İmanda Tefekkür Derinliği
Kur’ân-ı Kerîm’de tefekkür ve tezekkürü hatırlatan pek çok âyet-i kerîme var.1 Bunlar içinde Âl-i İmrân sûresine bakıyoruz; şöyle buyruluyor: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.
Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın!” diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamber aleyhisselamı ve onun tebliğ ettiği Kur’ân’ı) işittik, hemen îman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, rûhumuzu iyilerle beraber al. Ey Rabbimiz! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla va’d ettiklerini de ikram eyle ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme. Şüphesiz sen va’dinden caymazsın.”2
İLAHİ SANAT "TAM VE TEMİZ AKIL SAHİPLERİNDE" UYANIŞLARA VESİLE OLUR
Bu mübarek âyetlerde, göklerin ve yerin yaratılışı ile gece ve gündüzün değişimi, bir başka deyişle, mekân ve zamanın ilâhî kudrete delâleti akl-ı selîmin dikkatine sunulmaktadır. Bundan sonrasında ise varlığın gerçek bilgisine ulaşmaya gayret edilmesi istenmektedir. Bunu yapabilenlerin, tefekkürde derinleşebildiği ölçüde yaratılanlardaki ilâhî kudretin izlerini sürebileceklerine işaret edilmektedir. İlâhî sanatın cereyânını seyrederken, içten bir tazim ile Allah’a hamd etmenin lüzumuna işaret edilmektedir. Ancak burada bahsedilen delîllerin bütün akıl sahiplerine değil, “tam ve temiz akıl sahipleri” demek olan “ulü’l-elbâb” için uyanışlara vesîle olacağı özellikle belirtilmektedir.
Bu hususta Bakara suresinde “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok delîller vardır.”3 buyrulmuş ve vahdâniyyet-i ilâhiyyenin ispatı sadedinde sekiz delîl sayılarak bütün akıl sahiplerine hitap edilmişti. Konumuzu teşkil eden âyetlerde ise oradaki delillerin özeti mâhiyetinde yer ve göklerin yaratılmasıyla gece ile gündüzün birbiri ardınca döndürülmesi zikredilmiştir. Çünkü Bakara suresi âyetinde vahdâniyyet-i ilâhî anlatılırken ma’rifetullahın başlangıcı söz konusu idi. Burada ise ma’rifetullahta terakkîden bahsetmek gerekiyor. Nitekim Fahreddin Razî (rh.a.) şöyle demiştir; “Hak yolun yolcusu için ilk başta lâzım olan Allah’ın birliğine delâlet eden delîlleri çoğaltmaktır. Fakat kalp bir kere ma’rifet nûruyla aydınlandıktan sonra delîllerle uğraşmak zâit olur. Hatta bu, kişiye perdedir ve terakkîsine mani olur.”4
ÜÇ HALDE ALLAH'I DAİMA ZİKREDERLER
Tefsirde belirtildiğine göre “ulü’l-elbâb” ayakta iken, otururken ve yatarken yani insanın bulunabileceği her üç halde daima Allah’ı zikrederler.
Onların zikre müdavemeti; yükselme, orta derecede bulunma ve aşağılara düşme hallerini şâmildir. Öfke ve sevinç, varlık ve yoksulluk, yorgunluk ve istirahat gibi değişimler de onların zikre devamına engel teşkil etmez. Uyku, baygınlık ve ölüm dışında (temiz olarak bulundukları) her durumda, hâlen ve lisânen zâkir ve şâkirdirler. Elleri bir işle meşgul olsa, dilleri konuşsa da gönülleri hep O’nunladır. Tam ve temiz akıl sahipleri her hâl ve durumda muhabbetullah ile meşgul oldukları için kalben daima O’nunla olurlar. Bütün mahlûkatın bir hikmete mebnî yaratıldığının bilincinde olarak, onu yaratılış gayesi dışında kullanıp da azaba dûçâr olmaktan Allah’a sığınırlar. Duâ ve yakarışlar dillerinin virdi olur.
Abdullah b. Ömer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) bir gece gözyaşları seccadesini ıslatacak kadar ağlamış; tefekkür ve tezekkür ederek Kur’ân okumuştu. “Allah Teâlâ geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiş olduğu halde ağlıyor musun?” diyen Bilâl (r.a.)’a; “Şükreden bir kul olmayayım mı?” demiş ve konumuzu teşkil eden âyetlerin nüzulünü haber verdikten sonra “Vay bunu okuyup da, düşünmeyene!” ihtarında bulunmuştur.5
Konumuzu teşkil eden âyetlerle Peygamberimiz’in îkazı şunu işaret ediyor ki kâmil mü’minler, eserden zâta varan bir muhabbet yolunun yolcularıdır. Bir de şu var; mü’minler, îmanını ve Peygamberimiz’e itaatini vesîle edinerek Allah’ın affını dileyebilir. Sonra esas enerjisini bu yönde sarf etmeli; Allah’ın râzı olduğu bir kul olarak yaşamalı, sâlihlerle beraber olmaya çalışmalı ve ahirette de onlarla birlikte haşrolunmak için dua etmelidir. Bahtiyarlığın en büyüğü olan îman, nîmetlerin en büyüğü olan aklı öncelikle bu yönde kullanmayı gerektirir.
Dipnotlar: 1) Bkz; Bakara sûresi, 2/219; 266; En’âm sûresi, 6/50; A’râf sûresi, 7/176; 57; Yûnus sûresi, 10/16. vb. 2) 3/190-194. 3) 2/164. 4) Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 2, s. 1257. 5) Buhârî, Tefsîru Sûre, 48.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, 369. Sayı