İmanda Artma ve Eksilme Olur mu?

İmanın azalıp eksilmesi ve artması konusunda alimlerin görüşü nedir? İmanın artması veya azalması mümkün müdür?

Mevzûya farklı açılardan bakan İslâm âlimleri îmânın artması ve eksilmesi konusunda farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

İMANDA ARTMA VE EKSİLMEYİ KABUL ETMEYENLER

Konuya “tasdîk” açısından bakanlar, îmânın artmasını ve eksilmesini kabul etmemişlerdir. Başta Ebû Hanîfe (ö.150/767) ve tâbîleri olmak üzere Mâtürîdî kelâmcıların çoğunluğu îmânın artmayacağı ve eksilmeyeceği görüşündedirler. Zira bunlara göre, îmân, inanılacak hususları “kalp ile tasdik”ten veya “kalp ile tasdik ve dil ile ikrâr”dan ibârettir. Tasdik de; “Hazret-i Peygamber’in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen hususlarda onun doğruluğunu içten benimsemek” olduğuna göre bu, tektir; ya olur veya olmaz. Tasdik için artma ve eksilme söz konusu olamayacağından îmân için de artma ve eksilme söz konusu olamaz.

Bu konuda Ebû Hanîfe şöyle der: “Îmân, ikrâr ve tasdiktir. Yerdekilerin ve göktekilerin îmânı artmaz ve eksilmez. Mü’minler, îmân ve tevhidde eşittirler. Ancak amellerde birbirlerine üstünlükleri söz konusudur.”[1] Yine Ebû Hanîfe’ye göre, mü’minler gerçekten mü’mindirler, kâfirler de gerçekten kâfirdirler.[2] Mü’minin îmânında, kâfirin küfründe şüphe yoktur. Îmânın artması, küfrün eksilmesiyle; îmânın eksilmesi, küfrün artmasıyla tasavvur olunabilir. Halbuki bir şahsın aynı anda hem mü’min, hem kâfir olması mümkün olamayacağına göre îmânın artması ve eksilmesi de mümkün olamaz.[3] Kişi îmân edince; tâat da işlese, mâsiyet de işlese tasdik bâkîdir, onda değişme olmaz.[4]

İMANDA ARTMA VE EKSİLMEYİ KABUL EDENLER

Bunları iki grupda ele alabiliriz: Birinci gruptakiler, îmânın, “tasdik, ikrâr ve amel” olmak üzere üç rüknü olduğunu ileri sürenlerdir. Ameli yani dînî emirlerin yapılması, dînî yasaklardan uzak kalınmasını îmânın bir rüknü ve parçası sayanlara göre amele paralel olarak îmân artar ve eksilir. Mûtezile ve Hâricîler bu görüştedir. Ehl-i Sünnetin Selef âlimlerine göre de amel îmânın bir rüknüdür ve amele göre îmân artar ve eksilir. Ancak bunlara göre amel, kâmil îmânın bir rüknüdür. Bu sebeple îmânın aslında bir artma ve eksilme olmaz, kemâlinde olur.[5]

İkinci grupdakileri de ikiye ayırmak gerekir: Bir kısmı; Kur’ân-ı Kerîm’de îmânın arttığını ifâde eden âyetlere[6] dayanarak îmânın artmasını kabul edenlerdir.

Bunlardan bazılarına göre bu artma, Hz. Peygamber devrinde îmânın tafsil (ayrıntı) yönünden artmasıdır. Zira vahiy inmeye devam ettiği için ashâbın, her yeni inen âyete ve bunların hükümlerine de inanması gerekiyordu. Böylece onların mevcut îmânlarında bir artış oluyordu.[7]

Bazılarına göre ise bu artış daha sonraki devirler için de söz konusu olabilir. Zira İslâm’a yeni giren birisi, bütün dînî hükümleri bilemez. Önce kelime-i şehâdet getirerek îmân eder, sonra dînî hükümleri öğrenmeye ve öğrendiklerine îmân etmeye devam eder. Böylece dînî bilgileri ve buna paralel olarak îmânı artmaya devam eder.[8]

Bir kısmı ise bu artmayı ve eksilmeyi, îmânın kuvvetli ve zayıf olması, îmânın nûrunun artması, îmânda sebat ve devamlılık anlamında değerlendirmişlerdir.[9] Nitekim Hazret-i İbrâhîm’in (a.s.) îmânı tam olduğu hâlde o, Allah Teâlâ’dan ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini istemiş, Allah Teâlâ: “Yoksa inanmadın mı?” buyurunca; “İnandım, fakat (gözümle de görerek) kalbimin yatışması için (bunu) istedim” (Bakara, 2/260) demişti. Bu âyet, îmânın “yakîn” bakımından artacağına yani îmânın kemâlinde bir artış olabileceğine delâlet etmektedir.[10]

Îmânın kuvvetli ve zayıf olması anlamında artma ve eksilme olabileceğini her akıl sahibi kabul eder. Nitekim Hz. Peygamber’in îmânıyla herhangi bir mü’minin îmânı bu açıdan eşit değildir. Çevremizde gördüğümüz mü’minlerin, dînî emir ve yasaklara karşı tutumları, onların îmânlarının kuvvetliliği ve zayıflılığıyla doğrudan ilgilidir.

Netice olarak îmân, tasdik bakımından artmaz ve eksilmez. Ancak yakîn (kuvvetlilik ve zayıflık) bakımından artar, eksilir.

Dipnotlar:

[1] Ebû Hanîfe, a.g.e., s. 6.

[2] Bunu belirten âyetler için bk. Enfâl, 8/4; Nisâ’, 4/151.

[3] Ali el-Kârî, a.g.e., s. 160.

[4] Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, 156-157.

[5] Cüveynî, el-Akîdetü’n-nizâmiyye, 90; Pezdevî, Usûlü’d-dîn, s. 153; Râzî, Muhassal, s. 239.

[6] Meselâ Âl-i İmrân, 3/173; Enfâl, 8/2; Ahzâb, 33/22; Feth, 48/4; Müddessir, 74/31.

[7] Ebu’l-Muîn Nesefî, Tabsıratu’l-edille, II,416; Sâbûnî, Bidâye, 90.

[8] Taftâzânî, g.e., s. 156.

[9] Nesefî, Tabsıra, II,416; Sâbûnî, g.e., s. 90; Taftâzânî, a.g.e., s. 157.

[10] Ali el-Kârî, g.e., s. 159.

Kaynak: Prof Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

İMAN NEDİR? İMANIN TANIMI VE KAPSAMI

İman Nedir? İmanın Tanımı ve Kapsamı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.