İnsan Biyolojik Olarak Nasıl Var Olur?
Şebnem Dergisi Yazarı Dr. Betül Nefise İnal, İnsanın biyolojik olarak dünyaya geliş hikayesini yazdı. Bu mucizeye şahit olmak için okuyun!
500 ile 1.000 ARASI HÜCRE YUMURTAYA YAKLAŞABİLİYOR
Anne bedenine giren milyonlarca hücrenin, yine milyonlarcası yollarda telef olmuş, insanın mayasının yarısını taşıyan 500 ile 1.000 kadar hücre, yumurtaya yaklaşabilmiştir.
Bu hücreler, yumurtanın etrafında dört dönerek, getirdikleri genetik materyali bırakmak için çaba sarf ederler. Ancak yumurtaya ulaşmak da onun içine girebilmek için yeterli değildir.
1000 YUMURTADAN 1’İNE KAPI AÇILIR
Yumurta hücresi, şuurlu bir şekilde kendine yaklaşan hücreleri taramaya başlar. Kapısı önünde bekleşen hücreler için kimyevî bir madde salgılar. Şayet bu salgı ile erkek üreme hücresinden salgılanan kimyevî madde birbiriyle uyum sağlarsa, hücre yumurtanın yüzeyine tutunabilir.
BİR NEVî KİMLİK KONTROLÜ
Yani bir nevî kimlik kontrolü yapılmaktadır. Yumurtayı koruyan zar; onun sadece insan kromozomu taşıyan bir hücreyle birleşmesine izin verir. Laboratuvar ortamında yumurta hücresinin zarı kaldırılarak yapılan deneylerde, hücrenin seçiciliğinin kaybolduğu ve içeriye birden fazla hücrenin girdiği görülmüştür.
Yani bu zar, aynı zamanda tek bir hücre için geçirgen olma özelliği taşır. Zira hücre geçişi tamamlanınca zar kendini saniyeler içinde yenileyerek kapıdaki diğer hücrelere yabancılaşır. Bu yeni formül ise, hücreler için bir sırdır; artık onu çözemezler ve onlar görevlerini yapmanın rahatlığıyla telef olmaya doğru giderler.
KENDİNDEN BİLE HABERSİZ HÜCRELER
Kendinden bile habersiz bu hücre, taşıdığı genetik maddenin öneminden nasıl haberdar olmuştur ki onu böylesine ciddi bir korumaya almıştır? Gözle görülemeyen bir hücrenin zarı, özel mikroskoplarla ancak görülebilen ve ilk defa karşılaştığı başka bir hücrenin kimyasını, içinde ne taşıdığını, ne vakit ve nasıl çözmüştür ki ona göre kabul veya red cevabı verecektir? Üstelik bunu yine kimyevî bir formülle gerçekleştirecektir?
İçeriye aldığı emanetten sonra da insanın inşâsına başlayacağını ve bunun için başka geçiş yapılmaması gerektiğini, sadece bir tek hücre seçmesi gerektiğini kimden öğrenmiştir? Bununla alakalı olarak kendini yenilemeyi ne zaman akıl etmiştir? Bu yeniliğin formülünü nereden almıştır? Hangi fakültede bu tahsilleri yapmıştır?!
KİMYAGERLERE PARMAK ISIRTACAK CİNSTEN
Bu işlemler, milimetreden bile küçük bir hücrenin içinde son derece donanımlı bir kimya fabrikasının olmasını gerektirecek ve kimyagerlere parmak ısırtacak cinstendir. Akıl sahipleri için “seyr-i bedâyî: Allâh’ın kudret tecellîlerini seyretmek” olan kâinattaki ibret tablolarının trilyonlarcasından sadece biri…
Hakikat hep var; lâkin görebilene…
Köre ise medeniyetin merkezi olan Bağdat’a girip de orada sadece kavun-karpuz kabuklarına üşüşen dört ayaklı varlıklar gibi davranmak düşmekte… Ancak baş gözü değil, gönül gözü kapalı olanlar içindir bu… Ayrıca bu mahlûklar, Rabbine itaat dairesinden çıkmadan vazifelerini yerine getirmekteler. Gaflete ve isyana düşen insanoğlu ise, âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi bu varlıklardan da aşağı seviyededir:
“Andolsun, Biz, cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla gerçeği anlamazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. İşte asıl gâfiller onlardır.” (el-A’râf, 179)
“MAYMUNDAN GELDİK” TEZİ GERÇEKLE BAĞDAŞMAZ
Yumurta hücresinin sadece kendi cinsine âit olan bir hücreyle birleşmeye uygun şekilde halk edilmesi, türlerin korunması için alınmış mükemmel bir tedbirdir. Buradan türlerin ayrı ayrı yaratıldığını da anlamaktayız. Yani insan, insan soyundan gelmiştir. Onun başka bir canlıdan geldiğini söylemek, ilmî gerçeklerle aslâ bağdaşmaz. Hâl böyleyken kendine “bilim adamı” diyenlerin maymundan veya tek hücreli bir canlıdan türediklerini iddiaya kalkışmaları abesle iştigaldir.
BEN BABANIN SÜLALESİNE KARIŞMAM
Halk arasında bu hakikate atfen bir fıkra anlatılır:
Derste öğretmen öğrencilerine verdiği ödevde; “İnsan nesli nereden geliyor, araştırın.” der. Eve gelen çocuk, koşa koşa, mürekkep yalamış ve her fırsatta kendini bilgili göstermeye çalışan babasına gider ve sorar:
“-Baba, biz nereden gelmişiz?” Bilge Baba (!) hemen cevaplar:
“-Maymundan tabiî ki.”
Çocuğun vicdanı bunu bir türlü kabul edemez.
“-Bir de anneme sorayım.” der. Annesi ise:
“-Onu bilemeyecek ne var evladım; biz Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havvâ’nın çocuklarıyız.”
Çocuk hayretle:
“-Ama anne, baksana babam maymundan geldik, diyor!” der.
Anne nükteli ve hikmetli cevabı yapıştırır:
“-Yavrucuğum, ben babanın sülâlesine karışmam.”
(İlkokul sıralarından beri okuduğumuz, atalarımızın maymun olma hikâyesi, bu fıkradan daha komiktir!..)
VİZEYİ ALAN HÜCREYE KAPI KOLAY AÇILMAZ
Yola çıkan 250-300 milyonluk ordunun, ancak 500-1.000 neferi sâlimen yumurtanın yanına kadar varır ve yumurta, sadece kendi türüne ait bir hücreye giriş izni verir.
Ancak vizeyi alan hücreye de kapı öyle kolay açılmaz. Yumurta içindeki genetik madde, son derece sağlam bir zırh tabakasıyla korunmaya alınmıştır. İki genetik maddenin birleşmesi için bu yapının ortadan kaldırılması gerekir.
Üreme hücreleri, zorlukları aşarak hedefe vardıklarında karşılarına çelik duvar gibi bir yapı çıkacağını bilmektedirler ve bunun hangi metotlarla aşılacağını öğrenmeden yola çıkmazlar. Tedbir almadan yola çıkmış olsalardı, daha işin başında hepsi ölürdü; hiçbir zaman da insanın yaratılışı için gereken başlangıç yapılamazdı.
GENETİK MATERYALLER PAKETLENEREK YERLEŞTİRİLİYOR
Yumurta hücresinden çok uzaklarda, baba bedenindeki özel fabrikanın içinde, bu çelik zırhlı duvarın kimyevî formülü çözümlenmiş ve bu duvarı ortadan kaldıracak silahlar îmal edilerek hücrelerin baş kısmına, genetik materyalin hemen önüne, özel bir zarın içine paketlenerek yerleştirilmiştir.
Bu silahlandırma, sadece bir hücrede değil, milyonlarca hücrenin tamamında bulunur. Anne bedenine giren, zorlu yolları aşmayı başaran ve yumurtayla karşılaşan hiçbir hücre geriye dönüp, karşılaştığı engeller hakkında bilgi vermediği hâlde, her hücre bu yolculuğa ilk ve son kez çıktığı hâlde, hücrelerin son derece donanımlı bir şekilde baba bedeninden ayrılmaları nasıl sağlanmıştır?
HİÇBİR DETAY ATLANMAMIŞ
Anne bedeninde hücrelerin karşılaşacakları ortamın yapısı, zayıf noktaları, aşılması gereken engeller, sahip olunan silâhlar ve kimyevî formülleri öğrenilerek çözümlenmiş, hiçbir detay atlanmadan gerekli tedbirler alınmış, buna göre gerekli teçhizatla donatılmış, yaklaşık 350 milyonluk bir ordu teşekkül ettirilmiştir.
Bu tedbirlerin alınması basit bir tesadüf müdür? Şuursuz hücrelerin bu mükemmel işleri başarabilmesi mümkün müdür? Her insanın yaratılışında tekrar eden, sistematik bir şekilde gerçekleşen bu mûcizevî olaylar, kendi kendine mi olmuştur?
BÜTÜN BUNLARI YAPAN RABBİMİZDİR
Bu işleri yapan ne anne, ne baba, ne de onların bedenindeki hücrelerdir. Bütün bunları yapan; annenin de, babanın da hücre yapısını en ince detayına kadar bilen ve farklı bedenlerde birbirini tanımlayıcı ve tamamlayıcı tedbirleri aldıran, hem anneyi, hem babayı, hem bütün kâinâtı yoktan var eden “el-Alîm, el-Azîm, el-Muîd…” olan Rabbimiz’dir.
“İşte her şeyin yaratıcısı Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilâh yoktur. Nasıl da aldatılıp döndürülüyorsunuz?” (el-Mü’min, 62)
“(Rasûlüm!) De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah’tır.» O halde de ki: «O’nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?» De ki: «Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?» Yoksa O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma, onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: «Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.»” (er-Ra’d, 16)
İlâhî!.. Bizleri, baş gözümüz görürken körler zümresine dâhil olmaktan muhafaza eyle! Kâinata ibret nazarıyla bakabilmeyi, nasıl yaratıldığımız üzerinde tefekkür ederken niçin yaratıldığımızı da idrak edebilmeyi nasîb eyle… Nasîb eyle ki; şuursuz hücrelerimiz, bu denli Sana kulluk ederlerken, âlemleri emrimize musahhar kıldığın bizler; insan olmanın gerektirdiği kulluktan geri kalmayalım… Âmin.
Kaynak: Dr. Betül Nefise İNAL / Şebnem Dergisi, Sayı: 123