İmam-ı Rabbani Hazretlerinin İbadet Hayatı
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ibadetlere çok ehemmiyet verdiği gibi, talebelerine de çok ibadet etmelerini tavsiye ederdi.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri şöyle buyururdu:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allâh’ın Habîbi olduğu ve en yüce mertebelere ulaştığı hâlde o kadar çok ibadet ederdi ki, mübârek ayakları şişerdi. O’na en güzel şekilde tâbî olan Hak dostları da hep böyle yapmışlardır… Kişi Allâh’a ne kadar çok itaat ve ibadet ederse, o kadar mesâfe alır.”[1]
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri farzlara ilâveten nâfile ibadetleri de ganimet bilmek gerektiğini ifâde eder ve bilhassa teheccüd namazı hakkında şöyle buyururdu:
“Teheccüd namazını çok kıymetli tut! Şefâat makâmı olan Makâm-ı Mahmûd’dan nasîb almak isteyenler, teheccüd namazını hiç kaçırmasınlar!” Bu nasihatinin ardından da şu âyet-i kerîmeyi okurdu:
“Gecenin bir kısmında, sadece Sana mahsus bir fazlalık olmak üzere teheccüde kalk, (Kur’ân, namaz ve zikirle meşgul ol)! Umulur ki Rabbin Sen’i Makâm-ı Mahmûd’a eriştirir.” (el-İsrâ, 79)[2]
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, yaz-kış, seferde ve hazarda çoğunlukla gecenin yarısı, bâzen de gecenin üçte ikisi geçtikten sonra kalkardı. O vakitte okunması sünnet olan duâları okur ve âdâbına uygun olarak büyük bir îtinâ ile abdest alırdı. Abdest suyunu başkasının dökmesini istemezdi. Suyu çok tasarruflu kullanır, kıbleye yönelerek abdest almaya îtinâ gösterirdi. Ancak ayaklarını yıkarken kuzeye veya güneye dönerdi. Her abdestte misvak kullanırdı. Uzuvlarını îtinâ ile yıkar, her defasında, yıkanan uzuvdan ve ellerinden su damlama ihtimâli kalmayıncaya kadar elleriyle suyu silerdi. Abdestte kullanılmış olan suyun temiz olup olmadığı ihtilâflı olduğu için ihtiyaten böyle yapardı. Abdest esnâsında hadîs-i şerîflerde bildirilen duâları okurdu.
Abdestten sonra teheccüd duâsını okur ve namaza başlardı. Tam bir huzur ile ve uzun sûreler okuyarak teheccüd namazını kılardı. İlk zamanlarda teheccüd namazında Yâsîn Sûresi’ni tekrar tekrar okurdu. Son zamanlarında daha ziyâde namazda Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmekle meşgul oldu. Teheccüd namazını bitirdikten sonra huşû içinde murâkabe ve tefekküre dalardı. Sabah namazından evvel sünnete uyarak bir müddet yatardı. Sonra tan yeri ağarmadan tekrar kalkıp abdest alarak sabah namazını kılardı.
Sabah namazının sünnetini evinde kılar, sünnetle farz arasında sessizce “سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِه۪ سُبْحَانَ اللّٰهِ العَظِيمِ” tesbîhini tekrar ederdi. Sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra işrak vaktine kadar mescidde arkadaşları ile virdlerini tamamlar, sonra uzun sûreler okuyarak iki selâmla dört rekât işrak namazı kılar, o vakitte okunması îcâb eden duâ ve tesbihât ile meşgul olurdu.
Sonra evine gider, hanım ve çocuklarının hâllerini sorar, yapılması gereken işleri söylerdi. Ardından odasına çekilip Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Bundan sonra talebelerini çağırır, hâllerini sorardı. Onlara hedefi yüksek tutmayı, sünnete ittibâyı, zikir ve murâkabeye devam etmeyi, mânevî hâllerini gizlemeyi ve fıkıh kitaplarını okumalarını tavsiye ederdi.
Sohbetlerinin çoğu sükût ile geçerdi. Gıybetten ve müslümanların ayıp ve kusurlarını araştırmaktan şiddetle kaçınırdı. Yakın çevresi de ona duydukları hürmetten ve heybetinden dolayı huzûrunda kimsenin gıybetini yapamazlardı. Mânevî hâllerini büyük bir îtinâ ile gizlerdi. Kuşluk namazını odasında sekiz rekât olarak kılar, sonra âilesi ve çocuklarıyla birlikte yemek yerdi. Oğullarından ve hizmetkârlarından biri o esnâda yoksa onun hissesini ayırırdı.
Yemek esnâsında daha çok başkalarına yedirmek ve onların hâl ve hatırlarını sormakla meşgul olurdu. Bâzen de bir şeyler yiyor gibi gözükürdü. Yemeğe ihtiyacı olmadığı hâlde, sadece sünnete uymaya çalıştığı anlaşılırdı.
Öğle yemeğinden sonra, sünnete ittibâ ederek bir müddet kaylûle yapar, öğle namazından sonra bir hâfızdan bir cüz kadar Kur’ân-ı Kerîm dinlerdi. Talebelere verilecek ders varsa verirdi. İkindi namazını ilk vaktinde kılar ve sünnetini hiç terk etmezdi. İkindiden sonra talebeleriyle birlikte sükût hâlinde murâkabeyle meşgul olurlardı.
Akşam namazını ilk vaktinde kılar, farzdan sonra kalkmadan on kere kalben “لاَ إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ” zikrini okurdu. Akşam namazının sünnetini kıldıktan sonra evvâbîn namazı kılardı.
Vitir namazının ilk rekâtında umûmiyetle A‘lâ, ikinci rekâtında Kâfirûn, üçüncüsünde İhlâs sûrelerini okurdu. Vitir namazını bâzen yatsıdan, bâzen de teheccüdden sonra kılardı.
Namazda bütün sünnetlere, menduplara ve âdâba riâyet eder, abdest aldıktan sonra ve mescide girince ikişer rekât namaz kılmaya îtinâ gösterirdi.
Yatsıdan sonra hemen istirahate çekilir, yatarken okunacak duâları okur, çokça zikreder, salât ve selâm getirirdi. Bilhassa cuma ve pazartesi günü ve gecesi böyle yapardı. Hizmetinde bulunanlara ve yanından ayrılmayanlara da, çokça zikre devam etmelerini, murâkabeye dikkat etmelerini ısrarla tavsiye ederdi.
Kur’ân-ı Kerîm okurken onu dinleyenler, Kur’ân’ın sır ve hikmetleriyle duygu derinliğine ulaşırlardı. Namazda ve namaz dışında korku âyetlerini veya hayret ve şaşkınlık bildiren âyetleri okurken, o tarz ve üslûba göre okur, sesinde ve mübârek sîmâsında sanki âyetlerin mânâsı zâhir olurdu. Yolculuk esnâsında dahî bineğinin üzerinde, bir yastığın üstüne koyarak devamlı Kur’ân-ı Kerîm tilâvet ederdi.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Ramazân-ı Şerîf’e de çok îtinâ gösterir, bu mübârek ayda en az üç hatim indirirdi. Hadislerde bildirildiği gibi iftar yapmakta acele eder, sahur yemeğini geciktirirdi. Ramazan’ın son 10 gününde îtikâfa girerdi.
Zekât üzerinde hassâsiyetle dururdu. Herhangi bir yerden bir hediye geldiğinde, üzerinden bir sene geçmesini beklemez, karşılıksız gelen bu tür malların derhâl hesâbını yaparak zekâtını verirdi. Zekât verirken de ilk olarak ıslah ve irşad faaliyetlerinde bulunanları, dul kadınları ve muhtaç durumdaki yakınlarını tercih ederdi.
Hastaları ve kabirleri ziyaret eder, oralarda sünnet olan duâları okurdu. Dâvetlere icâbet eder, ancak günah işlenen meclislere iştirâk etmezdi.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, hamd ve istiğfârı dilinden düşürmezdi. Az bir nîmete bile çok şükrederdi. Bir hususta daha hayırlı olanını yapma imkânı varken hayırlı bir şeyle meşgul olsa bile bundan dolayı çokça istiğfâr ederdi. Bir belâya mâruz kalsa; “Kötü hâl ve amellerimiz sebebiyledir.” buyururdu. Fakat o belâyı, birçok kirleri temizleyen bir sabun gibi görür, belâlara rızâ ve teslîmiyetle katlanmanın, mânen yükselme sebebi olduğunu ifâde ederdi.[3]
Amel-i sâlihlerle dolu, feyizli bir ibadet hayatı yaşamakla birlikte, dâimâ kendini kusurlu görürdü. Talebelerine bunu şöyle îzah ederdi:
“Ucub (kendini ve amelini beğenme), sâlih amelleri, ateşin odunu yaktığı gibi yakar bitirir. Ucub, kişinin yaptığı amelin gözüne güzel görünmesinden doğar. Bundan kurtulabilmek için gizli kabahat ve kusurlarımızı gözümüzün önüne getirmemiz ve güzel amellerimizi eksik görmemiz îcâb eder. Hattâ kişinin, yaptığı amel ve iyiliklerin duyulmasından utanması lâzımdır…”[4]
DİPNOTLAR
[1] Kişmî, Berekât, s. 201.
[2] Kişmî, Berekât, s. 291.
[3] Kişmî, Berekât, s. 217.
[4] Kişmî, Berekât, s. 217.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR