İnsan Suresi 11. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

İnsan Suresi 11. ayeti ne anlatıyor? İnsan Suresi 11. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

İnsan Suresi 11. Ayetinin Arapçası:

فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًاۚ

İnsan Suresi 11. Ayetinin Meali (Anlamı):

Allah da onları o günün felâketinden korur; yüzlerine parlaklık ve gönüllerine sevinç verir.

İnsan Suresi 11. Ayetinin Tefsiri:

5. âyette yer alan اَلْاَبْرَارُ (ebrâr), tam mânasıyla iyilik sahibi, itaat eden, iyi insanlar demektir. Bunlar, Allah’a inanan, O’na hakkiyle kulluk eden, Allah’ın farzlarını ve emirlerini yerine getiren ve yasakladığı şeylerden de uzak duran kimselerdir. Kötülüğe razı olmazlar, karıncayı bile incitmezler. “Ebrâr” isminin kullanılmasıyla, “şükür”den maksadın amel ederek şükretme olup bunun ancak iyilik, hayır, ihsan ve doğru sözlülükle yerine getirileceğine dikkat çekilir. (bk. Bakara 2/177; Âl-i İmrân  3/92) Allah katında övgüye layık olduklarına işaret edilmek üzere de, onlardan عِبَادُ اللّٰهِ  (‘ibâdullâh) yani “Allah’ın has kulları” olarak bahsedilir.

O hayırlı insanların sahip oldukları elbette çok güzel vasıflar vardır. Burada hatırlatılanlar şunlardır:

Birincisi; adaklarını yerine getirirler. Adak, insanın yerine getirmeyi va‘dettiği her türlü iştir. Dinde ise “dinen mükellef tutulmadığı halde kişinin kendi vaadiyle üzerine vacip kıldığı ibâdet ve iyilik” demektir. Dolayısıyla bu iyi insanlar, hem Allah’ın kendilerine farz kıldığı namaz, oruç, zekât, hac gibi vecîbeleri yerine getirirler, hem de buna ilaveten kendiliklerinden Allah rızâsı için adadıkları ibâdetleri yapar, sözlerini tutar, ahitlerini ifa ederler.

İkincisi; şerri, yıkımı, kötülük ve felâketi uçan, uçuşan, yangın gibi her tarafa yayılan, asık suratlı, çatık kaşlı, insanların suratını ekşiten dehşetli kıyâmet gününden korkarlar. Aslında onlara tesir eden ve vazifelerini harfiyen yapmaya sevk eden âmil de bu korkudur. Allah huzurunda verecekleri uhrevî hesap ve ceza endişesidir.

Üçüncüsü; canları çektiği halde yemeği fakîre, yetime ve esire yâni muhtaç olan kimselere ikram ederler. Bunu yüksünerek veya kerhen değil, severek yaparlar. Gözden çıkardıklarını değil, sevdikleri, beğendikleri ve faydalanabilecekleri nimetleri muhtaçlarla paylaşırlar. Bunu sırf Allah rızâsı için yaparlar. Ayrıca ikramda bulundukları kimselerden ne bir maddi karşılık, ne de teşekkür beklerler. Çünkü en faziletli iyilik, maddi manevî hiçbir karşılık beklemeden sırf Allah rızâsı için yapılan iyiliktir.

Bu sebepledir ki; Hz. Âişe bir yoksula yardım ettiği zaman, yoksulun hayır duasına karşılık aynı dua ile mukâbelede bulunurdu. Kendisine:

“–Hem mal veriyorsun hem de dua ediyorsun, bu nasıl oluyor?” diye sorulduğunda şu cevâbı verirdi:

“–Onun yaptığı duanın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duanın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hâlis olsun, böylece infâkımın mükâfâtını Sadece Allah’tan beklemiş olayım.”[1]

Nitekim Hz. Ali ve Hz. Fatıma hakkında rivayet edilen şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Hz. Hasan ve Hüseyin çocukken bir hastalığa yakalandılar. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma üç gün oruç tutmayı adadılar. Birinci gün iftarlarını açacakları zaman bir yoksul geldi:

“–Allah rızâsı için yiyecek bir şeyler!..” dedi.

Sofralarındaki yiyeceklerini verdiler. Suyla iftar edip ikinci gün oruca niyet ettiler. İkinci gün iftar vaktinde, bir yetim kapıyı çaldı.

“–Allah için bir lokma!” deyince, yine sofradaki yiyeceklerini ona verdiler.

Kendileri suyla iftar edip, ertesi günkü oruca niyet ettiler.

Üçüncü gün aynı saatlerde bir köle gelerek yiyecek istedi. Yine sofralarındaki lokmalarını ona ikrâm ettiler ve yine suyla iftar ettiler. Bunun üzerine bu âyetler nâzil oldu. (bk. Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 470; Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 191-192)

Bu âyetlerde üç husus dikkatimizi çekmektedir:

  Allah’ın mahlûkatına merhamet ve şefkat nazarıyla bakabilmek; yetimin, fakirin ve esirin gönlüne girebilmektir.

Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle ikaz etmektedir:

“Güçlü ve kuvvetliyken, sıhhatin yerindeyken, cimriliğin üzerinde ve fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha çoktur. Bu işi can boğaza gelip de «falana şu kadar, filana bu kadar» diye vasiyete bırakma. Zâten o mal artık mirasçılardan şunun veya bunun olmuştur.” (Buhârî, Zekât 11; Müslim, Zekât 92)

Bu hususta Ebûbekir Verrâk (r.h.) şöyle der: “Malını muhtaçlara vermeyen, cenneti ümit etmesin! Fakiri sevmeyen de Peygamber Efendimizi sevdiğini iddia etmesin. İkisi de yalancıdır!”

  Yapılacak iyilikleri Allah rızâsı için yapabilmektir.

  Bir mü’min kalbinin, Allah korkusu ve hesap endişesiyle dolu olması hâlidir.

Şimdi gelelim bu bahtiyar kullara va’dedilen büyük nimet ve ihsanlara:

        Onlar içine kâfûr katılmış, sarhoş etmeyen, saçma sözler söyletmeyen, sadece zevk ve neş’e veren son derece berrak bir içecek içerler. (bk. Vâkıa 56/19; Saffât 37/46-47)

اَلْكَافُورُ (kâfur), beyaz ve hoş bir renkte, güzel kokulu, serin, kötü kokuya karşı tesirli ve tabii olarak kalbi kuvvetlendiren Araplarca meşhur bir şeydir. Dolayısıyla cennet kâsesinin bu tabiatta olması onun temizliğini, hoşluğunu, berraklığını ve güzelliğini ifade eder. “Kâfur”un, dünyada bilinmeyen bambaşka bir içecek veya içecek katkısı olduğu da belirtilir. Nitekim İbn Abbas (r.a.), bunun cennette bir pınarın adı olduğunu söyler. Ona عَيْنُ الَكَافُورِ (‘aynü’l-kâfûr) yani “kâfûr pınarı” denilir. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, XIX, 125) Buna göre bahsedilen iyi kişilerin, o dolgun kadehten kâfur denilen bu çeşmenin suyunu veya içine o çeşmeden katılan bir cennet içeceğini içecekleri anlaşılır. Dolayısıyla o kâfûr cennette bir çeşme, bir kaynak, bir pınardır. Öyle bir iki kadeh almakla tükenecek gibi değil, akıp giden bir kaynaktır, bir pınardır. Allah’ın cennetle şereflenen kulları hem o kaynaktan içerler, hem de onu diledikleri yerlere kolay kolay akıtırlar.

        Cenâb-ı Hak, bu ihlâs ve hizmetlerine mukâbil onları, çok korktukları o belâlı günden korur, yüzlerine parlaklık ve gönüllerine sürûr ihsan eder. Kötülükten kaçınmaya, iyilikleri yapmaya sabrettikleri için onları cennete koyar ve onlara ipek elbiseler giydirir.

O güzel kullar için hazırlanmış diğer nimetler şöyle:


[1] Necati Yeniel-Hüseyin Kayapınar, Sünen-i Ebû Dâvûd Tercüme ve Şerhi, İstanbul, 1988, VI, 304.

İnsan Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

İnsan Suresi 11. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...