İmam Şâfi’nin Sohbeti

İHSAN

İmam Şâfi nasıl sohbet ederdi? İmam Şâfi Hazretleri’nin sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz.

İmam Şâfi -rahmetullâhi aleyh- bir sohbetinde şöyle buyurur:

TAKVÂYA ULAŞMAYANIN İZZETİ YOKTUR

Toprağın canlılığı, sükûnet içinde yağan bereketli yağmurlarladır. Nefislerin canlılığı da, arzu ve iştiyakladır. Kalplerin feyiz ve rûhâniyet canlılığı ise, hikmetli sözler ile kıvam bulur.

Allâh’ın akıllı kulları şunlardır ki; dünyanın boş hevâ ve heveslerine aldanmazlar. Diğer taraftan da dünyanın ve âhiretin belâ ve imtihanlarından korkarlar. Dünyaya ibretle nazar ederler ve bilirler ki, o aslâ bir fânîye vatan olamaz! O Hak dostları; dünyayı bir deniz, sâlih amelleri de onun üzerinde (âhirete intikal edecekleri) gemiler sayarlar.

Serâbın kendisini görene hıyânet ettiği ve kendisine bel bağlayanların umudunu boşa çıkardığı gibi; nefsânî emel ve ihtiraslar, dünyevî arzu ve emeller de nicelerini perişan etmiştir. İffetli olmayan kişi, insanlık haysiyetini zaafa uğratmıştır. Nefsânî arzuları kuvvetli olanlar, kendilerini ibâdete vererek fücûru bertaraf etsinler.

Amellerin husûsunda ucba ve kibre yani kendini beğenmişliğe ve gurura düşmekten korkarsan, bunu başarmak için, dost olmaya gayret ettiğin Zât’ın rızâsını tefekkür et. Bu amellerin ile hangi nimetleri arzu ettiğini, hangi cezalardan korktuğunu, hangi âfiyetlere şükrettiğini ve hangi musîbetlerden ibret aldığını iyi bir düşün. Bunlardan biri üzerinde dahî hakkıyla tefekkür edebilirsen, amelin gözünde küçülecektir.

İnsanların kıymetçe en yükseği, kendinde bir kıymet görmeyenlerdir. İnsanların en fazîletlisi de, mahviyet içinde yaşayanlardır. Tevâzû, cömert ve asil kişilerin ahlâkındandır; kibir ise, zavallı kimselerin huyudur. Tevâzû muhabbeti doğurur, kanaat ise rahatlığı ve gönül huzûru…

İnsanın şeref ve haysiyeti takvâ iledir. Takvâya ulaşmayanın hiçbir izzeti yoktur. Kişi dünyada ancak dört şeyle kemâl bulur; dindarlık, emin ve güvenilir olmak, koruması gereken her şeyi korumak ve vakarlı olmak.

Kâmil insanın en belirgin özelliği, acziyetinin idrâki içinde olmasıdır. Dünya ve âhiretin hayrı beş haslettedir; gönül zenginliği, kimseyi incitmemek, helâl kazanç, takvâ elbisesine bürünmek ve her hâlükârda Allâh’a güvenmek. Âlimlerin ziyneti takvâ, süsü güzel ahlâk, güzelliği gönülden cömertliktir.

Dünya sevgisi ile Allah sevgisini bir arada toplarım diyen yalan söyler. Dört şeyin azı da çoktur; hastalık, fakirlik, düşmanlık ve ateş. Dünyada en huzursuz kimse, gönlünde haset ve kin tutandır. Kullara düşmanlık beslemek, âhiret için ne kötü azıktır!

Kimin aklı; kendisini her türlü zemmedilmiş, kötü ve ayıplanacak şeyden alıkoyuyorsa, asıl akıllı kimse odur. Bir adam görünüşte ne kadar güzel ahlâklı olursa olsun, bile bile vicdansız ve kötü huylu adamları dost edinirse ahlâksızlıkta onlarla müşterek sayılır. Doğru davranışlı vicdan sahipleri, kötü ahlâklı bayağı kimselerle imtizâc edemezler. Allah’tan korkmayan sefil ruhlu insanlarla beraberlik, utanç sebebidir. Ehl-i dünyânın yakınlığı, sağlam adamı hasta eder.

Sâdık dost, arkadaşının üzüntüsüne ve sevincine ortak olandır. Kardeşlerle sohbete denk bir sürûr, onlardan ayrılığa eş bir gam yoktur. Eğer kardeşine gizlice, ihlâs ve tatlı bir lisanla nasihat edersen, hakîkaten nasihat etmiş olursun. Eğer herkesin içinde dikkatsizce konuşursan, onu yıkmış olursun veya arsız edersin.

İdare etmek için iyi davranmak zorunda kaldığın kimse dostun değildir. İnsanların hepsini hoşnut etmen mümkün değildir. Sen Allah ile aranı düzeltmeye bak. Bunu gerçekleştirdikten sonra insanlara aldırma!

Nefsine zulmedenlerin en zâlimi, yükselince akrabalarına kabalık eden, dostlarını tanımazlıktan gelen, şerefli kişileri hafife alıp fazîlet sahiplerine kibirlenendir.

Sende olmayan bir iyilikle seni methedenin, kızdığı zaman sende bulunmayan bir fenalıkla kötüleyeceğinden şüphen olmasın!

Sana başkalarından söz getiren, senden de başkalarına götürecektir. Memnun ettiğinde; seni, sende olmayan vasıflarla öven kişi, kızdırdığında da senin hakkında sende olmayan kötülükleri sayıp dökecektir.

Riyâsetin beş âleti vardır; sözün doğruluğu, sır tutmak, ahde vefâ, nasihatle başlamak ve emâneti yerine getirmek.

Dilini muhafaza et ey insan. O bir yılandır, seni sokmasın! Konuşmanın seni cezbettiği yerde, sükûta sarıl. Unutma ki, sustuğuna pişman olan pek azdır da, konuştuğuna pişman olan çok kimse vardır.

Amellerin en zorlusu şu üçüdür; azdan cömertlik, yalnızken takvâ ve verâ üzere olmak ile doğruyu söylemek.

Ahmak bana her türlü çirkinlikte hitap eder. Ben ise ona cevap vermeyi çirkin bulurum. Onun ahmaklığı artarken; benim de yandıkça güzel kokular neşreden bir buhur gibi olgunluk ve sabrım ziyadeleşir.

İki husus için tabibin yapabileceği bir şey yoktur: Ahmaklık ve yaşlılık…

Şu üç şeyi üç kimseden gizleyen, nefsine zulmetmiş olur: Hastalığını doktordan, ihtiyacını dostundan ve nasihatini idareciden…

İçinde sana dininden haber verecek bir âlimin ve hastalandığında seni iyileştirecek bir doktorun bulunmadığı memlekette oturma!

Mürüvvet, yani insanlık dört sütun üzerinde durur; güzel ahlâk, cömertlik, tevâzû ve şükür. Mürüvvetin yani insanlığın zekâtı, dâimâ hayırlara vesile olmak ve insanların ihtiyaçlarını gidermeye vesile olmaktır.

Dâimâ hizmet ve gayret içinde ol! Çünkü hayatın gerçek lezzeti, hiç bezginliği olmayan bir yorgunluktadır. İlim bir avdır, yazmaksa onun bağı… Avladığın bilgileri sağlam iplerle bağla… Bir ceylân tutup da onu serbestçe mahlûkatın arasına bırakmak ahmaklıktan sayılır.

İlmin aslı, sebat; semeresi, selâmettir. Verâ yani şüpheli şeylerden kaçınmanın aslı, kanaat; neticesi, rahatlık ve gönül huzurudur. Sabrın temeli, hazımlı olmak; semeresi, zafere ulaşmaktır. Amelin temeli, Allâh’ın muvaffak kılması; neticesi, başarmaktır. Her şeyin gayesi ise, doğruluk, doğruluk, doğruluktur.

Kim dünyayı isterse ilme sarılsın, kim âhireti isterse o da ilme sarılsın. Ey kardeşim, ilme ancak şu altı şeyle nâil olabilirsin; zekâ, azim, çalışmak, maddî imkân, üstâd ile beraberlik ve uzun bir ömür…

Kendini bilmeyene ilim öğreten, ilmin hakkını zâyî etmiş olur. Lâyık olandan ilmi esirgeyen de zulmetmiş olur. İlimde çekişmek, kalpleri katılaştırır ve gizli kinlere yol açar. Kibir ve gurur ile tahsil olunan ilimde felâh yoktur. İlim, âlimin ezberlediği değil, (mânen) fayda gördüğüdür.

Riyâ, âlimlerin basîreti önüne, hevâ-i nefsin diktiği bir fitnedir. Âlimler nefislerinin arzusuna uyarak ona meylederse, amelleri mahvolur. Amelinde ucba düşmekten korkarsan, amelin ile kimin rızâsı, hangi nimetlere heves edip hangi azaptan kaçtığını, hangi âfiyete teşekkür edip ve hangi belâyı hatırlamakta olduğunu düşün. Bunlardan yalnız birini göz önünde bulundursan bile, amelini beğenecek tarafın kalmaz.

Nefsini korumayan kimseye ameli fayda vermez. Bilerek Allah Teâlâ’ya kulluk edenin sırrı uyanır, sır ruhtan ileridedir ve ibâdetin manevî zevkini duyar. Her insanın dostu ve düşmanı vardır. Dostunun mesut, düşmanının rezil olması için Allâh’a kulluk et.

Bir gencin ilmi, onun kalbinde hidâyeti, hayatında istikameti ve ahlâkında güzelliği artırmıyorsa, ona haber verin ki Cenâb-ı Hak, ona puta tapanlarınki kadar ağır bir azap indirmiştir.

Hocama hâfızamın kötü olduğundan şikâyet ettim de bana mâsıyeti terk etmemi tavsiye etti; “çünkü dedi, ilim, Allâh’ın nurudur, Allâh’ın nuru ise bir asiye bahşolunmaz!”

Bir müddet ilim öğrenmenin çilesini çekmeyen, acısını tatmayan kişi, hayatı boyunca cehlin perişanlığı içinde bocalar, durur. Gençliğinde tahsil fırsatını kaçıran ölmüş demektir, ona dört tekbir getir! Allâh’a yemin olsun ki bir gencin hayatiyeti ilim ve takvâ iledir. Bu ikisi olmazsa varlığının bir kıymeti yoktur!

Yüksek faziletler, gösterilen gayret nispetinde kazanılır. Yüksekliğe talip olan, geceleri uykusuz geçirir. Kim ki gayret etmeksizin yükselmeyi arzu ediyorsa; o kişi, ömrünü bir muhalin yani imkânsızın peşinde hebâ ediyor, demektir. İzzet istiyorsun, sonra da gece uyuyorsun, öyle mi? Hâlbuki inci isteyen denize dalar. Kıymetin yüceliği, himmetin yüksekliğiyledir; kişinin izzeti de uykusuz gecelerde…

Yâ Rab, Sen’in rızân için geceleri uykuyu terk ettim, ey Mevlâlar Mevlâsı! Beni ilim tahsiline muvaffak kıl ve beni en ulaşılmaz mertebelere vâsıl eyle…

Ey dünya ve dünyanın süsüyle şeref bulduğunu zanneden! Ölüm binaya da gelecek, bina edene de… Kimin izzeti dünya ve süsüyse, bilsin ki izzeti pek az, zâil ve fânî… Bil ki dünyanın hazineleri altındandır. Sen hazinelerini iyilik ve îmandan biriktir!

Ne kadar isterdim ki, insanlar bu ilmi öğrensinler, bana ondan hiçbir şey nispet etmesinler, beni övmesinler, böylece ben de ecir ve sevabına ereyim. Münâzara ettiğim hiç bir kimsenin hatâya düşmesini aslâ istemedim. Her kim ile konuştumsa onun muvaffak olmasını, kuvvetlenmesini, yardım görmesini ve Allah Teâlâ’nın onu koruyup muhâfaza etmesini istedim. İnsanlar ile münakaşamda, hakkın benim veya onların lisanından çıkmasını hiç nazar-ı itibara almadım. Ortaya koyduğum gerçekleri kabul eden kimseye karşı saygı ve sevgiden başka bir şey düşünmedi. Buna karşı gerçeği kuvvetlendiren delillerimi kabul etmeyip bilerek, inatla kibir edenler de gözümden düştü ve onları kalbimden sildim.

***

Yemen’e bir yolculuk yapmış, ardından Mekke’ye dönmüştü. Yanında 10.000 dirhem vardı. Mekke’nin dışına bir çadır kurdurup, ziyaretçilerini orada kabul etti. Halk bölük bölük ziyarete ve ihtiyaçlarını arz etmeye koştu. On bin dirhemin tamamını gelen fakirlere dağıttı ve “oh, şimdi rahatladım!” buyurdu.

Birisi gelip: “şu hadisle amel ediyor musun?” diye sorunca şu cevâbı verdi: “Allah Rasûlü’nden bir hadis duyacağım da onunla amel etmeyeceğim öyle mi! Beni kiliseden zünnarımla çıkarken mi gördün?” Yine bir başka gün, rivâyet ettiği bir hadis ile amel edip etmediğinin sorulması üzerine titreyip sarsıldı ve şöyle haykırdı: “Be adam! Rasûlullah’tan hadis nakledip de gereğince hükmetmezsem bu yer beni taşır mı, bu gökyüzü beni altında barındırır mı? Elbette onunla amel ediyorum! Onun her sünneti, benim için doyumsuz bir lezzettir, başım gözüm üstünedir!”

Abdullah b. Muhammed el-Belva anlatıyor: Bağdat’a geldiğim zaman Dicle kenarında abdest almak için oturmuştum, birisi yanıma geldi ve dedi ki: “Ey genç, abdestini güzel al ki, Allah Teâlâ sana dünya ve âhirette güzel muamele etsin.” Döndüm baktım, ardında kalabalıkla gidiyor, abdestimi acele ile tamamladım ve onu takip ettim. Bana dönerek: “Bir dileğin mi var?” diye sordu. Ben: “Evet, bildiklerinizden bana da öğretmenizi istiyorum” dedim. O da: “Bilmiş ol ki, Allâh’a sadâkatle kulluk edenler necat bulur, dininden korkan yani son nefeste îmansızlık korkusunu saklayan selâmet bulur. Bugün dünyanın lezzetlerine gönül vermeyen, yarın Allah’tan alacağı büyük mükâfatlarla huzura erecektir. Daha ister misin?” dedi. “Evet” diye istek gösterince:

- Kendisinde üç haslet bulunan îmânını olgunlaştırmıştır; Allah Teâlâ’nın emirlerini başkalarına ulaştıran ve kendisi de kabul eden, Allah Teâlâ’nın yasaklarından başkalarını men eden ve kendisi de çekinen ve Allah Teâlâ’nın çizdiği çerçeve dışına çıkmayıp bunları koruyan” diye bitirdi.

- Daha söyleyeyim mi?” diye sorunca: “Evet” dedim.

- Dünyadan yüz çevir, âhirete dön, her işinde Allâh’a bağlan ki necât bulasın.” dedi ve ayrıldı. Kendisini tanıyamamıştım; kim olduğunu sordum, İmam Şâfiî’dir dediler.”

***

Âriflerin üç makamı olan sabır, mihnet ve temkinden hangisinin daha makbûl olduğu soruldu. Şu cevâbı verdi: “Temkin, peygamberler derecesidir; önce mihnet, sonra sabır ve daha sonra da temkin gelir. Baksana Allah Teâlâ, İbrahim aleyhisselâm’ı evvelâ imtihan etti, sonra temkin verdi. Mûsâ aleyhisselâm’ı da evvelâ imtihan etti sonra temkin ve tahammül verdi. Eyyûb aleyhisselâm’ı imtihan etti, sonra temkin verdi. Süleyman aleyhisselâm’ı evvelâ imtihân etti, sonra temkin ve büyük mülk verdi. Binâenaleyh temkin, derecelerin en üstünüdür. Nitekim Allah Teâlâ: “Ve işte bu suretle Yûsuf’u o arzda temkin ettik.” (Yûsuf, 21) buyurmuştur. Eyyûb aleyhisselâm’a da büyük imtihân geçirdikten sonra kudret verildi. Nitekim: “Ve ona (Eyyûb aleyhisselâm’a) bütün ehlini ve beraberlerinde daha bir mislini bahşettik.” (Enbiyâ, 84) buyurmuştur.

***

Günlerin beraberinde getirdiği hadiseler, seni tesiri altına almasın. Sen iyi bir insan olmaya bak. Zaman içerisinde gelen musîbetler ve belalardan dolayı sabırsızlık gösterme. Dünyanın bela ve musîbetleri devamlı değildir. İnsanlar arasında hatâ ve ayıbın çok olsa bile, ahlakın; iyilik, cömertlik ve vefa olsun. İyilik ve cömertliğin ile hatâ ve ayıplarını ört.

Cimriden iyilik bekleme. Çünkü Cehennemde, susuz kimseye su yoktur. Dünyanın sevinci de, kederi de, bolluğu da, darlığı da devamlı değildir. Kanaatkâr bir kalbe sahip olduğun zaman, sen ve dünyaya sahip olan kimse eşitsiniz.

Ölüm, kimin yanına gelirse, artık onu ölümün elinden kurtaracak ne yer ve ne de gök vardır. Gerçi Allâh’ın yarattığı şu yeryüzü geniştir. Fakat bir kere Allâh’ın hükmü gelince, fezâ bile dar gelir. Ölümün aslâ devâsı yoktur.

Uyanın, mahlûkatın Rabbine tövbe edin ve devamlı olarak iyilik içinde bulunun. Âgâh olun ve haram yolların üzerinde oturmayın. Elinize düşen nimetler sizi azıtmasın. Elinizden çıkan nimetler de sizi üzüntüye koymasın. Mahlûkatın Rabbi sizin hepinizi dünyadan, selâm evi olan cennete çağırıyor.

Allâhım, yalancılardan ve gâfillerin yüz çevirmesinden sana sığınırım. Allâhım, âriflerin gönlü sana eğilir, isteklilerin boynu sana karşı zelil olur. Ey Rabbim, cömertliğini bana bağışla, Settâr isminle benim kusurlarımı ört, lütfu kereminle kusurlarımı affet.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları