İnsana Fitne Olan İki Emanet
Dünyâ nîmetlerinden en istidâtlı olanı, “mal” ve “evlâd”dır. Bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de bu iki nimeti “fitne” tavsifiyle zikretmiş bulunmaktadır.
Mesnevî'de şöyle anlatılır:“Mala mülke fazla sarılma ki, vakti gelince kolayca bırakabilesin! Hem kolayca verip gidesin, hem de sevab kazanasın! Sen, seni sımsıkı tutana sarıl ki. evvel de O’dur, âhir de O’dur. O’nu bulmak istiyorsan, gönül gemini batıracak ne kadar nefsanî sıkletler varsa içinden çıkarıp at ki, murâdına nâil olasın.” (c.3, 128-129)
İNSANA FİTNE OLAN EMANETLER
Kalbe kök salmak meyli itibariyle dünyâ nîmetlerinden en istidâtlı olanı, “mal” ve “evlâd”dır. Bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de bu iki nimeti “fitne” tavsifiyle zikretmiş bulunmaktadır.
Allâh Teâlâ’nın insanoğluna lutfettiği mal ve evlâd gibi her türlü imkân aslında birer emânettir. Bütün nîmetler O’ndandır ve O’na âittir. Bu yüzden, ârif gönüllerin Hakk’a karşı duyguları dâimâ:
“Alan Sen’sin, veren Sen’sin, kılan Sen!..
Ne verdinse odur dahî nemiz var!..” beytinin ifâde ettiği istikâmette olmuştur. Bu sebeple Allâh dostları, bir kul olarak Hak katındaki hiçliklerini idrâk hâlinde olup, nâil oldukları nîmetleri, o nîmetlerin gerçek sâhibi olan Allâh’tan esirgemek gafletinden son derece kaçınmışlardır.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetinin gelecekte uğrayacağı fitne hakkında şöyle buyurur:
“Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26)
Malı yanlış yere sarfeden veya hak sahiplerine haklarını vermeyecek derecede onu biriktiren kimseler, Allâh’ın vermiş olduğu nîmetleri zâyi etmiş olurlar. Cenâb-ı Hak, böyle bir gaflete düşenlerin fecî âkıbetini âyet-i kerîmede şöyle beyân buyurur:
“…Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allâh yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): «İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azâbını) tadın!»” (et-Tevbe, 34-35)
DÜNYAYA AŞIRI DÜŞKÜNLÜKLE CİMRİLİKTE BULUNANLARA İKAZ
Şeyh Sâdî’nin, dünyâ metâına aşırı düşkünlükle cimrilikte bulunanlara yaptığı şu îkaz ne kadar ibretlidir:
“Para yığmakla yükseleceğini sanma. Duran su fenâ kokar ve kurur. Bağışlamaya ve akıtmaya çalış. Akan suya gök yardım eder. Yağmur yağdırır, sel gönderir, onu deryâ eder.”
Dolayısıyla asıl mârifet, cömertlik ve diğergâmlıkla gönlü deryâ hâline getirip Hakk’ın lutfettiği nîmetleri ve dünyâ ticâretini âhiret zenginliğine dönüştürebilmektir. Bu bakımdan malın hayırlısı, sâhibinden önce âhirete gönderilen; canın hayırlısı da Allâh rızâsı istikâmetinde kullanılabilendir.
Ashâb-ı kirâm, dünyâ hayatını âhiret saâdetine sermâye kılmak için fakirlikten korkmaksızın bir infâk seferberliğine girmişlerdi. Bizler de âhiretimizi tefekkür ederek, onların bu yüce fazîletinden nasîb alabilme heyecânı içinde olmalıyız.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Kimin endişesi âhiret olursa, Allâh, zenginliği onun kalbine koyar, işlerini dağınıklıktan kurtarır ve dünyâ ona boyun eğerek gelir. Her kimin endişesi de dünyâ olursa Allâh fakirliği onun gözü önüne koyar, kendisini derbeder eder ve dünyâdan kendisine ancak takdîr edildiği kadar gelir.” (Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâme, 30)
HER NİMETE "EMANET" DUYGUSUYLA SAHİP OLMAK
Hazret-i Mevlânâ, mala âid muhabbetin kalpte kökleşmesiyle Cenâb-ı Hak’tan uzaklaşmanın tehlikesine işâret etmektedir.
Doğru olan, her nimete “emanet” mantığı ve duygusuyla sahip olmaktır. Böyle olursa, ondan ayrılık tahammül edilmez bir ezâya sebep olmaz.
Kalp, tecelligâh-ı ilâhîdir. Oraya “mal” veya “evlâd sevgisi”ni sokmaksa, bu iki şeyi put hâline getirmek istikametinde bir yanlıştır. Bu, gerçek îmâna zıd bir davranış olduğu gibi aynı zamanda dünyayı âhiret kazanmak için bir vâsıta hükmünden çıkarıp gâye hâline getirmektir ki, bu hâlin neticesi dünyada esâret, âhirette ise hüsrandır. Yani, iki cihan bedbahtlığıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları