İnsan İlişkilerinde Neredeyiz?
Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi’nin 396. sayısında “İnsan ilişkilerinde neredeyiz?” sorusuna cevap arıyor.
İnsan ilişkilerinde neredeyiz?
-İslam toplumu ölçüler toplumudur.
-Ölçüler ilahi kaynaklıdır.
GÜZEL MÜSLÜMAN OLMAK
-Peygamber ilahi kaynaklı ölçülerin bir insan kimliğinde - kişiliğinde müşahhaslaştığı şahsiyettir. Bu vasfıyla da örnektir. Kur’an’ın ifadesiyle “Güzel örnek”tir.
-Her bir Müslüman, bir kere İslâm dairesine girdikten sonra ölçüleri kalben içselleştirmeye ve sonra da Resulullah’ta olanı kendi kişiliğine taşımaya yönelecektir.
-Resulullah’ın kişiliği “Alemler” diye nitelenen ve adeta kainatı kapsayan bir alanda “Rahmet insanı” olmaksa Müslüman da önce “Rahmet” vasfının neyi kapsadığını öğrenecek, sonra da “Rahmet insanı” olma cehdine soyunacaktır.
-Resulullah’ın kişilik kıvamı, Kur’an’da, yani Allah Teâlâ’nın nezdinde “Yüce bir ahlâk üzerine” diye tanımlanmışsa, Müslüman, önce Hazreti Peygamber’in “Yüce ahlâk”ını öğrenmek sonra da, onu kendi kişilik kıvamı haline getirmek durumundadır.
-Ölçülerin bir kısmı insanın, Yaratan ile ilişkilerini tanzim eder. İnsan bütün hayatı boyunca bu ilişkilerde hassasiyet gösterecektir. Bu, yaratılmış olmanın hukukudur. “İman” onun başında gelir, ardından “Kulluk” çerçevesindeki sorumluluklar sıralanır. Allah’a bağlı hukuk, O’nun, diğer varlıklarla hukuk alanındaki tanzimine de riayeti gerektirir.
-Bu çerçevede, mesela, Allah Resulü ile hukuk da tanzim edilmiştir. O’nu Allah’ın elçisi olarak tanımak, onun önderliğini, örnekliğini, muallimliğini kabul etmek, O’nun getirdiğini kabul edip, nehyettiklerinden de kaçınmak, bu hukuk çerçevesine girer. Bunun yanında mesela, “onun yanında sesini onun sesinin üstüne çıkarmamak” gibi, “Onun zevcelerinin mü’minlerin anneleri olduğunu” kabul etmek gibi hukuk ölçüleri vardır; daha özel hukuk tanzimleri de söz konusudur.
-İnsanın Allah Teâlâ ile, Resulullah ile ilişkileri sağlıklı bir çerçeveye oturduktan sonra, “İbadullah - Allah’ın kulları” ile ilişkisinin tanzimine sıra gelir. Burası çok çok geniş bir hukuk alanıdır.
-Dinin tarifinde bu alan “şefkat li halkillah” diye ifade edilmiştir. Yani “Allah’ın yarattığı her şeye karşı şefkat...”
-Bu alan, Resulullah’ın “alemlere rahmet” ve “yüce ahlâk” vasıflarının insanlar tarafından temessül edilmesi, yaşanması, örnek olarak hayata taşınmasıdır.
-İnsan otomat ya da makine değildir. “Ahlâk sahibi” ya da “Rahmet insanı” olmak, ancak terbiye ile, donanım ile mümkündür. Allah Resulü “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12) buyuruyor. İnsan, yolunu bulup kendini inşa edecek.
-Kur’an okuması ile Resûlullah okuması ile... Orada inceden ipliğe her şey var.
-Göğün hukuku, yerin hukuku, ağacın, çiçeğin, taşın hukuku, insanın hukuku: Kadını, erkeği, genci, yaşlısı, çocuğu ile... İnsanın bulunabileceği bütün alanlarda, bütün rollerde, statülerde...
-Hani Muhyiddin ibn Arabi “Göğe iyi davran, yere iyi davran” diye başlıyor, oradan “Kur’an’a iyi davran, namaza iyi davran”a geliyor ya...
-Hani, Ebü’l Hasan Harakani “Horasan’dan Kudüs’e bir kişinin ayağına diken batsa, benim canım acır” diyor ya, hani Mevlana “Dünyada bir kişi üşüyorsa...” diye söze başlıyor ya... İşte bunların tamamı, Kur’an’ın ve Rasulullah’ın ölçüleriyle inşa edilen insanın şahsiyet kıvamı ile ilgilidir.
MÜSLÜMANA HASSASİYET KAZANDIRAN HUSUSLAR
-Bunlar, gönülleri dergâh haline gelmiş insanların, deyim yerindeyse “Allah adamları”nın ahlâk kıvamıdır. Müslüman, terbiye yolculuğuna girer ve sebat ederek yürürse o ufku yakalar. O ufuk yolculuğu Müslüman’a şu çerçevede bir hassasiyet kazandırır:
-İstikamet sahibi olmak.
-Emin - güvenilir olmak.
-Haksızlığa, zulme yol açmamak.
-Kendi aleyhimize bile olsa adaleti ayakta tutmak.
-İncitmemek, incinmemek.
-Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına karşı yapmamak.
-Bütün ilişkilerde sulhü öncelemek. Kavgalardan, tartışmalardan, öfkeden kaçınmak. Sonunda “Ben bunu neden yaptım?” denilecek işlerin içinde olmamak.
-Çalıştırdığımız insana, hakkını, alın teri kurumadan vermek.
-Kul hakkına taalluk eden tüm alanlarda yarın hesabı verilecek hassasiyeti ile hareket etmek.
-Yönetici olduğumuzda sahip olduğumuz yetkiyi adaletle kullanmak, haksız tasarruflara, zulme ve insanlara tahakküme yönelmemek. Devlet malına tasallut etmemek.
-Teahhütlere riayet etmek, söz verince yerine getirmek.
-Aile içinde insaflı, müşfik, hakkaniyet sahibi, adil olmak.
-Anne-baba hukukunu gözetmek. Yaşlandıklarında onlara hizmet ederken “öf” bile dememek.
-Yetimlerin hukukunu gözetmek. Onların mallarını yönetmek söz konusu olduğunda sui istimali akla getirmemek.
-Sokağa her ne şekilde çıkılırsa çıkılsın, sokağın hukukunu gözetmek. Trafikte kul hakkını ihlal etmemek. Gözleri korumak, yolda insanlara eziyet verecek davranışlara (yanlış parklar, kaldırım işgalleri) yönelmemek, varsa mani olmak...
-Ticari ilişkilerde, sözleşmelerde münazaalı durumlara sebebiyet verecek davranışlar içine girmemek.
-Medya alanında, ister yazılı, ister görsel, ister sosyal tüm medya ilişkilerinde haysiyetlere, mahremiyetlere tecavüz niteliği taşıyacak hiçbir hamle yapmamak. Her sözün, her davranışın yazıldığı ve ahirette önümüze çıkacağı bilincini kaybetmemek.
-Siyasette yalandan, kibirden, riyadan, iftiradan, lakap takmak gibi rakiplerin haysiyetini rencide edecek söylemlerden kaçınmak.
-Bütün davranışlarda haddi aşmama hassasiyeti geliştirmek ve nefsine “Dur” diyecek supablar oluşturmak. Bu çerçevede, tüm davranışlarda “Allah’ı görüyormuş gibi yaşama”, yani ihsan, “Dikenli bir yolda yürüyormuş gibi dikkat etmek” yani, takva, “Benim bu davranışımdan Allah razı olur mu?” yani Allah rızası, “Bunlar ahirette önüme çıkarsa savunabilir miyim?”, yani ahiret hassasiyeti disiplinleri içinde hareket etmek.
....
-O yolculuğun gerçekleşmediği durumlarda ise, genel kabul itibariyle kişi ve toplum olarak “Müslüman” vasıflandırması yapılsa bile insan ilişkilerinde değer kayıpları, İslâm azalması gerçekleşir.
-Aile içi iletişimde namazında niyazında insanlar arasında bile sancılar yaşanıyorsa, namazı niyazı biliyor, İslam’ın aile içi hukukunu bilmiyoruz demektir.
-Daha çok para kazanmak için hileli mal üretiliyorsa, ticaret - sanayi ahlâkında aşınmalar var demektir.
-Fabrikamızın kimyasal artığı, çimento tozları yeri - göğü kirletiyor ve insanların hatta tüm canlıların varlığını tehdit ediyorsa, gökteki yerdeki tüm canlıların hukuku ihlal ediliyor demektir.
-Siyaset dili hakkaniyet hassasiyetini kaybetmiş, yalanı, dolanı, iftirayı bühtanı su gibi içer hale gelmişse, bu alandaki İslam hassasiyetleri, “siyaset gerçeği” jargonuna kurban edilmiş demektir.
-Medya - sosyal medya alanı mahremiyetlerin ayaklar altında süründüğü, haysiyetlere hunharca tecavüz edildiği, yargısız infazların yapıldığı bir alan haline gelmişse, oralardan İslâm hassasiyeti uzaklaşmış demektir.
-Mahkemeler cinayet davasından geçilmiyorsa, insan varlığına karşı İslam’ın istediği temel hassasiyetten yoksunluk var demektir.
-Aile mahkemeleri boşanma davalarından geçmiyorsa, en derin sevgi - şefkat alanlarımız tarümar olmuş demektir.
-Müslüman kimliği içinde yapılıp edilenler, insanların İslam’a gelişini engelleyecek mahiyette ise, farkında olarak - olmayarak yol kesici hale gelmişiz demektir.
Şu belli ki, İslam toplumlarının kişilik MR’ı çekilse, vücudumuzun bir çok yerinde cerahatler biriktiği görülecektir.
Dünyaya ölçü ihraç edeceğimize, “kriter” ithal eder hale gelmiş ve birileri zaman zaman gelip bizim o “kriterler”e ne kadar uyup uymadığımızı denetliyorsa, ya da kaybettiklerimizi başka dünyalardan yeniden toparlamaya çalışıyorsak ortada çok ciddi bir problem var demektir.
Sonuçta insan ilişkilerindeki kalite, bizim kim olduğumuzu ya da kimliğimizle aramıza ne kadar mesafe girdiğini göstermektedir.
İNSANI DÜŞÜNDÜREN SORULAR
Elimiz temiz mi, dilimiz, gözümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz temiz mi?
Yetimin başını okşuyor muyuz?
Hasta ziyaret ediyor muyuz?
Aç kalan kediye süt veriyor muyuz?
Yoksa bir kere kapılarını çalalım diye yaşlı anne - babalarımızın gözleri yollarda mı kalıyor?
Neredeyiz?
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 396
YORUMLAR