"infâk Et ki Sana Da İnfâk Edilsin!"
Dertli, garip, yalnız ve kimsesize merhamet ve infakla sahip çıkılan bir toplumda; hiçbir siyasetçinin, sosyoloğun, psikoloğun temin edemeyeceği bir kardeşlik iklimi oluşur. Gönüller rahmet taşırır. Yürekler, bîçârelerin sığınak ve barınağı olur…
Ahmed bin Ebû Verd -rahmetullâhi aleyh- Hak dostlarının hâlini şöyle hulâsa eder:
“Üç şey vardır ki, bunlar bir velî kulda arttıkça, güzel hâlleri de artar:
- Makâmı yükseldikçe, tevâzûsu artar.
- Ömrü uzadıkça, hizmeti artar.
- Malı çoğaldıkça, cömertliği artar.”
SÂMİ EFENDİ HAZRETLERİ'NİN İNFÂK HEYECÂNI
Hak dostlarından Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Hazretleri de, öyle bir infak heyecanı içindeydi ki, yaptığı hayır ve infakları hiçbir zaman kâfî görmez, çalıştığı iş yerine giderken dolmuşa vereceği parayı bile infâk edebilmek için Karaköy’den Tahtakale’ye kadar yürüyerek giderdi. Yani kendi ihtiyacından dahî fedâkârlıkta bulunarak infâkını artırmaya çalışırdı.
Zira infâk edilen mal veya imkânlar, ebedî saâdetin sermâyesidirler. Hazret-i Mevlânâ, bu saâdete nâiliyetin yoluna işâret etmek üzere şöyle nasihat eder: “Bu dünyada yediğin ve içtiğinden bir miktarını hayrın için azalt ki, ileride Kevser havuzunu bulasın. Vefâ toprağına bir yudumcuk döken kişiden, devlet avı nasıl kaçabilir?..”
Bugün de şahsî rahat ve konfordan, evlerin dekorundan ve günlük harcamalardan yapılacak küçük fedâkârlıklarla bile olsa, bu yüce ahlâkı herkes mümkün olduğu kadar yaşamaya çalışmalıdır. Zaten toplumdaki muhtaçların, muzdariplerin, mazlumların hâli, vicdânı olanlar için yeterli bir ibret tablosudur.
Bu ibretle hareket eden varlıklı kimseler, kendilerine mahsus bir lüks ve rahatlık arayışından uzak dururlar. Fakat bu hakîkatlerden gâfil kalarak kendileri için aşırı masraf yapanlar, “kendi malım değil mi, istediğim gibi harcarım” düşüncesizliğiyle saçıp savuranlar, Kur’ânî ifâde ile; nankör şeytanın arkadaşlarıdırlar. [1]
CİMRİLİK KÖRLÜĞÜ!..
Gerçek bir infâk ehli olabilmek için, ihsan kıvâmında, yani Cenâb-ı Hakk’ı görürcesine bir kulluk hayâtı şarttır. Her zaman ve mekânda ilâhî kudret ve azameti görebilmek, gönül gözünün açık olmasına bağlıdır. Gerçek cömertliğe erebilmek için de, yapılan infakların âhiretteki mükâfâtını görürcesine sağlam bir îman lâzımdır. Bu hakîkati Hazret-i Mevlânâ şöyle dile getirir:
“Hazret-i Peygamber buyurdu ki:
«Kıyâmet gününde verilecek karşılığı iyiden iyiye bilen; bir verdiğine karşılık on verileceğine inanan, her zaman cömertliğini türlü şekilde artırır durur. Cömertlik, bütün karşılıkları görmektir. Bu yüzdendir ki, cömertlik ümit ve neşe getirir, verilen şeylerin kaybolduğu korkusunu giderir.»
Cimrilik ise Peygamberimiz’in müjdelediği mükâfatları görmemektir. İnciyi görmek, dalgıcı sevindirir. Bu duruma göre, dünyada hiç kimsenin cimri olmaması gerekir. Çünkü hiç kimse karşılığı olmadıkça oyuna giremez. Demek ki cömertlik gözden geliyor, elden değil. İş gören gözdür, görüştür. Gözü görenden başkası cimrilikten kurtulmadı.”
Hakîkaten de cimrilik; hem hayâtın âkıbeti olan ölüm ve sonrasına karşı bir kalp körlüğüdür, hem de her şeyi yaratıp kullarına lutfeden Rabbimize karşı dehşetli bir nankörlüktür.
Yine Hazret-i Mevlânâ’nın îkâzı ne müthiştir:
“Irmak kıyısında oturup da suyu esirgeyen, ırmağı görmeyen kör bir kişidir.”
Rabbimiz, âyet-i kerîmelerde biz kullarını böyle bir gönül körlüğüne ve nankörlüğe dûçâr olmaktan açıkça îkaz buyurmaktadır:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda infâk etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mîrâsı Allâh’ındır!..” (el-Hadîd, 10)
“...Göklerin ve yerin hazineleri Allâh’a âittir. Fakat münâfıklar bunu anlamazlar.” (el-Münâfikûn, 7)
“İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz...” (Muhammed, 38)
Yani kimin mülkünde yaşıyoruz, kimin verdiği rızıkla rızıklanıyoruz ve neticede kimin malını kimden esirgiyoruz?!. Şüphesiz ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır. O bize nîmetlerini emânet olarak veriyor. Kul, bir emânetçi ve tasarruf memuru hükmündedir. Fakat tasarrufundan mes’ûl bir memur... Kendisine varlık emânet edilen kul, aynı zamanda yoksulun ve muhtâcın da emânetçisidir. Bu şuura sahip olan, etrâfına bîgâne kalamaz.
İNFÂK ET Kİ SANA DA İNFÂK EDİLSİN...
Allâh’ın mahlûkâtına merhamet ve infak, Allâh’a muhabbetin en güzel göstergesi, lutfettiği nîmetlerine karşı da en güzel bir şükür ifâdesidir. Rabbimizin lutuf ve merhametine muhtaç olduğumuz kadar, biz de O’nun muhtaç kullarına ve bütün mahlûkâtına karşı cömert ve lutufkâr olmak zorundayız. Zira onlar, bizler için bir imtihan vesîlesidirler.
Hadîs-i kudsîde buyrulur:
“Ey Âdemoğlu! İnfâk et ki, sana da infâk edilsin!” (Buhârî, Tevhîd, 35)
"PARANI ÇÖMLEKTE SAKLAMA!"
Yine bir hadîs-i şerîfte Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- buyururlar ki:
“İnfâk et, sayıp durma, Allah da sana karşı nîmetini sayıp esirger. Paranı çömlekte saklama, Allah da senden saklar.” (Buhârî, Zekât, 21; Müslim, Zekât, 88)
Yani Allâh’ın râzı olduğu güzel bir mü’min olabilmek için O’nun bize ihsân ettiği gibi, biz de O’nun muhtaç kullarına cömertçe ikram etmekle mükellefiz. Rabbimiz, kalplerimizden îman vecdini, ruhlarımızdan cömertlik neşesini, vicdanlarımızdan infak huzûrunu eksik etmesin! Âmîn...
Dipnot: 1) Bkz. el-İsrâ, 27.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından, Erkam Yayınları
YORUMLAR