İman İçin Candan Geçenler
İmanları uğruna canından geçenlerin ibretlik kıssaları...
Firavun, Hazret-i Musa’yı mağlûp etmek niyetiyle, devrin en namlı sihirbazlarını topladı. Musa -aleyhisselâm-’ı mağlûp etmeleri hâlinde onlara büyük mükâfatlar va‘detti.
Tayin edilen gün geldi. Sihirbazlar maharetlerini sergiledi. Hazret-i Musa ise, Cenâb-ı Hakk’ın emriyle asâsını attı. Asâ ejderhâ olup bütün sihirleri yuttu. Sihirbazlar; mûcizenin kendi sihirlerine üstünlüğünü görünce, Hazret-i Musa’nın risâletinin hak olduğunu idrâk ettiler, îmân ettiler, derhâl secdeye kapandılar.
Ahmak Firavun buna çok gazaplandı. Onları ağır zulümlerle katledeceğini haykırdı.
Fakat îmânın lezzetini tadan sihirbazlar, ölümü istihfaf ve istihkar ettiler. Firavun’un tehditlerine karşı;
“‒(Ey firavun!) Neye hükmedersen hükmet! Senin hükmün ancak bu dünyada geçer!” (Tâhâ, 72) dediler.
“«‒Biz zaten Rabbimiz’e döneceğiz. Sen sadece Rabbimiz’in âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun.
Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al!» dediler.” (el-A‘râf, 125-126)
Câlib-i dikkattir ki, âdetâ îmânı ve tevhîdi muhafaza ederek bir an önce şehîden ölmek arzusuyla; “Yâ Rabbî bizi kurtar!” bile demediler.
Ashâb-ı Uhdûd da öyleydi. Onlar da tevhîdi korumak için zâlimler tarafından ateş çukuruna atıldılar. Taviz vermediler.
Tevhid üzere olan Îsevîler; putperest Roma’nın zulümleri karşısında, arenalarda aslanların dişleri arasında îmanlarını korudular.
Habîb-i Neccâr da îmânı muhafaza için, Allah yolunda taşlanarak öldürüldü. Merhametle çarpan kalbi, kendisini taşlayarak öldürenlerin hidâyete ermeleri için şöyle temennîde bulunuyordu:
“Keşke Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrâma mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi…” (Yâsîn, 26-27)
Onlar şehîd oldular, can verdiler, ama taviz vermediler.
Ashâb-ı Kehf de îman hassâsiyetinin bir başka misâlidir. Onlar münkir ve fâsık kavimlerinin içerisinde, îmanlarını koruyamama endişesiyle, her şeyi geride bırakıp bir mağaraya sığındılar ve şöyle niyâz ettiler:
رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا
“Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) vaziyetimizden bir kurtuluş yolu hazırla!..” (Bkz. el-Kehf, 10)
Bunların hepsi tevhid mücadelesidir.
Tevhid imtihanı zor zamanlarda ortaya çıkar. Hayatında böyle işkencelerle karşılaşmayan bir mü’min de düşünmelidir ki;
Her ferdin son nefesi de o en zor zamanlardan biridir. Çünkü o şiddetli anda, şeytan türlü desîselerle onun îmânına hücum edecektir.
Bu sebeple;
Cenâb-ı Hak, her Fâtiha’da şöyle niyâz etmemizi tâlim buyurmaktadır:
صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ
“Kendisine nimet verdiklerinin yoluna (eriştir!)”
Kendisine Cenâb-ı Hak tarafından nimet verilenler;
‒Nebîler,
‒Sıddîklar,
‒Şehidler ve
‒Sâlihlerdir. (Bkz. en-Nisâ, 69)
Bir mü’minin kalbini; ehl-i küfrün ve ehl-i fıskın kötü tesirlerinden muhafaza edebilmesi için, işte bu zâtlarla beraber olması gerekir.
Buna mukabil;
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ
“Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.” (el-Fâtiha, 7)
Bir mü’minin kalbinde başka dinlere veya beşerî sistemlere, İslâm düşmanı herhangi bir şahsa ve ideolojiye karşı asla bir temâyül olmayacak.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Şubat, Sayı: 180
YORUMLAR
Allah onlardan razı olsun