İnsan Olarak Yaratılmak İçin Bedel Ödemedik!

Kulluk edebi; hatâ ve kusurları nefsinden, bütün muvaffakıyetleri ise Allah’tan bilmeyi gerektirir.

Unutmamalıyız ki hepimiz yoktan var edildik. Var olmak için ve milyonlarca varlık içinde eşref-i mahlûkat olan “insan” kılınmak için bir bedel ödemedik. Rabbimiz bize farkında olduğumuz ve olmadığımız sayısız lûtuflarını meccânen ve keremen ihsân eyledi.

O’na şükür için yaptığımız ibadet, tâat, hizmet ve amel-i sâlihler de O’nun bize bir lûtfu. Zira O bize bu yolda güç ve imkân verdiği için biz bunlara muvaffak kılınıyoruz. Dolayısıyla kendimize âit hiçbir sermayemiz yok. Sırf Allâh’ın bize verdikleriyle, O’nun rızâsını celbetmeye çalışıyoruz.

BİR DÜŞÜNELİM...

Cenâb-ı Hak bize göz nîmetini lûtfetmese biz nasıl görebilirdik? Vücûdumuza güç-kuvvet vermese biz nasıl bir şeyler elde edebilirdik? Bize tefekkür melekelerini vermese nasıl düşünebilirdik?..

Velhâsıl, elimizde ne kadar güç ve sermaye varsa hepsi Cenâb-ı Hakk’a âit. Bu sebeple bir müslümanın lügatinde “ben” olmayacak. Gönlünde benlik dâvâsı bulunmayacak. Kulluğunu unutmayacak. Elindeki bütün nîmetleri Hak’tan bilecek; “Ben yaptım, ben kazandım!” demeyip dâimâ; “Sen lûtfettin yâ Rabbi; bu, Rabbimin fazlındandır!” diyecek…

"SEN YÂ RABBÎ!"

Rivâyete göre Cenâb-ı Hak, Hazret-i Mûsâ’ya:

“Firavun’a git; çünkü o iyice azdı...” (Tâhâ, 24) buyurduğu zaman Mûsâ u, âile efrâdını ve davarlarını zâhirde emânet edeceği bir kimse olmadığından:

“–Yâ Rabbi! Ev halkım ve davarlarım ne olacak?” dedi.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:

“–Ey Mûsâ! Ben’i bulduktan sonra başka ne istersin? Sen Ben’im emrimi edâya koş! Bana bağlan ve teslîmiyet göster! İstersem, kurdu koyunlarına çoban yapar ve meleklerimi de âilene muhâfız kılarım.

Ey Mûsâ! Nedir bu düşündüğün? Annen Sen’i denize bıraktığı zaman Sen’i kim kurtardı? Bundan sonra Sen’i annene tekrar kim kavuşturdu?

Hani sen, birini kazâ ile öldürmüştün de Firavun Sen’i aramaya koyulmuş ve öldürmeye azmetmişti; o vakit Sen’i ondan kim muhafaza etti?..” Mûsâ u bu sözleri hem dinliyor, hem de her cümlenin sonunda: “–SEN, SEN, SEN YÂ RABBİ!..” diyordu. 1

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları


Dipnot:

1-) Ahmed er-Rufâî, Hâletü Ehli’l-Hakîkati Meallâh, s. 337

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.