İnsan Nasıl Kemâle Erer?

İMAN

Tasavvufta muhabbet makamının önemi nedir ve muhabbet ehlinin sıfatları nelerdir? Hak aşıkları kimlerdir? İnsan nasıl kemâle erer? Varlık âleminin sırrı muhabbet ve insanın kemâl yolculuğu...

Âriflere göre âlemin varlığının en önemli saiki muhabbettir.[1] Bu sırra binaendir ki her var oluşun zemininde/evvelinde bir muhabbet vardır. Bu yönüyle maddî ve manevî doğuşların ve oluşların aşılayıcı iksiri muhabbettir. İmanın zemininde de o vardır. “Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinize süslü ve güzel gösterdi” (Hucurât 7) buyuran Rabbimiz, bu yüce iman nimetinin tekevvün[2] ve teşekkülündeki bu latîf sırra dikkat çeker.

MUHABBETİN ÖNEMİ NEDİR?

İmanın doğuşunda var olan bu sırr-muhabbet, onun kemâle/zirveye ermesinde de en yüksek payesi bulunan bir âmildir. “Birbirinizi sevmedikçe kamil manada iman etmiş olmazsınız” (Müslim, Îmân 93) hadis-i şerifinde ve daha bu anlamı ifade eden nice sözlerinde Allah Rasûlü bu hakikate işaret eder. Bunun içindir ki O, Rabbine yönelik niyazlarında her daim muhabbet ister.

Muhabbetin derecesi ile imanın derecesi doğru orantılıdır. Yani kimde muhabbet-i ilâhî ziyade ise onda iman da aynı oranda kavidir ve kemâl mertebesindedir. Bu yönüyle kulluk yolculuğu, muhabbetsiz yürünmez. Yoldaki zevk, şevk ve sürat de muhabbet kadardır. Bu sırra âşina olan yol kılavuzu nice mürşidler, öncelikle gönüllerdeki muhabbet istidadına bakarlar, varsa çoğalmasına, yoksa oluşmasına vesileler ararlar. Zira uzun yollar, muhabbet kanadı olmayan saliklerle çok yorucu, bıktırıcı ve hatta çekilmez olur.

HAK AŞIKLARI KİMLERDİR?

Bütün velilerde muhabbet özelliği yüksektir. Onlara bu özelliklerinden dolayı “Hak âşıkları” da denir. Hem Hakk’ı severler ve hem de O’na ait tüm varlığa yine O’nun hatırına derecelerine göre değer verip muhabbet dairelerinin içine alırlar. Vefatının üzerinden 24 yıl geçmiş olan Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Efendinin (v. Temmuz 1999), manevî bir evladına yazdığı bir mektubundaki şu ifadelerde muhabbetin bu seviyesine işaret vardır:

“…Son derece acizim, kusurlarla doluyum. Yegâne tesellim şudur ki, Allah’ın sevgililerini canımdan, varlığımdan, her şeyden daha fazla seviyorum. Öyle bir sevgi ki, sevdiğimi de bilemez haldeyim ki lisan ile yazı ile ifade edilemez.”

Yine ona ait şu ifadeler de bir sevgi çerçevesi gibidir:

“Cenâbı Hakk’ın verdiği en büyük mevhibe-i ilâhiyye, sevmekdir. Sevgi denildiğinde ilk olarak Hâlik-ı zülcelal ve’l-kemâl Hazretleri hatıra gelir. Sonra Fahr-i Kâinat Efendimiz hatırlanmalıdır. Ondan da sonra Cenâb-ı Hakk’ın has kulları diğer peygamberler, ashab ve evliyaullah hazeratı yer alır. Müminleri sevmek, hayvanâtı sevmek, sevmek... Sevmek böyle sıra ile birbirini takip ediyor.

Allah Teâlâ’yı seven, O’ndan başkasını sevemez, takati kalmaz. Diğer sevgiler de devam eder. Meselâ anasını, babasını, ailesini ve çocuğunu, malını mülkünü sever. Fakat bu sevgi Allah Teâlâ’nın sevgisinden neş’et eden, yerli yerinde ölçülü bir sevgidir. Böyle ölçülü muhabbetler makbuldür. Çünkü kulun hem cinsine sevgi göstermesi, insanlık icabıdır. İnsan anasını babasını sever, çünkü onun dünyaya gelmesine ve dinî bilgi sahibi olmasına onlar vesîle olmuşlardır. İffetli, yüce ahlâk sahibi, manevî akîde sahibi olan şerefli fazîlet sahibi ailesini sever. Bu sevgi de Allah için olursa makbuldür. Mala mülke gelince, onlar İslâmiyet ve insaniyetin yararına kullanılırsa o da memdûhdur. Sevgi tam kemâl bulunca, o zaman kul, yalnız Allâh’ın sevdiğini sever. Allâh’ın buğz ettiği müşrikleri, din düşmanlarını sevemez, hatta kendilerine buğzeder”

KEMÂLE NASIL ERİLİR?

Muhabbet, alaka/ilgi oluşturur. İnsan ise ilgilerle beslenir ve büyür. Bu sebeplerdir ki muhabbet sermayesi kullanılırken son derece dikkat etmek esastır. Zira insan, muhabbetle ilmek atılan her bir şeyden şahsiyetini besleyen bir süt emer. Ahlak ve davranışın ve nihayet kişiliğin oluşumunda ve gelişiminde emdiği bu sütün keyfiyeti son derece mühimdir.

İbn Atâullah el-İskenderî- der ki: “Muhabbet kalbe dikilen öyle fidanlardır ki, meyve vermesi kişilerin idrak seviyeleri (akılları) nispetindedir.”

Muhabbetin meyvesi, kiminde mahlûkata hizmet olarak zuhûr eder.

Bir başkasında mahbubun gayrından uzaklaşma olarak kendini gösterir.

Kimini mahbubunda fani kılar, kiminde O’na ait olan her şeye karşı ülfet ve ünsiyet oluşturur.

Kimi onu Burak edinip Hakk’a pervâz ederken; bazıları da bu yüce sermayenin kıblesini şaşırır da fenâ gülzârında zayi olur gider. Hâlbuki İbrahim aleyhisselam’ın beyan ettiği gibi yok olup gidecek şeylere sevgi sermayesini harcayıvermek hüner değildir.

Olma yolculuğu, bilgi ve beceri aktarımından ziyade, gönül aşılanması meselesidir. Kişilik aşısı, muhabbetsiz tutmaz. Mevlânâ der ki: “Kimin bu ilâhî aşka meyli olmazsa o, kanatsız bir kuşa döner. Vay onun hâline!”

İnsanın kemâl yolculuğu diye ifade edebileceğimiz seyr u süluk de bir anlamda böyle bir muhabbet insanı oluşturma yolculuğudur. Bu yolculuğun nihaî hedefinde Hakk’a aşık olmak vardır. O hal bir kulda tahakkuk edince artık o kulun mürebbi ve muallimi Hak Teâlâ olur. Muallimi Hak olanın ilmi, ilm-i ledün; boyası “sıbğatullah” (İslâm boyası) hâl ve davraşları ise “Rabbânî” olur.

Muhabbetsizlikle yapılan hiçbir işte zevk-i selîm ve amel-i kavîm olmaz. Sevgisizlik, yüzeysellik ve rastgelelik doğurur. Zira bir işte muhabbet yoksa orada gönül de yoktur. “Gönülsüz pişen aş, ya karın ağrıtır ya baş” denilmiştir.

Tembellik ve işi ağırdan almak, muhabbetsizdik nişanıdır. Muhabbet tembelliği, ataleti ve gevşekliği izale eder.

Muhabbet lisanı, en güçlü ve en hızlı bir iletişim vasıtasıdır. Bu lisanda gönüller konuşur, gözler konuşur, haller konuşur. Hatta denilebilir ki muhabbetin lisanı çoğu zaman sükûttur. Çünkü bağırarak sevilmez. Bağırmak, uzaklık nişanıdır. Gönüller yaklaştıkça sözün tonu önce fısıltıya sonra sükûta doğru erir gider.

Bazı arifler filozofların “İnsan konuşan bir canlıdır” tarifini basit bulur ve derler ki: “İnsan âşık olabilen bir canlıdır” ve onun aşkı ten aşkı değil; can aşkıdır; diğer bir ifadeyle Cânân aşkıdır.

Ulvî muhabbetler insanı azîz kılarken; süflî muhabbetler, onu hakîr ve zelîl bir konuma düşürür.

Her bir insana muhabbetten yana az ya da çok bir sermaye verilmiştir. Maddi rızıklarda olduğu gibi muhabbet rızkında da herkesin nasibi farklıdır. Öncelikle, verilen bu sermayenin farkında olmalı, muhafızı olmalı, zayi etmemeli, geliştirmenin gayretine soyunmalı ve daha da önemlisi her şeyin hazinesi katında olan ve bir ismi de “el-Vedûd”[3] olan Yüce Mevla’dan Allah Rasülü’nün niyazı gibi muhabbet rızkımıza bereket vermesini her daim istemelidir.

Dipnotlar:

[1] Arifler, varlık âleminin “kenz-i mahfî” diye ifade ettikleri “Zât-ı ulûhiyyet”in, mârifetine muhabbetinin bir sonucu olarak yaratıldığını ifade ederler. Bu yönüyle Hakk’ın kendi Zâtının marifetine muhabbetini var oluş sırrı olarak açıklarlar. [2] Tekevvün: Oluşum. [3] “el-Vedûd”, çok seven ve çok sevilen anlamında bir ism-i ilâhîdir.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 449