İmanın Anahtarı ve Tasdiki Sayılan Söz
Bir kimsenin îmanı için sadece Lâ ilâhe illallah’ı söylemesi kâfi gelir mi? İmanın anahtarı ve tasdiki sayılan söz...
İlk insan, ilk peygamberden başlayarak son peygamber Nebiler Sultanı Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e kadar bütün Hak elçilerinin ortak bir sözü vardır ki o da Yüce Yaratıcının varlığı ve birliğin hakikatidir. Her peygamber gönderildiği topluluğu: “Şüphesiz ben, size gönderilmiş güvenilir/emîn bir peygamberim. (Gelin) Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Şuara, 108, 110, 126) beyanı üzere sadece Allah’a karşı sorumluluğa ve kendi elçiliğinin kabul edilip itaat edilmesine davet etmiştir.
Nebîler serveri -sallallâhu aleyhi ve sellem- de aynı şekilde, insanları bir kelimede buluşturmak üzere görevlendirilmiştir. O kelime, önce “Lâ ilâhe illallah” diye başlayıp “Muhammedün Rasûlullah” ifâdesi ile tamamlanan ezelî ve ebedi bir hakikattır ki, bu “kelime-i tevlid” dir. Hakîkatin ta kendisidir.
Efendimiz risâletine bu kelimeye davet ile başlamış bu kelime ile mü’min olunabileceğini ve kalınabileceğini ifade etmiş, hayatı bu kelime ile yaşayıp son nefesini bu kelime yani Lâ ilâhe illallah sözü ile bitirebilenin Cennete girebileceğini beyan etmiştir.
Tarık bin Ziyad radıyallahu anh anlatıyor: “Ben Rasûlullah’ı Zül-mecaz çarşısında görmüştüm. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Yükses sesle ‘Ey insanlar! Lâ ilâhe illallah deyin ki kurtulunuz.’ buyurarak gerçek ma’bud’un sadece Allah olduğuna şahitlik edilmesini, sadece O’na ibadet edilmesini telkin ediyordu.”
Rasûl-i Ekrem’in ilk safhada sadece Arap kabilelerine yönelik bu davetini, Cenâb-ı Hak geçmiş din mensuplarına da yapmasını emretmişti:
“-(Ey habibim) De ki: Ey kitab ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin. Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin. Eğer onlar (bu da’vete karşı) yüz çevirirlerse deyin ki: Şahid olun biz Müslümanlarız.” (Al-i İmran, 64)
Bu ilâhi hitapla, çeşitli milletlerin, farklı dinlerin, değişik kitapların, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri, İslâm’ın insanlık âleminde ne kadar geniş, ne kadar doğru bir hidayet yolu olduğu ve bununla bütün insanlığın ortak bir değeri olan bir hürriyet kanununu öğretmiş olduğu gösterilmiştir. (Elmalılı)
İMANIN ANAHTARI VE TASDİKİ SAYILAN SÖZ
“Lâ ilâhe illallah” beyanı İslâm’a girmek için bir anahtarıdır. Bu anahtar ancak “Muhammedün Rasûlullah” ikrarı ile kapıları açar. Nitekim Mekke’nin reisi Ebû Süfyan Mekke fethinde îman edecek bir kıvama gelmişti. Peygamberimiz kendisine:
“-Hâlâ Lâ ilâhe illallah diyeceğin vakit gelmedi mi yâ Ebû Süfyan?” diye sordu. O da bunun üzerine:
- Lâ ilahe illallah dedi. Fakat Peygamberimiz bunu kâfi görmedi ve:
“- Hâlâ Muhammedün Resûlullah diyeceğin vakit gelmedi mi Ebû Süfyan” buyurdu. O da:
-Muhammedün Rasûlullah / Muhammed Allah’ın Rasûlüdür dedi ve îmanı tamam oldu. Eğer bir kimsenin îmanı için sadece Lâ ilâhe illallah’ı söylemek kâfi gelmiş olsaydı Efendimiz bunu yeterli görüp, “Muhammedün Resûllullah diye söylemesini istemezdi. Ancak istedi. Ebû Süfyan onu da söyleyince îmanını tamamlamış oldu.
Bütün peygamberlerin ortak sözü kelime-i tevhid ile bütün insanlık aynı ifâde ile Yüce Yaratıcının varlığını, birliğin, yegâne mutlak güç ve kudret sahibi olduğunu ikrar eder. Rabbimizin tek ma’bud olduğu ikrârı Hak Teâlâ’yı tevhid ettiği gibi insanlık ailesinde de bir inanç ve hayat tarzı birliği sağlanmış olur. Kısaca İslâm hem Yüce Yaratıcının tevhid inancını pekiştirir hem de insanlığın tevhidini sağlar.
Ancak önemli bir nokta insanın kelime-i tevhidi ihlâs ile söylemesi zaruretidir. Zeyd ibni Erkam -radıyallâhu anh-’ın rivayeti ile Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“- Kim ihlâs ile Lâ ilâhe illallah derse cennete girer.”
- Peki, onun ihlâsı nasıl diye sorulunca da:
“-Bu ikrar ve îmanın söyleyeni Allah’ın haram kıldıklarından alıkoymasıdır” buyurdu. (Taberânî)
Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah beyanı ile insan, yeni bir idrak ve kabûle ulaşırken aynı zamanda bir hayat tarzını da kabullenmiş olur. Sonrası ise bu hayat tarzını gerçekleştirebilmek için, ömür boyu karşılaşacağı imtihanlar ve bu imtihanlardan başarılı çıkabilmek için maldan, candan, nefisten fedakârlıklardır.
İhlâs, kulun kalbini arındırıp saflaştırması mânevi hastalıklardan kurtularak bütün söz ve davranışlarında sadece Allah’ın rızasını gözeterek riya (gösteriş), süm’a (duysunlar) ve ucub (kendini beğenme) illetlerinden uzak kalabilmesidir. Dolayısı ile ihlâs kalblerde gizli olan bir duygu, îman da aynı şekilde dışarıdan hiçbir kimsenin tespit edemediği bir kabuldür ki bu ikisi birbirini tamamlar.
Rasûlullah Efendimiz bir ibâdet veya zikre sevap verileceğini bildirirken “kalbden ihlâs ile yapmayı” (Buharî), sevabına inanıp karşılığını sadece Allah’tan beklemeyi ve samimi bir niyeti şart koşmuştur.
Yine bir hadis-i şeriflerinde:
“-Kul büyük günahlardan kaçınır (takva hayatı yaşar) ve tam bir ihlâsla ‘Lâ ilâhe illallah’ derse gök kapıları açılır ve bu söz Arş’a kadar yükselir” buyururlar. (Tirmizî, Deavat)
Allah Rasûlü’nün terbiyesi ile İslâm’ın en yüce güzelliklerine ulaşan sahabe neslinin îman-ibâdet ve cihad heyecanı yanında, kendilerinden nakledilen ihlâs misalleri de her devrin müslümanı için bir ideal ölçüsü olmalıdır.
Bir bedevî Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek îmân etti ve O’na tâbi oldu:
“-Senin yanına hicret edeceğim” dedi. Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- bazı ashâbına onu kollamalarını tavsiye buyurdu. Bir gazve nihâyetinde Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- esirler elde etti. Bunları mücâhidler arasında taksim ederken bu bedevîye de hisse ayırdı. Ona ayırdığı malları ashâbına teslim etti. Bu zât o esnada ashâbın binek hayvanlarını güdüyordu. Yanlarına geldiğinde hissesini ona verdiler. O:
“-Nedir bu?” diye sordu.
“-Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in senin için ayırdığı hissedir” dediler. Onları alıp Rasûlullah’ın yanına geldi ve:
“-Ya Rasûlallah! Bunlar nedir?” diye sordu. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Sana ayırdığım hissendir” diye cevap verdi. O:
“-Yâ Rasûlallah! Ben sana bunun için ittibâ etmedim. Lâkin, -boğazına işaret ederek- şuramdan okla vurulup şehîd olayım da Cennete gireyim diye ittibâ ettim” dedi. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Allah’a karşı sâdık olursan Allah da senin sözünü doğru çıkarır!” buyurdu.
Bir müddet durduktan sonra düşmanla kıtâle kalktılar. Az sonra birkaç kişi bu zâtı taşıyarak Efendimiz’e getirdi. Tam işâret ettiği yere ok isabet etmişti. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Bu o mu?” diye sordu.
“-Evet!” dediler. Allah’ın Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-O, Allah’a verdiği söze sâdık kaldı, Allah da onun sözünü doğru çıkardı” buyurdu.
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu kendi cübbesiyle kefenledi, sonra öne koyup cenaze namazını kıldırdı. Onun için yaptığı duâlar arasında şu cümleler işitildi:
“Allah’ım bu kulun, senin için hicret etmek üzere yola çıktı ve şehid olarak öldürüldü. Ben de buna şehâdet ediyorum.” (Nesâî, Cenâiz, 61/1951)
Esefle ifâde edilirse, muhtelif sanat ehlinin bazen ilahlaştırıldığı, oyun ve eğlence mekânlarının mabed olarak ifade edildiği günümüzde, büyük bir gafletle ifade edilen bu sapmaların vahy ve nebevî ölçülerle La ilâhe illallah tevhîdi ile sahih bir akîdeye, “yalnız Sana ibadet ederiz” idraki ile doğru bir ibâdet hayatına yönlendirilmesi son derece önem arzetmektedir. Zira;
“Ancak tevbe edenler, durumlarını düzeltirler, Allah’ın kitabına sarılırlar, dinlerini Allah’a has kılan (ihlaslı)lar mü’minlerle beraberdir. Allah mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa, 146)
Olursa ümmetinin çok günahı Ya Rasûlallah.
Ne hoşdur onlara çeşmin nigâhı Ya Rasûlallah. (La edrî)
Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 465