolda giderken sağa sola bakma. Dâimâ önüne bakarak yürü. Münâzara âdâbını bilmeyen ve iddialarını delilleriyle ispat edemeyen kimselerle söze girişmekten kaçın.
Mevki ve makam peşinde koşan, halk arasındaki meselelere dalan ve bu suretle kendilerine şöhret ve menfaat sağlamak isteyenlerin sözlerine ve aralarına karışma. Çünkü onlar bu hususta seni haklı bilseler de, sözlerine önem vermezler. Şarlatanlıkları ile seni susturmak ve utandırmak isterler. Bir cemaat içinde bulunduğun zaman seni saygı ile öne geçirmedikçe kendiliğinden ileri safa geçme. Aynı şekilde muamele görmeden de mihraba geçip imam olma.
Zâlim sultan ve âmirlerin yanında bulunma. Belki onlar yanında, doğru ve helâl olmayan bir iş yaparlar da onları men edemezsin. Senin sustuğunu gören insanlar onların söz ve hareketlerinden o işin hak ve doğru olduğunu sanırlar.
İlim meclislerinde hiddet ve şiddet göstermekten sakın. Beni de hayırlı duâdan unutma. Bu nasihatimi kabul et. Onu ancak sana, senin ve bütün Müslümanların iyiliği için yapıyorum.”
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları