"insan Allah'ın Halîfesidir" Demek Ne Anlama Geliyor?

İMAN

Kâinâtın hâlıkı ve mâliki olan Allâh Teâlâ, kendi varlığını bilmesi, ibâdet ve tâatte bulunması ve yeryüzünü îmâr etmesi için mahlûkâtın en şereflisi olarak “insan”ı yaratmayı murâd etti.

Daha önce halkettiği ve sâdece ibâdetle vazîfelendir­diği meleklere bu ilâhî irâdesini şöyle beyân etti:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي اْلأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

“Hani Rabbin meleklere: «Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.» buyurmuştu. Melekler: «Bizler hamdinle Sen’i tesbîh ve takdîs edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, kanlar dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın?» dediler. Allâh da onlara: «Sizin bilemeyeceğinizi herhâlde Ben bilirim!» dedi.” (el-Bakara, 30)

Allâh’ın bu buyruğu karşısında melekler, hep birlikte:

قَالُوا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

“«Yâ Rab! Sen’i her türlü noksan sıfatlardan tenzîh ederiz, Sen’in bize öğret­tiklerinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Alîm ve Hakîm[1] olan ancak Sen’sin!» dediler.” (el-Bakara, 32)

"İNSAN ALLAH'IN HALÎFESİDİR" NE ANLAMA GELİYOR?

Hilâfet, vekâlet gibi asâletin mukâbili olarak başkasına niyâbet etmek yâni az veya çok onun yerini tutarak onu temsil etmek demektir. Burada halîfe, vekil mânâsında olup, Allâh’ın irâdesini yeryüzünde temsîl eden, emir ve nehiylerini tatbîk eden kimse demektir. Buna göre insan, Allâh’ın nûrunu tamamlamasına bir vâsıta ve vesîle olacaktır.[2]

Vekâlet, aynı zamanda aslın nâibine bir şeref bahşederek onu tekrîm etmesidir. Cenâb-ı Hakk’ın peygamberlerini yeryüzünde halîfe kılması da bu kabîldendir. Zâten insana üflenen rûhta da, böyle bir emâret yâni bir yönetme vasfı bulunmaktadır. Yoksa bu hilâfet, hiçbir şekilde “ulûhiyete vekâlet” mânâsına gelmemektedir.

Bu âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hakk’ın meleklerle bir nevî müşâveresinden bahsediliyor ve Allâh Teâlâ bir halîfe yaratacağını beyân ettiğinde melekler âdeta kendilerinin buna daha lâyık olduklarını sezdirmeye çalışarak, Allâh’ı çokça tesbih ve tenzih ettiklerini öne sürüyorlar. Ancak Cenâb-ı Hak, “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurarak bir bakıma meleklerin bu tesbih ve tenzih husûsiyetlerinin hilâfet için kâfî gelmediğini, kendisinden bir sır yâni rûh üflenmesi keyfiyetinin ve esmâ tâliminin buna vesîle olacağını ifâde buyurmuş oluyor.

Dolayısıyla insan, bir îcâd bedîası, yâni ilâhî bir san’at hârikası olup hem zâhiri, hem de bâtını ile halîfeliğe lâyıktır. Allâh’ın hemen hemen bütün esmâsının kendisinde kâmil tecellîsi olan mükemmel bir varlıktır.

MELEKLERİN CENÂB-I HAKK’A SUÂL SORMALARININ HİKMETİ

  1. Melekler, insanın yaratılış hikmetinin ne olduğunu öğrenmek istemişlerdir. Yoksa bunu îtiraz olsun diye veya Hazret-i Âdem’e hasetlerinden dolayı yapmamışlardır. Zîrâ nassların bildirdiğine göre meleklerde Allâh’a isyan ve îtiraz etme vasfı, haset ve kin gibi kötü huylar bulunmaz.
  2. Meleklerin, insanın yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini levh-i mahfuzdan öğrenmiş olabilecekleri ihtimâli bulunmaktadır. Bu yüzden böyle bir suâl sormuş olabilirler. Nitekim bâzı kelâm âlimleri, meleklerin levh-i mahfûzu görüp okuyabildiklerini söylemişlerdir.[3]
  3. Hak Teâlâ daha önce bu durumu onlara bildirdiği için böyle bir suâl sormuş da olabilirler.
  4. Bir başka görüşe göre de melekler, cinlerin bozgunculuk ve fesad çıkardıklarını daha önceden bildikleri için bu suâli sormuşlardır.

Dipnotlar:  [1] Alîm: Ezelî ilmiyle, olmuş ve olacak her şeyi hakkıyla bilen. Hakîm: Bütün emir ve işleri yerli yerinde olan. [2] Nitekim Cenâb-ı Hak, İmâm-ı Âzam, İmâm Buhârî, Ahmed bin Hanbel Hazretleri, diğer mezhep imamlarımız ve tasavvuf büyüklerimiz gibi zâtları kıyâmete kadar dîninin devâmı için vesîle kılmıştır. [3] Bkz. Râzî, Tefsîr, XXXI, 114.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları