İmamın Cemaatten Yüksekte Durması ile İlgili Hadisler

Camilerde imamın cemaatten yüksekte olması doğru mudur? İmamın cemaatten yüksekte durması ile ilgili hadisler...

Hemmam radıyallahu anh’dan:

Huzeyfe radıyallahu anh, Medâin’de kendisi bir sedir üzerinde olduğu halde cemaate imam oldu. Ebû Mes’ûd da Huzeyfe’nin gömleğinden tuttu ve onu çekti. Namazdan çıkınca Ebû Mes’ûd ona:

Bilmiyor musun? Eshab cemaatten yüksek yere durmaktan nehyolundular, dedi. Huzeyfe:

Evet sen beni çekince hatırladım, cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Salât, 67/597)

*

Adiy bin Sâbit el Ensarî radıyallahu anhdan:

Bana da bir adam anlattı. O kimse Medâin’de Ammar bin Yâsir ile birlikte bulunuyormuş. Namaza kametlenmiş, Ammar öne geçmiş, bir sedir üzerine durmuş, cemaat ta ondan daha aşağıda (olduğu halde) onlara namaz kıldırıyormuş. Huzeyfe öne geçmiş Ammar’ın elinden tutmuş çekmiş. Huzeyfe, Ammar’ı indirene kadar, Ammar Huzeyfe’yi takip etmiş. Ammar namazdan çıkınca, Huzeyfe ona Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işitmedin mi?

“Bir kimse cemaate imam olduğu vakit, cemaatin durduğu yerden daha yüksek bir yerde durmasın.” dedi veya buna benzer bir söz söyledi.

Ammar da sen elimden tutunca, arkandan onu (hatırladığım) için geldim ya, demiş. (Ebû Dâvûd, Salât, 67/598)

Hadisin Açıklaması

İmamın tek başına cemaatin durduğu yerden yüksek bir yere durması mekruhtur. Veya imamın tek başına aşağıda cemaatin yukarıda olması da böyledir. İmamla cemaat arasındaki yükseklik farkı otuz beş santimi geçmemelidir. (Bezl-ül-Mechüd, c. 4, s. 219)

Kaynak: İbrahim Koçaşlı, Sünen-i Ebî Davud ve Tercemesi, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İMAMLIK YAPMASI MEKRUH OLAN KİMSELER

İmamlık Yapması Mekruh Olan Kimseler

İMAMLIĞA EN LÂYIK OLANLAR İLE İLGİLİ HADİSLER

İmamlığa En Lâyık Olanlar ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.