İman ve İnkar Bakımından İnsanlar
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Hasta ile sağlıklı bir insanın psikolojisi bir olur mu? Nasıl bunlar bir olmaz ise iman edip salih ameller işleyen bir kul ile inkar edenlerin psikolojisi bir olmaz. İman eden ve etmeyenler arasında ki ruha ve fiiliyata yansıyan şeyler nelerdir? İman eden ve etmeyenler arasında ki psikoloji farkı nasıldır?
En’âm sûresinde şöyle buyrulur: “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi onun kalbini daraltır. Allah, inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.” (6/125)
Kurân-ı Kerîm insana insanı tanıtıyor. İyiliği, doğruluğu teşvik edip kötülüklerden sakındırmak için, inananla inanmayanın belirgin vasıflarını haber veriyor.
Mesela, mü’minlerin yürümelerini, konuşmalarını evsafını tarif etmek üzere; “Rahmân’ın kulları yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında, (incitmeksizin) “Selam” deyip geçerler” buyruluyor. (Furkan 25/63)
İnkarcıların hal ve tavırları tanıtırlıken; Yeme içmede hayvanlar gibi şehvetlerine düşkün oldukları belirtiliyor. (Bkz. Muhammed, 47/12) Sözlerindeki bariz vasfı, “Konuşurken içinde olmayanları söylerler” (Âl-i İmrân 3/167) diye bildiriliyor. Bir bakıma alışveriş sayılabilecek tercihlerinde nasıl yanıldıkları, “Hidayete karşılık dalaleti satın alırlar” (Bakara 2/16) cümlesiyle haber veriliyor. Yüce Kitap’ta iman edenler de, inkarcılar da jest ve mimiklerine kadar resmediliyor diyebiliriz.
Konumuzu teşkil eden âyet-i kerîmede ise, sadrı İslâm’a açılanlarla, dalalet bataklığında göğsü daraldıkça daralanların hâlet-i rûhiyelerini anlamaya medâr olacak işeretler var. Âyet-i kerîme, “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar” cümlesiyle başlıyor. Bilindiği üzere göğüs genişliği kuvvetle nefes alıp verebilmekten kinayedir. Bu da kalbin ferahlığına, neşata işarettir. Tefsirde belirtildiğine göre âyet-i kerimede bahsedilen şerh-i sadrdan maksat, hakkı seve seve kabule hazır kalb demektir. Bunu engelleyecek manilerden arınmış bir gönüldür.
Bir şeyin neticesi başlarken yapılan tercihlere göre hâsıl olur. Bu sebeple, adil-i mutlak olan Allah Teâla, kendi iradesiyle ve gönül hoşluğu ile hakka tabi olanların göğsüne genişlik veriyor ki, din-i mübinin başkalarına ağır gelen mükellefiyetleri onlara zor gelmiyor. Tekliflerin icrâsıyla neşe ve neşat buluyorlar. Çünkü onlar başlangıcı neticesini, neticesi başlangıcını doyuran bir kaynaktan besleniyorlar; İnançları kendilerini hayırlı amellere teşvik ediyor, hayırlı amelleri imanlarını arttırıyor. Bu sebeple malî ve bedenî fedakarlık gerektiren emirlerin ifâsı onların elinde kolaylıkla mümkün oluyor.
Rûhu’l-Beyân’da şöyle deniyor; Bu âyet-i kerîme nazil olunca Efendimiz’e şerh-i sadrın mahiyeti soruldu. Cevaben buyurdular ki; “O Allah’ın mü’minlerin gönüllerine attığı bir nurdur, onunla sadırları münşerih olur.”
Ya Rasûlallah, bunun alameti var mıdır deyince, “Evet vardır” buyurdular ve şöyle açıkladılar; “Ebediyet yurduna yönelmek, aldanma yurdundan uzaklaşmak ve gelmezden evvel ölüme hazırlanmak.”
MÜNAFIKLAR VE EVHAMA - KARAMSARLIĞA KAPILANLAR
Allah “kimi de saptırmak isterse, göğe çıkıyormuş gibi onun kalbini daraltır.” Sıktıkça sıkar; onun yüreğinin daralması sıradan bir yokuşa tırmanan gibi değildir. Bilakis, gövdesi göğe ağdırılan adam gibi içi daralır. Kendisine iman etmek teklif edilse yahut İslâm’ın emirlerinden birini yerine getirmesi istense, dinin çirkin gördüğü bir şeyden sakınması söylense, bu tür tekliflerden nefes almakta zorlananlar gibi bunalır. Göğe tırmanmak bir insana nasıl imkansız görünürse, bunlar da kendisine öyle güç gelir. Çünkü o, gönül huzurunu hakka tabi olmakta değil, batıla uymakta aramıştır. Ayet-i kerîmenin bu cümlesi ile sanki -bundan önceki âyetlerde işaret edilen- fıtratını şirk ile bozmuş, rûhunu kibir ve hasetle kirletmiş ve insanları iman etmekten alıkoymak için çalışmış mütekebbirlerin iç âlemleri açığa vurulmaktadır. Bu, inkarcı karakterin rûh halini meydana çıkarması bakımından önemlidir.
Şunu diyebiliriz: küfür en büyük bağnazlıktır. Düşünce serbestliğinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü onun kökü, bir şeyin aslını araştırıp sağlam delillerle sübûtunu tesbit etmeye mani olacak derecede körlük ve sağırlığa dayanır. İnançsızlığa en yakın özelliklerden kibir ve hasedi içinde barındırır. Oysa bunlar, insan fıtratındaki iyi hasletleri söküp çıkarır. (Bkz. İbn-i Kesîr) Demek ki, İslâm’ın kerih gördüğü fiiller kişiyi imansızlığa, imansızlık da karamsarlık ve evhama sevk ediyor.
Nitekim münafıkların özellikleri tarif edilirken: “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşsalar sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendileri aleyhine sanırlar…” (Münafikun, 63/4) buyrulur. Çünkü onların, daldıkları günah bataklığında gözleri kör, kulakları sağır olmuş, basîretleri körelmiştir. İşleyegeldikleri fenalıklar sebebiyle Allah da onların sadrındaki darlığı artırmıştır.
Şimdi, İslam’ın insanlığa huzur getirecek umdelerinden her zaman rahatsız olanların, nasıl bir kısır döngü içinde olduklarını tasavvur edebiliyor musunuz?
İMAN EDEN VE ETMEYENLER
Âyet-i kerîme “Allah, inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir” cümlesiyle sona eriyor. Demek ki, mü’minlere bahşedilen hidayet nuru salih amellerle bereketlendiği gibi, inkarcıların üzerine atılan murdarlık da kendi fiilleri neticesinde artıyor…
İnsanoğlunun fikriyatı düz bir seyir takip edebilir. Yaşı ve ilmî müktesebâtı ile orantılı olarak gelişebilir. Halbuki duygu ve hissiyatı değişken ve sârîdir. İnkarcılara benzemekten şiddetle sakınması gereken bir müslüman için, benzeşme ve yakınlaşmanın en tehlikelisi ise kalbî yakınlıktır.
Konumuzu teşkil eden ayet-i kerimede mü’minlerin imanını, inkarcıların küfrünü arttıran fiillerinin sebeplerine dair nezih işaretler olduğuna inanıyoruz. Çünkü iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla, insanlar arasında inanç farkını unutturacak ölçüde etkileşim olabilmektedir. Nice insanımıza müslümana yakışmayan davranışların sirayet ettiği görülebilmektedir.
İnkarcıların üstüne atılan murdarlığın üzerimize sıçramaması için, işlediklerimiz sadrımızı şerh edecek özellikte ve güzellikte olmalı. Davranışlarımız İslâm’ın adı anıldıkça göğsü daralanlarınkine benzememeli.
OKU/DÜŞÜN
Edebimiz Her Şeyimizdir
“Mü’minler arasında edepsizliğin yayılmasını arzu edenler için dünyada da ahirette de acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nûr,24/19)
Bazı suçlar, hem dünyada hem ahirette cezayı gerektiren büyük günahlardandır. Çünkü onlardaki fenalık umuma şamildir.
Eğer bazı suçların vebâlini hatırlatmanın toplumu ayakta tutan erdemleri koruyacağına inanıyorsak, bu tür kabahatlerin başında edepsizliğin mü’minler arasında yayılmasına sebep olacak söz ve fiiller sayılmalıdır. Ve buradaki ihtar, sadece âyetin nüzûl sebebine bağlı ifk hadisesi ile sınırlanmamalıdır.
Düşünün; böyle bir şeyi arzu etmenin bile Allah katında büyük günahlardan olduğu belirtiliyor. Çünkü fesatcıların hedefi, öncelikle zihinleri bulandırmaktır. Ve toplumdaki iffet duygusunun muhafazası, müslümanlar için elzem olduğu kadar, İslam toplumunun nezafetini insanlığa göstermesi bakımından da önemlidir.
“Başkasının edepsizliğe sürüklenmesinden bana ne” diyemeyiz. Çünkü edeb, haya, iffet, nezaket ve diğergamlık gibi erdemler müsülmanları birbirine kenetleyen tutkallardır.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, 2009 - Ocak, Sayı: 275, Sayfa: 026
YORUMLAR