Îmanın Bedeli Nedir?
Mü’min, kendisine ihsân edilen bütün nîmetlerin ve bilhassa da “îmân”ın şükür bedelini Rabbine ödemek mecbûriyetindedir. Zira bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddiâsına kalkışmak, abesle iştigaldir.
Her mü’min, kendisinden iyilik gördüğü bir kimseye îmânı gereği minnet duyar, teşekkür ve duâ eder. İmkân bulduğunda, ona daha güzel bir şekilde mukâbele etmek ister. İkrâm edilen bir bardak su bile, nezâketen teşekkürü îcâb ettirir.
Âyet-i kerîmede:
“Allâh’ın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız...” (en-Nahl, 18) buyrulmaktadır. Şüphesiz ki bu nîmetlerin en büyüğü “îman”dır. Her nîmetin bir bedeli ve mukâbili olduğu gibi, îman nîmetinin mukâbili de, hamd, şükür, zikir, ihlâs ve takvâ üzere bir kulluk hayâtı yaşamaktır.
Mü’min, kendisine ihsân edilen bütün nîmetlerin ve bilhassa da “îmân”ın şükür bedelini Rabbine ödemek mecbûriyetindedir. Zira bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddiâsına kalkışmak, abesle iştigaldir.
Îman; ilâhî lutufların en büyüğüdür. İmtihan ise bu nîmetin ne nisbette kıymetini bildiğimizi, ona ne kadar sahip çıkabildiğimizi ölçen bir miyardır. Mü’minlerden beklenen, hayâtın değişen şartları içinde sabır ve teslîmiyetle îmânını muhâfaza etmektir. Bu aynı zamanda ilâhî mükâfatlara nâiliyetin bedeli mesâbesindedir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır...” (et-Tevbe, 111)
MÜSLÜMANIN EN ÖNEMLİ SEÇİMİ
Dünyada geçirilen zaman, âhiretin sonsuzluğu karşısında bir zerre veya bir damla mesâbesinde bile değildir. Fakat dünya imtihanının neticesi, ya sonsuz saâdet yurdu olan cennet, ya da ebedî bir ıztırap mahalli olan cehennemdir. Kulun yolculuğunun hangi istikâmete olacağını, fânî hayâtında “âhireti veya dünyayı tercih edişi” belirler. Bu bakımdan şu kısacık dünya hayâtında, âhireti tercihte gaflet göstermekten daha büyük bir aldanış söz konusu olamaz.
Hakk’a yakınlığın nûruyla gafletten uyanmış olan Allah dostları, kâinat kitabının her harfini gönül gözüyle ve hikmet nazarıyla okurlar. Kâinâtın ulvî bir gâye ile var edildiğini, hiçbir şeyin boş ve abes yere yaratılmadığını, her geçen günün ömür takviminden bir yaprak daha koparıp insanı kabre bir adım daha yaklaştırdığını yakînen idrâk ederler. “Hayat nîmetinin mânâ ve hikmeti nedir? Dünya niçin insanoğlunun emrine âmâde kılındı? İki kapılı bir hân olan bu cihâna nereden geldik, buradan yolculuk nereye?” gibi sualler üzerinde tefekkür ederek, ömürlerini ince, derin ve hassas bir hâlet-i rûhiye ile yaşarlar.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 1, Erkam Yayınları, 2011