Îmânın İlk Meyvesi
Kâmil bir mü’min, gönül insanıdır. Merhamet, şefkat ve diğergâmlık, onun gönül dokusunun en belirgin vasfıdır. Kulu kalben Rabbine yakınlaştıran ilâhî bir cevher olan bu vasıf, aynı zamanda îmânın da bu âlemdeki en büyük şâhidi ve delîlidir. Nitekim insan rûhunun ulaşabileceği olgunluk semâsına çıkışın yegâne yolu, merhamet ve şefkat basamaklarından geçmektedir.
Yaratılan her şeye gösterilen engin merhamet, kulu Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ummânında ihyâ eden müstesnâ bir nimettir. Nitekim hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizî, Birr, 16)
Böyle bir gönül kıvamına sahip olanlar, dâimâ yoksul ve kimsesizlerin kimsesi olur, mâtemlerin civarında dolaşarak Hakk’ın rızâsını ararlar. Onlar, aynı zamanda bütün mahlûkatın sığınak ve barınağıdır.
KÖLENİN KÖPEĞE MERHAMETİ, HÜR KALMASINA SEBEP OLDU
Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in mânevî terbiyesi altında yetişerek böyle bir gönül kıvâmına ulaşmış olan Hazret-i Hasan -Radıyallâhu Anhâ- ’ın şu hâli, bu hususta ne kadar güzel bir misaldir:
Bir gün Medîne bağlarına uğrayan Hasan -Radıyallâhu Anhâ- orada zenci bir köle görür. Köle, elindeki ekmekten bir lokma kendisi yerken bir lokma da önündeki köpeğe yedirmektedir.
Hazret-i Hasan -Radıyallâhu Anhâ- Cenâb-ı Hakk’ın “Rahmân” esmâsının bu köledeki merhamet tecellîsine hayran olur. Bu hayranlıkla onu bir müddet seyreder. Daha sonra onun gönül yapısının derinliğini ölçmek için, neden rızkını bir köpekle paylaştığını sorar. Köle ise yüksek hayâsından dolayı başını kaldırıp Hazret-i Hasan’ın yüzüne bakamaz. Bunun üzerine Hazret-i Hasan -Radıyallâhu Anhâ-:
“–Delikanlı, sen kimsin?” diye sorar. Köle pür hayâ ve gözleri edeple yerde olduğu hâlde:
“–Hazret-i Osman’ın oğlu Ebân’ın hizmetçisiyim.” der.
Hazret-i Hasan -Radıyallâhu Anhâ-:
“–Peki bu bağ kime ait?” diye sorunca, köle:
“–Hazret-i Osman’ın oğlu Ebân’a ait.” diye cevap verir.
Hasan -Radıyallâhu Anhâ- zâhiren sıradan bir köle, hakîkatte ise ilâhî bir hazine ve mânâ sultânı olan bu köleye yakın olmak arzusuyla:
“–Sakın buradan bir yere ayrılma, birazdan senin yanına döneceğim.” diyerek oradan ayrılır ve bağın sahibi olan Ebân’ın yanına varır. Hem bağı hem de o köleyi satın alır. Ardından tekrar kölenin yanına gelir ve:
“–Delikanlı! Seni satın aldım.” der. Bunun üzerine köle hürmetle ayağa kalkarak:
“–Başım-gözüm üstüne! İtaat; Allâh’a, Rasûlü’ne ve sanadır.” der.
Hazret-i Hasan -Radıyallâhu Anhâ- her kelimesi sadâkat ve teslîmiyet yüklü bu sözleri duyunca daha çok duygulanır. Onun bu sadâkati karşısında hayranlık duyguları coşup taşar. Kendisini bu derece duygu derinliğine sevk eden o kölenin gönül güzelliğine mukâbil olarak:
“–Sen artık Allah için hürsün! Bu bağı da sana bağışlıyorum!” der. (İbn-i Manzûr, Muhtasaru Tarîhi Dımeşk, VII, 25)
Allah ve Rasûlü ile muhabbet ve dostluğun gönülleri ulaştırdığı hassâsiyet ufkundan ne muhteşem bir manzara!..
Muhabbet ve dostluk, fânî hayâtımızın tadı, neş’esi, huzur ve sürûrudur. Varlığın hamuru, muhabbet mayası ile yoğrulmuştur. Muhabbet istîdâdı, Rabbin kullarına en büyük lutuflarındandır. Bu bakımdan muhabbeti layığına yöneltmek zarûrîdir. Bu âlemde muhabbetin hasredilmesi gereken en ulvî merkez, Rahmet ve Merhamet Peygamberi Efendimiz-Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’dir. Bizlerdeki merhametin inkişâf etmesi, O’na duyduğumuz muhabbet ölçüsünde gerçekleşir.
EMİR KÜLAL HAZRETLERİ'NİN TALEBESİNE NASİHATLERİ
Peygamber vârisi Hak dostları da ahlâkına büründükleri Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’den birer in’ikâs olarak şefkat ve merhamet kutbu hâlinde yaşamışlardır. Nitekim Emir Külâl Hazretleri’nin, talebesi Bahâeddin Nakşibend Hazretleri’ne yaptığı şu nasihatler, bütün mahlûkâtı şefkat ve merhametle kuşatacak bir gönül hassâsiyetine sahip olmanın ne güzel bir ifadesidir:
“Gönül almaya bak; güçsüzlere hizmet et! Zayıfları, gönlü kırıkları koru! Onlar öyle kimselerdir ki, fânîlerden müstağnî olarak yaşarlar ve dünyevî olarak da hiçbir gelirleri yoktur.
Bununla beraber, onların birçokları tam bir kalp huzûru, tevâzû ve gizlilik içinde bulunurlar. Böyle ilâhî bir define olan kimseleri ara, bul ve onlara hizmeti nimet bil!”
Nitekim Şâh-ı Nakşibend -kuddise sirruh- engin bir merhametle îfâ ettiği hizmet merhalelerini ve bunun neticesinde nâil olduğu rûhâniyet tecellîlerini şöyle ifade eder:
“Hocamın emrettiği yolda uzun süre çalıştım. Bütün hizmetleri îfâ ettim. Gönül dünyam o hâle geldi ki, yoldan geçerken, Allâh’ın herhangi bir mahlûku karşısında olduğum yerde durur, önce onun geçip gitmesini beklerdim. Bu hâlim yedi sene devâm etti. Bu hizmetin mukâbilinde öyle bir hâl tecellî etti ki, onların inilti sûretinde hazin hazin sesler çıkarıp Hakk’a ilticâ etmelerini hisseder hâle geldim.”
Merhamet, îmânın ilk meyvesidir. Bu bakımdan îmânı aşk ile yaşayan kâmil bir mü’minin gönlü, bütün mahlûkâtı merhametle kucaklayan âdeta seyyar bir dergâh gibidir. Çünkü onlar, muhabbetin kaynağı olan ilâhî muhabbeti lâyıkıyla idrâk etmiş ve her varlık ile dost olmuşlardır. Hâlık’ın şefkat ve merhamet nazarıyla mahlûkâta bakabilme istîdâdı kazanmışlardır.
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Bir Nasihat Binbir İbret, Erkam Yayınları, 2013, İstabul