İmân Zâfiyetinden Kurtulma Yolu
Âhiretteki hâlimizin ne olacağına dâir ilk ve net işâret, son nefesteki hâlimizde ortaya çıkmaktadır.
Son nefesinde ebedî kurtuluşa erme mücâdelesi veren îmân kahramanları ve nâil oldukları mükâfâtlar, hidâyet rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere birer ibret levhası hâlinde sergilenmektedir:
Nitekim Firavun’un sihirbazları, Hazret-i Mûsâ’nın gösterdiği açık bir mûcize karşısında:
“–Âlemlerin Rabb’ine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabb’ine îmân ettik!” diyerek derhal secdeye kapanmış, îmân nîmetiyle şereflenmişlerdi.
Lâkin ahmak Firavun, öfkelenmiş ve sâhip olduğu saltanat ve gücüyle sanki vicdanlara da hükmedebilirmiş gibi onları tehdîd etmişti:
“–Ben size izin vermeden ona îmân ettiniz ha! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!..” demişti.
Sihirbazlar ise büyük bir îmân vecdi içinde:
“–Senin zulmün bize bir zarar veremez! Senin zararın dünyaya âittir. Âhiret saâdeti ise, ebedîdir!” diyerek îmân celâdetiyle tavır koymuşlardı.
İMÂN ZAAFI
Ne ibretlidir ki bu çetin zulüm karşısında bile onlar, zulümden kurtulabilme derdine değil, son nefeste bir îmân zaafı göstermeksizin Müslüman olarak can verebilmenin endişesine düşerek Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ ettiler:
رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ
“...Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al!” (el-A’raf, 126)
Nihâyet nâil oldukları hidâyetin bedelini, kol ve bacaklarının çapraz kesilmesi şeklinde ödeyerek şehîd ve velî olma şerefiyle Cenâb-ı Hakk’a kavuştular.
İMÂNIN BEDELİ
Zâlimler, Ashâb-ı Uhdûd’u da, Allâh’a îmân etmelerini suç sayarak, içi ateş dolu hendeklere atıyorlardı. O sâdık mü’minler ise, bu zulme rağmen inançlarından vazgeçmediler ve dâvâları uğruna korkusuzca ölüme giderek îmânlarının bedelini Hak Teâlâ’ya yüksek bir îmân vecdi içinde ödediler. Zîrâ Allâh’tan hakkıyla korkanlar, başka hiçbir şey karşısında korku duymazlar.
Ashâb-ı Karye’den Habîb-i Neccâr, îmânı ve irşâdı dolayısıyla taşlanarak katledilmişti. Fakat bu dünyaya âit pancurların kapandığı son nefesinde, gideceği âleme âit pencereler açılıp nâil olacağı ilâhî lutuflar kendisine gösterilince o, kavminin gafletine acıyarak:
“...Keşke kavmim bunu bilseydi!..” (Yâsîn, 26) dedi. Zîrâ kendisine, fânî âlemdeki taşlanmasının karşılığında sonsuz bir saâdet bahşedilmişti.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları, 2013