İmâm-ı Rabbânî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden Hikmetli Sözler ve Tavsiyeler
İmâm-ı Rabbânî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden hikmetli sözler ve tavsiyeler...
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: “Din, nasihattir.” (Müslim, Îmân, 95)
Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa muhteşem ikrâmı, ebedî ve mükemmel mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim; baştan sona hikmettir, öğüttür, nasihattir, ibret dolu kıssa ve bin bir hissedir.
Başta sahâbî efendilerimiz olmak üzere, bütün Hak dostları Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamana yayılmış zirve mâhiyette, müstesnâ talebeleridir.
Altından kalkamayacağını anladığın mevzuları Allâh’a ve Rasûlü’ne havale et!
- Allâh’a havale, O’nun Kitâbı’na;
- Rasûlü’ne havale de O’nun Sünneti’ne müracaat etmek demektir.
“Boynuna ağır yük yüklenmiş bir kuş düşün;
bu kuş hiç uçabilir mi?!.
- Bunun gibi;
➢Sâlikte de dünyaya bağlılık çoksa, o da Allâh’a doğru kanat açamaz ve talep vâdisine adım atamaz!”
(Ârif Rîvgerî, Ârifnâme, s. 6)
İMÂM-I RABBÂNÎ HAZRETLERİ’NDEN HİKMETLİ SÖZLER VE TAVSİYELER
“Şerîatin üç kısmı vardır:
İlim, amel ve ihlâs.
Bu üçü gerçekleşmeden şerîat tahakkuk etmez. Şerîat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman bütün dünyevî ve uhrevî saâdetlerin üzerinde olan Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı kazanılmış olur...
Sûfîlerin teksif olduğu tarîkat ve hakikat ise, şerîatin hizmetkârlarıdır. Bunlar, şerîatin üçüncü kısmı olan ihlâsı tamamlarlar.”
Yani tasavvuf, şerîati kemâle erdirmektir.
SÜNNETE RİÂYETLE
Muvaffak olmamızda gayretlerimizin payı ne ki! Ne varsa hepsi Allâh’ın lutfudur.
Ama buna mutlaka bir sebep gösterilmesi gerekirse derim ki bütün lütufların sebebi; gelmiş ve gelecek bütün insanlığın efendisi olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bağlanıp O’nun mübârek izinden gitmektir. Ben bütün muvaffakiyetlerimi buna bağlıyorum.
İnsana bir şeyin azı veya tamamı nasîb olmamışsa bunun da tek sebebi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e tam olarak uyma husûsunda bir kusurunun olmasıdır.
- Bir defasında gaflete düşerek abdesthâneye sağ ayağımla girdim. (Sünnete uymayan bu davranışım sebebiyle) o gün birçok mânevî hâlden mahrum kaldım. (Kişmî, Berekât, s. 197)
İmâm-ı Rabbânî -rahmetullâhi aleyh- bir gün talebelerinden birine;
“–Bizim bahçeden birkaç karanfil getir!” buyurmuştu.
O da gidip altı tane karanfil getirdi. Hazret bunu görünce mahzun bir edâ ile şöyle buyurdu:
“–Bizim talebeler hâlâ Peygamber Efendimiz’in; «Allah tektir, teki sever!» (Buhârî, Deavât, 68) hadîs-i şerîfine dikkat etmiyorlar. Hâlbuki buna dikkat etmek müstehaptır.
İnsanlar müstehabbı ne zannediyorlar?
- Müstehap, Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği şeydir.
Allah Teâlâ’nın sevdiği bir amelin karşılığında bütün dünya ve âhiret verilse, yine de hiçbir şey verilmemiş demektir. Biz müstehaba o kadar riâyet ederiz ki yüzümüzü yıkarken bile suyu önce sağ tarafımıza getiririz.
Zira işlere sağdan başlamak da müstehaptır.”
(Kişmî, Berekât, s. 198; Ebû’l-Hasan en-Nedvî, İmâm-ı Rabbânî, s. 180-181)
- Müstehapların yerine getirilmesi husûsunda gevşeklik gösterilmemelidir.
Zira müstehaplar Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği ve râzı olduğu şeylerdir. Kişi, yeryüzünün bir köşesinde Hak Teâlâ’nın sevdiği ve râzı olduğu bir ameli bilir ve onu yapma imkânı olursa bunu ganîmet bilmelidir.
Bu durum, birkaç kırık saksı parçası ile değerli taşları satın alan kişinin hâline benzer. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II, 172, no: 266)
SÜNNETE İTTİBÂ
- Peygamberlere uymak, kişiyi yüksek derecelere ulaştırır; asfiyâ, yani gönlü saf olan büyüklere tâbî olmak, büyük mertebelere vâsıl eder.
- HAZRET-İ Ebûbekir -radıyallâhu anh- dâimâ Peygamber Efendimiz’e tâbî olarak O’nu tasdîk etme saâdetine koştu ve sıddîkların başı oldu.
- Lânetli Ebû Cehil ise tâbî olma kabiliyetini nefsânî arzularının mezbelesinde ziyân ettiği için mel’unların önderi oldu.
(İmâm-ı Rabbânî, Mebde ve Meâd, 51. Kısım)
FAZÎLET ÖLÇÜMÜZ
- Peygamber Efendimiz’in sünnetine tâbî olma nimetine nâil olan kimse
ne kadar bahtiyardır.
Bugün O’nun dîninin hak olduğuna inanarak yapılan küçük bir iş bile büyük işler mesâbesinde kabul edilir...
(Mektûbât-ı Rabbânî, 44. Mektup)
- Fazîlet, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şerefli sünnetine uymaya; meziyet de O’nun getirdiği şerîati yaşamaya bağlıdır.
Meselâ;
- Sünnete ittibâ niyetiyle öğle uykusuna yatmak, sünnete muhalif (bir şekilde îfâ edilen) pek çok nâfile ibâdetten daha fazîletlidir...
(İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 418, no: 114)
- Tasavvufa girmenin bir maksadı da,
➢Sâlih amelleri rahat ve kolay bir şekilde yapabilmek ve
➢Nefs-i emmâreden kaynaklanan tembellik, inat ve zıtlaşmayı yok etmektir.
(İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II, 174, no: 266)
- Bir vakit farz namazı cemaatle edâ etmek, (cemaatten geri kalarak îfâ edilen ve farz olmayan) pek çok çile doldurmaktan daha fazîletlidir.
Bununla birlikte, şer’î esaslara riâyetle yapılan zikir ve tefekkürler de çok fazîletli ve ehemmiyetlidir.
(İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II, 105, no: 260)
- Borcundan bir kuruşunu sahibine vermen, pek çok altın sadaka vermenden daha hayırlıdır.
İRŞÂD İLE...
İmâm-ı Rabbânî’nin döneminde Babürlü padişahı Ekber Şah «Dîn-i İlâhî» adı altında yeni bir din uydurma girişiminde bulundu.
İmâm-ı Rabbânî; Ekber Şah’la siyâsî bir mücadele yerine, kâmil insan yetiştirme yolundan devam etti.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ve yetiştirdiği talebelerinin irşâdıyla Ekber Şah’ın grubunun gücü azaldı, tesiri dağıldı.
Nihayet Ekber Şah’ın torunu ve zamanının sultanı olan Âlemgîr Sultan, İmam Rabbânî’nin oğlu Muhammed Mâsûm Hazretleri’ne intisâb etti. Ekber Şah’ın çıkardığı bid‘at ve sapıklıkların tesirini tamamen sildi.
İNCİTME!
–Şunu iyi biliniz ki;
Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın komşusudur. O’nun mukaddes zâtına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O hâlde ister mü’min olsun ister âsî, kalbe eziyet etmekten sakınınız! Çünkü komşu âsî de olsa himâye edilir. Aman bundan uzak durun!
Zira küfürden sonra, kalbe eziyet etmek kadar Allah Teâlâ’nın incinmesine sebep olan başka bir günah yoktur. Zira;
Kalp, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşabilen varlıkların en yakınıdır.
(İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, III, 326, no: 45)
KUSURU GÖR, AMELİNİ YOK SAY!
- Ucub (kendini ve amelini beğenme), sâlih amelleri, ateşin odunu yaktığı gibi yakar bitirir. Ucub, kişinin yaptığı amelin gözüne güzel görünmesinden doğar.
➢Bundan kurtulabilmek için gizli kabahat ve kusurlarımızı gözümüzün önüne getirmemiz ve güzel amellerimizi eksik görmemiz îcâb eder.
- Hattâ kişinin, yaptığı amel ve iyiliklerin duyulmasından utanması lâzımdır... (Kişmî, Berekât, s. 217)
- Bir hayırlı iş yaptığımda mutlaka kendimi kusurlu görüp ayıplarım. Hattâ nefsimi ithâm edip, kendimi sağ tarafımdaki meleğin yazabileceği hayırlı bir amel işlememiş olarak görmeden rahat edemem. Sağ omzumdaki defterin bomboş olduğuna, onu yazan meleklerin boş boş beklediğine inanırım. Bu hâlimle Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını nasıl hak edebilirim ki!?. Şunu biliyorum ki bu âlemdeki herkes pek çok yönden benden üstündür. Hepsinin en şerlisi benim! (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 118, no: 11)
LÂ ve İLLÂ
- Zaman, zikir zamanıdır.
Bütün nefsânî arzularınızı «لَا» kelimesinin içine koyun ki onları kökünden yok edip geriye hiçbir arzu ve gaye bırakmayın... O’nun takdîrine râzı olun!
Kelime-i tevhid zikri esnasında;
«اِلَّا اللّٰهُ: Sadece Allah vardır» sözüne geldiğiniz vakit, bütün bilinen ve hayâl edilenlerin ötesinde bulunan ve bizim için tam bir gayb olan Allâh’ın zâtından başka bir şey gönlünüze gelmesin! Evler, köşkler, çeşmeler, bahçeler, kitaplar ve diğer şeyler insanın zihnine kolayca geliverir. Bunlar sizin vaktinizi almasın! (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, III, 169, no: 2)
- Teheccüd namazını çok kıymetli tut!
Şefaat makamı olan Makām-ı Mahmûd’dan nasîb almak isteyenler, teheccüd namazını hiç kaçırmasınlar!
- Vakitlerimizi dâimâ Cenâb-ı Hakk’ı zikretmeye harcamalıyız.
➢Alışveriş bile olsa, yüce şerîate uygun olarak yapılan her iş, zikir kabul edilir. O hâlde bütün hâl ve hareketlerimizde şer’î hükümlere riâyet edelim ki, bunların hepsi zikir sayılsın.
Zira;
Zikir, gafleti bertaraf etmektir.
Ne zaman bütün fiillerimizde İslâmî emir ve nehiylere uyarsak, işte o zaman emir ve nehiylerin sahibinden gafil kalmamış ve O’nu dâimâ zikretmiş oluruz. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II, 540, no: 25)
GENÇLİK
- En güzel amel işleme zamanı, şüphesiz ki gençlik devridir.
–Akıllı kişi, hayatının bu dönemini zâyî etmeyip fırsatı değerlendirir.
➢Çünkü insanın ihtiyarlık çağına ulaşacağı kesin değildir.
Ulaşsa bile acziyetin ve ihtiyarlığın pençesine düştüğünde, amel-i sâlihleri lâyıkıyla yerine getirmesi çok zordur. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 307, no: 73)
- Dünya âhiretin tarlasıdır.
O tarlayı ekmeyip verimli toprağını boş bırakan ve amel tohumlarını zâyî eden kişiye yazıklar olsun! (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 159, no: 23)
- Çocuklara merhamet edin ve onları Kur’ân okumaya teşvik edin! (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, III, 169, no: 2)
UBUDİYET MAKAMI
- İnsanın yaratılış gayesi, kulluk vazifelerini yerine getirmektir. Kime yolun başında veya ortasında aşk ve muhabbet bahşedilirse, bundan maksat, Hak Teâlâ’nın dışındakilerden alâkayı kesmesini sağlamaktır. Yoksa aşk ve muhabbetin kendisi asıl maksat değildir. Bilâkis bunlar, kulluk makamını elde etmek için birer vasıtadır. Sâlik ancak, mâsivânın esâret ve kulluğundan tamamen kurtulduğu takdirde Allah Teâlâ’nın kulu olabilir.
Velâyet mertebelerinin en üstünü de ubûdiyet (kulluk) mertebesidir.
Velâyet mertebeleri içerisinde bundan daha üstün bir makam yoktur. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 180, no: 30)
- Muhabbette hileye yer yoktur.
Çünkü seven, artık sevgilisine tutkun bir kara sevdalı olup ona muhalefet edemez ve sevgilisinin muhaliflerine de asla meyledemez. Onlara hiçbir şekilde taviz veremez. (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 514, no: 165)
–Bir savaş, iki ordunun ittifâkıyla kazanılır.
- Biri leşker-i gazâ (serhat ordusu),
- Diğeriyse leşker-i duâ (duâ ordusu)dur.
(Gerçek zaferlere nâil olmak; sînesi îman dolu, takvâ sahibi ve ağzı duâlı bir nesil yetiştirmeye bağlıdır.)
- Ölmek felâket değildir.
➢Asıl felâket, öldükten sonra başa gelecekleri bilmemektir.
İRŞÂD EDEBİ
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, irşad vazifesi verdiği talebelerinden birinin mektubuna yazdığı cevapta şu ibretli nasihatlerde bulunur:
“...İrşâdına çalıştığın talebelerden şikâyetçi olduğunu ve onlara kırıldığını yazıyorsun.
Oysa;
➢Senin onlardan değil, onlara karşı kendi tutum ve tavırlarından kırılman ve şikâyetçi olman gerekir.
➢Zira onlara öyle davranıyorsun ki, sonunda bu rahatsızlıkların doğması kaçınılmaz oluyor.
Oysa bir üstâdın, talebelerine karşı güzel davranış sergilemesi tavsiye edilmiştir. Sadece hikâye ve kıssa anlatmak sûretiyle onlarla ahbaplık yapması ve aralarına karışması iyi karşılanmamıştır... (Yani sözden ziyâde davranış güzelliği ile nümûne olabilmek mühimdir.)” (Mektûbât, 209. Mektup)
- Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allâh’a vuslat yolunda mesafe alamaz, yani Hak dostu olamaz.
- Din büyüklerinin yolu, baştan sona edeptir.
BÜYÜK BİR SAÂDET
- İslâm’ın hakikatlerini beyan (ve tebliğ etme) sırasında karşılaşılabilecek eziyetlere de büyük bir saâdet olarak bakmak gerekir.
➢Peygamberler nice eziyetlerle karşılaşmışlar, nice büyük sıkıntılar çekmişlerdir.
- Hattâ peygamberlerin en fazîletlisi HAZRET-İ Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
«Benim gördüğüm eziyeti hiçbir peygamber görmemiştir.» (Bkz. Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 34)
buyurmuştur.
(Mektûbât, 193. Mektup)
SOHBETE
DENK TUTMA!
- Ne olursa olsun hiçbir şeyi sohbete denk tutma!
Görmez misin;
➢Sahâbe-i kiram, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile sohbetleri sayesinde peygamberler dışındaki herkesten üstün oldular.
(İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 428, no: 120)
GAFİLİN SON HÂLİ
–Bir keresinde hasta bir şahsın ziyaretine gitmiştim. Ölüme yaklaşmıştı. Hâline teveccüh ettiğimde gördüm ki, kalbi şiddetli karanlıklar içinde.
Her ne kadar bu karanlığın kalkması için teveccüh ettiysem de hiç kalkmadı.
Çokça teveccühten sonra mâlûm oldu ki;
Bu karanlıklar, küfür ehlinden kendisine sirâyet eden menfî hâllerden kaynaklanmaktadır. Bu sıkıntıların menşei, küfür ehli ile dost geçinmiş olmasıdır.
Bundan sonra anladım ki; bu karanlıkların def’i için teveccüh etmek, yerinde bir iş değil...
Zira onun bu karanlıklardan temizlenmesi, cehennem azâbına kalmıştır ki,
- Küfür ehliyle beraberliğin cezası budur.
Bu arada, şu dahî mâlûm oldu ki; îmandan bir zerre, onu ebedî cehennem azâbında kalmaktan kurtaracaktır. Bu da, o miktar îmânın bereketiyle olacaktır.
Daha sonra hatırıma;
«–Acaba bunun cenâze namazını kılmak câiz mi, değil mi?» suâli geldi. Bu da teveccühten sonra belli oldu ki, onun namazını kılmak yerinde olur.
O müslümanlar ki, îmânın varlığıyla beraber küfür ehlinin âdetlerini icrâ ederler ve onların günlerine hürmet ederler... Onların yine de namazını kılmak gerekir. Onları küffâr arasına katmak doğru olmaz... İşin sonunda, onların ebedî azaptan kurtulmalarını ummak da yerinde olur.
(Bkz. Mektubât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. I, 266. Mektup)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze HİDÂYET REHBERLERİ, Yüzakı Yayıncılık
YORUMLAR