İmtihanların Gayesi

İbadet Hayatımız

İnsanın imtihan âlemine gönderilmesinin gayesi nedir? Kul imtihanları nasıl karşılamalıdır? İmâm Şâfiî ve İmâm Gazâlî Hazretleri'nin kulluk bilinci ile ilgili nasihatleri neler?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Firkat ehline yeter kıldın nazar,
Aç gözün, vâsıl olan yârâna bak!

İnsanoğlu, vatan-ı aslîsi olan Cennetʼten bu gurbet diyarına gönderilmiş bir ebediyet yolcusudur. Asırlar ve nesiller, ilâhî göç kâfileleridir. Yaşadığımız bu fânî ve mecâzî âlemden hakikî ve ebedî âleme intikal kanunu, hayatın en temel gerçeğidir.

İMTİHAN ÂLEMİNE GÖNDERİLMEMİZİN GÂYESİ

Bu imtihan âlemine gönderilmemizin gâyesi ise, büyüklerin tâbiriyle; “kesb-i kemâl ile seyr-i cemâle vuslat”tır. Yani ibadet ve mârifetullâh ile kulluğumuzu ikmâl ederek, Cenâb-ı Hakkʼın bizden istediği “kalb-i selîm”e nâil olmaktır. Zira Cennetʼe girip Cemâlullâhʼı temâşâ nîmetine mazhar olmak, ancak bu kalbî sâfiyet, letâfet ve kemâlât ile mümkündür.

Cenâb-ı Hakkʼa vuslat ise, yoktan var edilip sayısız mahlûkat içinde insan, insanlar içinde ehl-i îman kılınan bir kul için, nâil olunabilecek en yüce mazhariyettir, en büyük izzet ve şereftir. Dolayısıyla böylesine muazzam ve muhteşem bir nîmeti elde etmek için gayret göstermek yerine, Hakʼtan gâfil kimselerin dünyevî ve nefsânî rahatlıklarına bakarak onların bâtıl yollarına sürüklenmek, hazin bir ebediyet iflâsıdır.

İnsan, sevdiği kimselerin yoluna meyleder. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakkʼa kulluktan bîhaber olan gâfil ve fâsıklara muhabbet, kalbe kasvet verir. İmâm Şâfiî Hazretleriʼnin tâbiriyle;

“Ehl-i dünyanın yakınlığı, sağlam insanı bile hasta eder.”

İmâm Gazâlî Hazretleri de, gâfil ve fâsıklarla yakınlığın, zamanla zihnî yakınlığa, bu yakınlığın da nihâyetinde kalbî beraberliğe döneceğini bildirir. Bu ise insanın adım adım helâke sürüklenmesi demektir.

Bu bakımdan, bir din düşmanının yaptığı bir duvara bile “aman ne güzel” demekten dolayı kalbe menfî bir tesir ârız olur. Zira onun fiilini veya eserini beğenmek, o Allah düşmanının îtibârını yükselteceğinden, Cenâb-ı Hakk’ın gazabını celbeder.

Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

“Münâfığa, «efendi» demeyiniz. Eğer onu efendi kabul edecek olursanız, Azîz ve Celîl olan Rabbinizin gazabını üzerinize çekmiş olursunuz.” buyrulmaktadır. (Ebû Dâvûd, Edeb, 83; Ahmed bin Hanbel, V, 346)

Bu itibarla gâfil ve fâsıklara hayranlık duymak veya din düşmanlarının âdetlerine özenmek, İslâm şahsiyet ve vakarını zedeleyen, büyük bir zaaftır. Mü’minin vazifesi; ebedî ve gerçek hayat olan âhirette makbul ve mûteber olacak olan peygamberler, sâdıklar, şehidler ve sâlihlerin hâline gıpta edip onlar gibi yaşamaya gayret göstermektir.

Unutmamak îcâb eder ki, gâfiller, fâsıklar ve İslâm düşmanları, -bugün dünyevî bakımdan ne kadar müreffeh bir hayat sürerlerse sürsünler- gerçek hayat olan âhiretin zavallı müflisleri olacaklardır. Dolayısıyla onların hâline özenmek kadar hazin bir aldanış olamaz.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hususta nasıl bir kalbî hassâsiyet taşımamız gerektiğini, hadîs-i şerîflerinde şöyle îzah buyurmuşlardır:

“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız! Bu, Allâh’ın üzerinizdeki nîmetini hor görmemeniz için daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd, 9)

“Her kim dînî hususlarda kendinden üstün olana bakıp ona uyar, dünyevî konularda ise kendinden aşağıda olana bakıp, Allâh’ın verdiği nîmetlere hamd ederse, işte böyle olan kimseyi Allah, «şükredici ve sabredici» olarak yazar.

Dînî hususlarda kendinden aşağıda olana (yani gaflet ehline) bakan, dünyevî konularda ise (yani makam, mevkî, servet bakımından) kendinden üstün olana bakıp elde edemediği (dünyevî imkânlar için) üzülen kimseyi de Allah «şükredici ve sabredici» olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 58)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Aralık, Sayı: 430