İnfak Etmenin Adabı

İnfakta bulunmak, sahip olunan her şeyden bir miktarını kardeşinin hakkı olarak görüp paylaşmaktır. Bu mesken olarak oturulan evlerden rızık olarak yenilen yemeklere; ilim, sağlık, makam ve mevkîden, kullanılan bineklere kadar her şey için geçerlidir.

İnfak, toplumda bir denge ve düzen oluşturduğu gibi; kişiye kemâlât ve diğergâmlık kazandıran önemli bir özelliktir. Cenâb-ı Hak her şeyin sahibi ve insanlara ihsân edeni olduğu hâlde, infâkın yüceliğini ve fazîletini anlatmak için Zât’ını, verilen tarafta kabul etmiştir.

Böylece infâk eden, Allâh’ın eline o infâkı takdim ediyormuş gibi düşünmeli, hassas ve hürmetle vermelidir.

Bu infâkı, incitme, başa kakma ve nefsânî bir menfaate dönüştürme yoluna tevessül etmemelidir. Bunlar infâkın rûhuna ters olduğu gibi, infâkın fazilet ve sevabını yok eder, üstüne kul hakkı ve günah yüklenmeye sebep olur.

Giderilen her sıkıntıda Âlemlerin Rabbi şâhittir. Sıkıntıdan kurtarılıp tebessüm eden her gönülde Rabbü’l-Âlemîn hazırdır. Veren kişiler, bütün bu sebeplerle şereflenmiş “er kişiler”dendir.

Vermek, hem verilen nasibi, hem de veren nasipdar kulu bereketli kılar.

Cenâb-ı Hak infâk edenleri: “Mallarını gece-gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (el-Bakara, 274) buyurarak methetmiştir.

Bununla birlikte “Âlemlerin Rabbine borç vermek”, şerefli olduğu kadar zor ve hassas bir iştir. Nitekim verirken üç hususa dikkat kesilmek gerekir:

1-Her şeyi en güzel sûrette yaratıp cömertçe ikrâm eden Allah Teâlâ’ya, her şeyin en güzelini ve en gürbüzünü cömertçe vermek… Hiç olmazsa, yüzüne bakılmayacak kadar kötü veya işe yaramayacak olan kırık dökük şeyleri vermemek…

“Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infâk edin, hayır yolunda harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, «hayır» diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” (el-Bakara, 267)

2-Sağ elin verdiğini sol el hissetmeyecek derecede gizli, kibirsiz vermek. Zira insanların bilip bilmemesi önemli değildir; “el-Alîm” ve “el-Habîr” olan Allah, her şeyden haberdar ve yapılan her hayrı, kat kat fazlasıyla mükâfatlandıracak olandır.

3-Verilen tarafta Âlemlerin Rabbinin rızâsı olduğu şuuruyla îtina ve mahcûbiyet içinde vermek. Gerçekten asıl veren, Allah Teâlâ’dır. Bize infak ettiğimiz şeyleri veren O’dur. Bize merhameti, takvâyı, infâk etme sevgi ve şuurunu veren de O’dur. İnfak edeceğimiz sebepleri hazırlayan, bizi muhtaçlarla muhatap eden O’dur. Dolayısıyla aslında veren de O’dur, alan da O… Mühim olan kulun hangi duygu ve düşüncelerle verdiği, alan kimsenin de hangi duygu ve düşüncelerle aldığıdır.

PEYGAMBERİMİZ'İN İNFAKI

Peygamber Efendimiz cömertçe infak eder ve ashâbına da cömert olmalarını tavsiye ederdi. Enes -radıyallâhu anh- şöyle der:

Medîne’de Ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan, Ebû Talha idi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ ismindeki hurma bahçesiydi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, aslâ birr’e (hayrın kemâl noktasına) erişemezsiniz…” (Âl-i İmrân, 92) âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına geldi ve:

“–Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak Sana; «Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birr’e erişemezsiniz…» âyetini gönderdi. En sevdiğim malım, Beyruhâ isimli bahçedir. Onu Allah rızâsı için tasadduk ediyorum. Allah’tan onun sevâbını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allâh’ın Sana göstereceği şekilde kullanınız.” dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Seni tebrik ederim! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum Ebû Talha. Onu akrabâlarına vermeni uygun görüyorum.”

Ebû Talha:

“–Öyle yapayım yâ Rasûlallah!” dedi ve bahçeyi bazı akrabalarıyla amcaoğulları arasında taksim etti. (Buhârî, Zekât 44, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîr 3/5; Müslim, Zekât 42, 43)

Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, Sayı: 159

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.