İmanın 6 Esası Nedir?

İmanın 6 esası nedir? İslam inancının temelini oluşturan bu esaslar nelerdir ve nasıl anlaşılmalıdır? Kur’an ve hadisler ışığında imanın 6 esasını öğrenmek için okumaya devam edin.

İnsanların inanması gereken esaslar, beşerî görüşlere ve şahsî anlayışlara değil; vahye dayanır. İslâm inanç esasları, Kur’ân-ı Kerim’de ve hadîs-i şerîflerde hiçbir yoru­ma mahal bırakmayacak şekilde açık ve seçik olarak izah edilmiştir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrı ve şerriyle birlikte kadere îmân etmektir.” (Buhârî, Îmân, 37; Müslim, Îmân, 1, 5; Tirmizî, Îmân, 4; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Ahmed, I, 97)

İMANIN 6 ESASI

 Bunları şu şekilde hulâsa etmek mümkündür:

  1. Allah’a İman

Akıl sahibi olup da ergenlik çağına gelmiş olan her insana düşen ilk vazîfe, yaratıcısı olan Allah Teâlâ’yı tanımak, O’na iman ve kulluk etmektir. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki her şeyin Rabbidir. O hâlde sadece O’na kulluk et ve O’na kullukta sabır ve sebât göster. Hiç O’nun adıyla anılan (O’na denk ve benzer) birini biliyor musun?!” (Meryem, 65)

Mahrûmiyet içinde yaşayan ve İslâm’dan haberi olmayan insanlar, namaz, oruç, zekât gibi ibadetler ve diğer şerʻî hükümlerden sorumlu tutulmazlar; ancak, Allah’a îmân etmek­le mükelleftirler. Çünkü Allah Teâlâ’ya îmân, insan fıtratı­nın bir îcâbıdır. Her insan, kâinattaki şu muazzam ve mükemmel varlıklara bakarak, onların büyük bir Yaratıcısı olduğuna aklen hükmedebilir. Her akl-ı selîm buna şehadet eder.

Müslümanlar, Allah Teâlâ’ya şöyle inanırlar:

Allah Teâlâ vardır, birdir, varlığının evveli ve âhiri yoktur, ne yaratılmışlardan birisine benzer, ne de yaratılmışlar O’na benzer. Varlığı, başka bir varlığa dayanmaz, kendi zâtı ile vardır. Doğmaktan, doğurmaktan, baba veya oğul olmaktan, zaman ve mekânda bulunmaktan münezzeh ve müteâlî olarak mevcuttur. Hiç bir vâsıtaya muhtaç olmaksızın; her şeyi bilir, her şeyi işitir, her şeyi görür. Mutlak ve sonsuz bir ilme sahiptir:

  • Yere giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen ne varsa hepsini bilir. O, gaybleri bilen öyle bir Zât’tır ki O’nun ilminden göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile kaçamaz. Zerreden daha küçük ve daha büyük bütün her şey, O’nun bilgisi dâhilindedir. (Sebe’, 2-3)
  • Her bir dişinin neye gebe olduğunu, karnında ne taşıdığını ve rahimlerin neleri eksiltip neleri artırdığını bilir. Her şeyi bir ölçüye göre yapar. Görünmeyen ve görünen bütün âlemleri bilir. Sözünü gizleyenle açıkça söyleyen, geceleyin gizlenenle gündüzün meydanda gezen O’nun ilmi karşısında hep aynı durumdadır. O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. (Ra’d, 8-10; Tâhâ, 7; Kasas, 69; Secde, 6; Hûd, 5)

Yine Allah Teâlâ, mutlak ve sonsuz bir kudrete sahiptir. Aksi takdirde şu gördüğümüz mahlûkâtı meydana getiremez ve varlıklarını devam ettiremezdi. Cenâb-ı Hak bize Yüce Zâtı’nı şöyle tanıtır:

  • Gökleri ve yeri yoktan var ederken veya herhangi bir şeyi yaratmak isteyince sadece “Ol!” der, o da oluverir. (Bakara, 117)
  • Bütün insanları yaratmak veya ölümden sonra hepsini tekrar diriltmek, O’na, bir tek kişiyi diriltmek gibi kolaydır. (Lokmân, 28)
  • Bütün kâinât nizâmının bozulması anlamına gelen Kıyâmet gibi çok büyük hâdiseler bile O’nun kudretiyle ancak göz açıp kapama yahut daha kısa bir anda olup biter. (Nahl, 77)

Cenâb-ı Hak, mutlak hayat sâhibidir, mutlak irade sâhibidir. Diler, dilediğini yapar. Kelam sıfatı ile de muttasıftır, sese ve harfe muhtaç olmaksızın söyler. Peygamberleri vasıtası ile insanlara kitaplar göndermiştir.

Allah Teâlâ, kâinatın şeriksiz ve nazirsiz yaratıcısıdır; yaratan, yarattıklarını yaşatan, öldüren, sonra yeniden diriltecek olan, sâlih kulları için nimetler, kötüler için de azap hazırlayan O’dur. Allah -celle celâlühû-, kemâl ifade eden bütün sıfatlara sahip ve bütün noksan sıfatlardan da münezzehtir.[1]

  1. Meleklere İman

 Allah tarafından insandan önce yaratılmış, erkeklik ve dişilikleri olmayan, Allah’a itaatten ayrılmayan latif ve nûrânî varlıklardır. Allah’ın hitâbına muhatap olup O’nunla konuşurlar. Allah’a hiç isyan etmez, ne emrederse aynen yerine getirirler. Yeme, içme, uyuma, yorulma, bıkma gibi insanî hallerden uzaktırlar. Hayvânî arzuları ve nefsânî istekleri yoktur. Hata ve günah işlemezler. Son derece kuvvetli olup gâyet süratli hareket edebilirler. Allah’ın emir ve izniyle muhtelif şekillere girebilirler. Gaybı ve bilgisi sadece Allah’a âit olan konuları bilemezler. Ancak Allah’ın tâlim ettiği hususları, öğrettiği kadarıyla bilebilirler.[2]

Cinler, duyularla idrak edilemeyen, in­sanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulu­nan, ilâhî emirlere tâbî olmakla mükellef tu­tulan; iyisi, kötüsü, mü’mini, kâfiri olan bir varlık türüdür. Şeytan da cinlerdendir.

Kibirlenerek isyâna sürüklenen Şeytan, Hz. Âdem’den itibaren insanları hak yoldan uzaklaştırmak için elinden geleni yapmaktadır.[3] Cenâb-ı Hak, şeytanın insanoğluna düşman olduğunu birçok vesile ile ifade ederek “Şeytanın adımlarını takip etmeyin!” buyurur.[4] Bilhassa Hz. Âdem -aleyhisselâm- ile alâkalı hâdiselere vurgu yaparak, Şeytan’ın Âdemoğullarına karşı düşmanlığının kıyamete kadar devam edeceğini bildirir.[5] Kur’ân’da, onun ve avenesinin, insanları kendisini göremeyecekleri cihetten gördüğü, sırât-ı müstakîm üzerine oturup insanlara sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından yaklaştığı[6], kötülükleri süsleyip güzel gösterdiği[7], boş kuruntulara sürükleyip yalancı vaatlerde bulunduğu[8], Allah’ın emirlerini çiğneyip haramları işlemeye kışkırttığı[9], insanların arasına düşmanlık atıp onları birbirine düşürdüğü[10], vesvese verdiği, hile ve tuzaklar kurduğu[11] haber verilir.

Cenâb-ı Hak, şeytanların atası olan İblis’e, imtihan âleminde olması hasebiyle istediği mühleti vermiş,[12] ancak onun, iman edip yalnız Rab’lerine tevekkül eden ihlâslı ve takvâ sahibi kullarına bir şey yapamayacağını, onları kendisinin muhafaza edeceğini beyân etmiştir.[13]

Şeytanın gücü, ancak kendisini dost edinenlere ve onu Allah’a ortak koşanlara yetmektedir. Şeytan, iman etmeyen kimselerin dostudur.[14] Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:

“Şeytanların kimin üzerine ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, yalana, günaha ve iftirâya düşkün olan herkesin üstüne inerler. Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar. (Şuarâ, 221-223)

Kur’ân- Kerîm cin ve insan şeytanlarının vesvese ve tuzaklarından Allah’a sığınmayı tavsiye etmektedir.[15]

Ancak şeytan, karşı durulmaz bir kuvvet olarak tasavvur edilmemelidir. Cenâb-ı Hak her ne kadar imtihan îcâbı ona mühlet ve bazı imkânlar vermişse de sınırsız bir kuvvet ve salâhiyet vermemiştir. Kur’ân’da onun tuzaklarının zayıf olduğu, insanlar üzerinde zorlayıcı bir hâkimiyetinin bulunmadığı, kötülüğe dâvetten öte bir şey yapamadığı beyan edilmektedir.[16]

  1. Kitaplara İman

Cenâb-ı Hak peygamberlerine; inanç, ibadet, ahlâk, dünya ve âhiretle alâkalı bilgiler ve hükümler ihtivâ eden metinler vahyetmiştir. “İlk Suhuf” yani Hz. İbrahim’e ve Hz. Musa’ya verilen “suhuf”lar, Tevrat, Zebur ve İncil’in aslî halleri ve Kur’ân-ı Kerîm, Allah -celle celâlühû- tarafından indirilmiş olan kitaplardandır.[17]

  1. Peygamberlere İman

 Hz. Âdem -aleyhisselâm- ilk, Hz. Muhammed -aleyhisselâm- son pey­gamberdir. Bunlar arasında bize bildirilen ve bildirilmeyen pek çok peygamber gönderilmiştir. Peygamberler arasında ayırım yapmayız. Bütün peygamberler sâdık, emîn, son derece akıllı, teb­liğ vazifesini yerine getiren ve günah işle­mekten korunmuş insanlardır. Fakat onlarda ilâhlık vasfı yoktur. Peygam­berlerin mucizeleri vardır.

Tarihte peygamber gönderilmeyen bir toplum yoktur. Allah Teâlâ, lûtuf ve merhametinin bir eseri olarak bütün insanlara peygamber göndermiştir. (Nahl, 63; Fâtır, 24; Yûnus, 47)

  1. Âhirete İman

Allah Teâlâ insanlara pek kıymetli kabiliyetler ve sayıya gelmez nimetler lutfetmiştir. Bunların maksatsız olduğunu düşünemeyiz. Cenâb-ı Hak aynı zamanda kullarından bazı şeyler istemekte, emirlerine itaat edenlere mükâfât vaad edip isyankârları da azap ile korkutmaktadır. İşte âhiret, Allah’ın vaadinin tahakkuk edeceği, dünyada yapılan amellerin karşılıklarının alınacağı, zerre kadar iyilik veya kötülüğün bile görüleceği muazzam bir hesap günüdür.

Dünyada bazı insanlar zâlimlerin hükmü altında ezilip sömürülür, işkenceye maruz kalır ve hayatta sıkıntı ve darlıktan başka bir şey görmez. Bunun karşısında bazıları da dünyada mutluluk, refah ve nimetler içinde yaşar, zayıflara zulmederler. Bu iki grubun hayat hikayesi; hakkı sahibine ulaştıracak, adâleti zulüm ve zorbalığın üzerine çıkaracak tamamlayıcı bir devir gelmeden ölüm perdesiyle sona erebilir mi? Seyirciler karşısında oyun sergileyen bir tiyatro grubunun, birinci sahneyi sergiledikten sonra perdeyi kapatıp, olayları paramparça, dağınık ve izaha muhtaç bir vaziyette bırakarak oyunu sona erdirdiği görülmüş bir şey midir?! Böyle bir durum söz konusu olsa, düşünceleri tam harekete geçmiş, sinirleri gerilmiş, oyunun ve yazarının maksadını ve ana fikrini öğrenmeye heveslenmiş seyirciler ne düşünür acaba?! Akıllı bir çocuk bile bir oyunun bu şekilde bitirilmesini uygun görmez. Öyleyse her şeyi mükemmel yaratan ve her işten haberdar olan Allah’ın, bu koskoca kainat kıssasını, bir çocuğun bile yapmayacağı bir çirkinlikte bitirmesi nasıl düşünülebilir.?![18]

İçinde yaşadığımız şu âlemi en güzel şekilde yaratan Allah -celle celâlühû-, âhiret diye farklı bir âlem daha yaratacağını vaad ediyorsa bundan şüphe etmeye kimsenin hakkı yoktur. Zira Cenâb-ı Hak buna kâdir olduğunu bize her an ispat edip durmaktadır. Ebû Rezin -radıyallâhu anh- şöyle anlatır: Birgün:

“–Ey Allah’ın Rasulü! Allah, mahlûkatı yeniden nasıl diriltir? Bunun dünyadaki misali nedir?” diye sordum. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sen, hiç kavminin yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyurdu. Ben, “Elbette!” deyince:

“–İşte bu, Allah’ın yeniden yaratmasına delildir. Allah ölüleri de böyle diriltecektir!” buyurdu. (Ahmed, IV, 11)

O hâlde bir gün gelecek kıyâmet kopacak ve dünya hayatı sona erip âhiret hayatı başlayacaktır. İnsanlar öldükten sonra tekrar diriltilerek dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerdir. İman edip salih ameller işleyenler Cennet’e, inkâr edenler Cehennem’e gideceklerdir. İman edip de günah işleyenler, ya günahları nisbetinde Cehennem’de cezalarını çektikten sonra Cennet’e gidecekler veya Allah’ın affına mazhar olurlarsa doğrudan Cennet’e gireceklerdir.

  1. Kadere İman

Allah Teâlâ, kullarının yaptığı bütün işleri ve diğer mahlûkâtın hepsi ile ilgili şeyleri, ileride olacağı şekilde ezelde bilir. Ve her şey zamanı geldiğinde Allah’ın daha önceden bildiği şekilde meydana gelir. Burada bazılarının zannettiği gibi cebir, yani insanları bir işe zorlama yoktur. Zira Allah Teâlâ, ulûhiyetinin gereği kullarının ileride yapacağı işleri ve mülkünde meydana gelecek şeyleri bilmelidir. Aksi takdirde O’nun için bir noksanlık söz konusu olurdu.

İnsanlar irade sahibi ve hür olup, cebir altında değillerdir. Allah ezeli ilmiyle geçmişi ve geleceği bildiği için olacakları önceden yazmıştır. Bilmek yapmak değildir. Güneş’in tutulacağı saat ve dakika hesaplanabiliyor. Lâkin Güneş, ilim adamları önceden bildiği için tutulmuyor. Güneş zaten tutulacaktır, ancak ilim adamları bunu araştırıp önceden biliyorlar. Bir şeyin olacağını önceden bilip yazmak ve zamanı geldiğinde onu yaratmak farklıdır, o şeyi yapmayı isteyip harekete geçmek farklıdır. İnsan hür iradesiyle bir şeyi yapmak ister, Allah da imtihan gereği onu serbest bıraktığı için istediği fiili yaratır. Ancak iyi ve doğru fiillerden râzı olurken, kötü fillerden râzı olmaz.[19]

Dipnotlar:

[1] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, “Allah” mad., Diyanet İslâm Ansiklopedisi, II, 488-489; Nesefî, Akâid, s. 31-36. [2] Bakara, 30-34; A‘râf, 11, 27; Hûd, 69-70; Hicr, 28, 51-52; İsrâ, 61, 92; Kehf, 50; Tâhâ, 116; Sâd, 71, 73; Necm, 5; Tahrîm, 6; Tekvîr, 20. [3] Nahl, 63. [4] Bakara, 168, 208; En’âm, 142; A’râf, 22; Yûsuf, 5; İsrâ, 53; Tâhâ, 117; Fâtır, 6; Yâsîn, 60; Zuhruf, 62. [5] Hicr, 34-38. [6] A‘râf, 16-17, 27. [7] En‘âm, 43; Enfâl, 48; Nahl, 63; Fussılet, 25; Neml, 24; Ankebût, 38. [8] Nisâ, 119-120; İsrâ, 64; Hac, 52-53; Muhammed, 25. [9] Bakara, 169; Nisâ, 119; Meryem, 83; Fâtır, 6. [10] Mâide, 91; En’âm, 121; İsrâ, 53; Yûsuf, 100. [11] Nisâ, 76; A‘râf, 200-201; Enfâl, 11; Yûsuf, 5; Mü’minûn, 97; Mücâdele, 10; Nâs, 4-6. [12] Diğer şeytanlara da, İblis gibi uzun bir ecel tanınmış olup olmaması husûsunda bir bilgimiz yoktur. Ancak İblis’e tanınan uzun ömür, şahsına ait gibi görünmektedir. (A. Lütfü Kazancı, İslam Akâidi, s. 111) [13] Hicr, 40-42; Nahl, 99; İsrâ, 65; Sâd, 82-83. [14] A‘râf, 27, 30; Nahl, 100; Meryem, 83. [15] A‘râf, 200; Nahl, 18; Mü’minûn, 97-98; Fussılet, 36; Nâs, 1-6. [16] Nisâ, 76; İbrahim, 22; Hicr, 42; Nahl, 99; İsrâ, 65. [17] Bakara, 85; Âl-i İmrân, 3-4; Nisâ, 163; Tâhâ, 133; Necm, 36-37; Hadîd, 26-27; A‘lâ, 18-19. [18] Prof. Dr. M. S. Ramazan el-Bûtî, Kübra’l-yakîniyyâti’l-kevniyye, s. 180. [19] Akâid mevzûlarında tafsîlât için bkz. http://www.islamicpublishings.net/images/book/ingilizce/islamimanibadet_ing.pdf

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM DİNİNİN İNANÇ ESASLARI NELERDİR?

İslam Dininin İnanç Esasları Nelerdir?

İMAN ESASLARI NELERDİR?

İman Esasları Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.