Îman Lâyıkına Muhabbet ve Müstehakına Nefrettir

İman, Müslümana nasıl bir şuur ve sorumluluk verir? Peygamberimizin eşi, Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habîbe -radıyallâhu anhâ- evine gelen ve daha Müslüman olmamış babasına nasıl muamele ediyor?

Hudeybiye Musalâhası / Antlaşması on sene devam edecek şekilde imzalanmıştı. Lâkin henüz iki yıl geçmişti ki; Kureyşli müşrikler, müslüman bir kabîleye karşı düzenlenen kanlı bir baskına yardım ederek muâhedeyi bozdular.

Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldi ise de, iş işten geçmişti. Durumu düzeltmek için Kureyş’in reisi Ebû Süfyan, çaresiz ve bin pişman olarak Medine yollarına düştü. Medine’de, hiç kimse Ebû Süfyan’a yüz vermedi.

Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habîbe -radıyallâhu anhâ-; Mekke devrinde müslüman olmuş, Habeşistan’a hicret edenlerle oraya gitmişti. Daha sonra Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile evlenerek Medine’ye gelmişti. Ebû Süfyan, kızını ziyaret ederek ondan destek almak istedi.

Lâkin Ümmü Habîbe Vâlidemiz; babasına destek olmak şöyle dursun, evine kadar gelen babasının oturmak istediği minderi dahî altından çekip aldı.

Ebû Süfyan şaşırdı. Hayretle;

“–Kızım, minderi mi bana, beni mi mindere lâyık görmedin?” diye sordu.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sevgisinde fânî olan Ümmü Habîbe Vâlidemiz, şöyle cevap verdi:

“–Bu minder, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aittir. Bunun için sen necis bir müşrik olarak ona oturmaya asla lâyık değilsin!”

Ebû Süfyan işittiği bu cevap karşısında donup kaldı:

“–Kızım, sen bizden ayrılalı bir acayip olmuşsun!” dedi.

Fakat Ümmü Habîbe;

“–Hayır, Allah beni İslâm ile şereflendirdi.” diyerek îmânın her şeyin üzerinde olan ulvî değerini hatırlattı. (İbn-i Hişâm, IV, 12-13)

Bu tavizsiz hâl, sadece Ümmü Habîbe -radıyallâhu anhâ-’nın tavrı değildir. Cenâb-ı Hak; Fetih Sûresi’nin son âyet-i kerîmesinde, ashâb-ı kirâmın vasıflarını sayarken ilk olarak şu sıfatı zikreder:

“…Onlar küffâra karşı (asla taviz vermezler, onlara temâyül etmezler, onlara karşı) şiddetlidirler…” (el-Fetih, 29)

Çünkü;

Îman, lâyıkına muhabbet ve müstehakkına nefrettir.

ÎMAN ve MUHABBET

Yani îman;

  • Allâh’ı sevmektir. Rasûlullah Efendimiz’i sevmektir. Allah ve Rasûlü’nün sevdiklerini sevmektir.

Yine îman;

  • Allâh’a ve Rasûlü’ne düşmanlık edenlere, dînine tecavüze kalkanlara ise nefrettir. Onlara buğzetmek ve onları asla sevmemektir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Aralık, Sayı: 238

İslam ve İhsan

ÎMANIN BEDELİ NEDİR?

Îmanın Bedeli Nedir?

KAMİL İMANIN ALAMETİ

Kamil İmanın Alameti

İMANIN ANAHTARI

İmanın Anahtarı

İMANIN MERKEZİ

İmanın Merkezi

İMANIN ZİRVESİ

İmanın Zirvesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.