İnsan Şahsiyetine Tesir Eden İki Önemli Husus
İnsan şahsiyetine tesir eden iki mühim husus nedir? Sâlih ve sâdık müʼminlerle ülfet edip onlarla yakınlık ve dostluk kurmanın önemi ve fazileti nedir?
Hüdâyî Hazretleri buyurur:
Nevm-i gafletten uyanıp aç gözün merdâne bak,
Ehl-i Hak ile olagör, olma anlardan ırak!..
“Gaflet uykusundan uyanıp gözünü aç da mertçe bir bak! (Âleme ricâlullâhʼın / Allah adamlarının bakışıyla nazar et!) Dâimâ Hak ehliyle / Hak dostlarıyla beraber ol, onlardan uzak kalma!..”
İNSAN ŞAHSİYETİNE TESİR EDEN İKİ ÖNEMLİ HUSUS
İnsan şahsiyetine tesir eden iki mühim müessir vardır:
Birincisi; kazancın ve yenilen lokmaların helâliyet derecesidir. Zira haram kazanç ve lokma, mânevî hayata zehir saçıp ibadetlerin rûhâniyetini zedeler. Helâl kazanç ve gıda ise gönül feyzini ziyâdeleştirip rûhâniyeti takviye eder, sâlih amellere iştiyâkı artırır.
İnsan şahsiyetine en çok tesir eden ikinci müessir ise; ülfet edilen kimselerin mânevî durumudur. Nasıl ki su, içine girdiği kabın şeklini alırsa, insanın akıl ve gönül dünyası da -ekseriyetle- içinde bulunduğu çevrenin fikriyat ve hissiyâtına bürünür.
Dolayısıyla insanı, çoğu zaman doğru yola da yanlış yola da sevk eden, beraberinde bulunduğu kimselerdir. Yani beraberinde bulunduğun insan sâlih ise, mânen selâmete erersin; fâsık ise, felâkete dûçâr olursun. Hayırlı insanlarla dost olursan hayır üzeresin, şerli insanlarla dost olursan şer üzeresin, demektir.
BÜYÜK KAZANÇ
Bu sebeple sâlih ve sâdık müʼminlerle ülfet edip onlarla yakınlık ve dostluk kurmak, büyük bir kazançtır. Zira o müʼminler, kalplerindeki îmânın aşk, vecd ve heyecanını, kimi zaman söz ve davranışlarıyla, kimi zaman da hâl lisânıyla muhâtaplarına aksettirirler. Bu itibarla, sâlih zâtlar ile ülfet edip onlarla hemhâl olanlar, bu müsbet tesirler neticesinde, zamanla sâlihleşirler.
Nitekim Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyurmuştur. Zira sâdık olmak, bu beraberliğin en tabiî neticesidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de nakledilen Ashâb-ı Kehfʼin kıssası, bu hususta dikkat çekici bir misaldir. Kıtmîr, bir kelp olduğu hâlde, o sâlih mü’minlere sadâkatle bekçilik ettiği için, kendisine onların güzel hâllerinden bir hisse nasîb olmuştur. Onun da sâdıklarla beraber Cennet’e gireceği bildirilmiştir.[12]
Bir kelp, Cenâb-ı Hakk’ın sâlih ve sâdık kullarından ayrılmayıp onlara bekçilik etmesinden dolayı bu dereceye ulaşırsa, hakikî bir mü’minin, Hak dostu âlim ve ârif zâtlara muhabbet ve sadâkatle bağlanarak nasıl bir mânevî tekâmül yaşayabileceğini, düşünmek gerekir.
Sâlih ve sâdık müʼminleri görüp onların îman heyecanından ve takvâ hassâsiyetlerinden hisse alarak gaflet uykusundan uyanmak, çok büyük bir nîmettir. Bu hâl, âdeta enerjisi tükenen bir âletin yeniden şarj olması gibi, mânevî bir diriliş vesîlesidir.
SON DERECE ÖNEMLİ BİR KAİDE
Bu sebepledir ki mânevî terbiye yolu olan tasavvufta, sâlihlerle beraberliğin asgarî ölçüsü olmak üzere, belli aralıklarla bir araya gelmek demek olan “sohbet”lere devam etmek, son derece mühim bir kâidedir.
Gül bahçesinde gezen insanın üzerine gül kokuları sinmesi gibi, mânevî sohbet meclislerinin en bereketli neticesi de, orada bulunanların müsbet hissiyâtının, yani ihlâs, takvâ, muhabbet ve mârifet nûrunun, birbirine sirâyet etmesidir.
Sohbetlerde, fizikteki birleşik kaplar kanunu misâli, kalpler birbirinden istifade eder, hâl transferi ve tesir alışverişi gerçekleşir. Zamanla kalbî keyfiyetler birbirine benzemeye başlar. Zevkler, duyuşlar, görüşler ve tercihler aynı hâle gelir.
Bu itibarla kimlerle dostluk ve ülfet edeceğimiz hususunda son derece dikkatli ve seçici davranmalıyız.
Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:
“Mü’min, mü’min kardeşi için bir bina gibidir ki, birbirine kenetlenerek onu yıkılmaktan korur.” (Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65)
Yani bizim bir yanlışımızı gördüklerinde münâsip bir lisanla îkaz edecek, hatâ ve kusurlarımızı samimiyetle düzeltecek, Kurʼân ve Sünnet istikametinde bir hayat yaşamamıza yardımcı olacak müʼminlerle dost olmalıyız.
Unutmayalım ki, bizi doğru yola getirmek için nefsimizin hoşlanmadığı sözlerle de olsa îkazda bulunan biri; bizim ebedî saâdetimizi isteyen hakikî dostumuzdur. Nitekim, Müʼminlerin Emîri Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.” buyurmuştur. (Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 130)
Tabi bu nevî îkazların tenhâda, başbaşa iken ve lisân-ı münâsip ile yapılması gerekir.
Bu samimî îkazların aksine; bizi yoldan çıkarmak için yüzümüze gülüp iltifat eden, nefsimizin hoşlandığı şeylere davet eden biri de, hakîkatte bizim dostumuz değil, ebedî hüsrâna uğramamızı isteyen hasmımızdır.
Tâbiîn neslinden Bilâl bin Sa‘d -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurmuştur:
“Senin dindarlığını artıran dost, her karşılaştığında avucuna bir altın koyan dosttan daha hayırlıdır.”
Dolayısıyla; Allah için sevecek, Allah için îkaz edecek ve zor gününde Allah rızâsı için elinden tutacak gerçek bir dosta sahip olan insan, dünyanın en kıymetli servetine sahip demektir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2023 – Mayıs, Sayı: 447