İnsanın Dinde Çıkardığı Fitneler

Hak katında makbul bir kulluk hayatı yaşayabilmek için; ilim, amel ve takvâ bütünlüğü zarurîdir. Kur’ân ve Sünnet bilinmeden kulluk istikâmetini muhafaza edebilmek çok zordur. Fakat bilmek de tek başına kâfî değildir. Kur’ân ve Sünnet’i tatbik ederek takvâya ulaşmak elzemdir.

Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz:

1) Dünya hırsına sahip âlim,

2) İlimden mahrum ham sofu!”

[Hak katında makbul bir kulluk hayatı yaşayabilmek için; ilim, amel ve takvâ bütünlüğü zarurîdir. Kur’ân ve Sünnet bilinmeden kulluk istikâmetini muhafaza edebilmek çok zordur. Fakat bilmek de tek başına kâfî değildir. Kur’ân ve Sünnet’i tatbik ederek takvâya ulaşmak elzemdir.

Nefs ve şeytanın hile ve tuzaklarına karşı kalbin istikâmetini koruyan en kuvvetli mânevî zırh, takvâ duygusudur. Takvâ, Allâh’ın rızâsını ve muhabbetini kaybetme korkusuyla, haramlardan ve hattâ şüphelilerden bile sakınmayı gerektiren, aynı zamanda ilâhî mîzandaki hesap endişesiyle, helâlleri bile riyâzat hâlinde kullanmaya sevk eden bir îman hassâsiyetidir.

İLMİN GÂYESİ

İlmin gâyesi ve zirvesi, mârifetullah’tır; yani “Allâh’ı kalben tanıyabilmek”tir. Allâh’ı kalben tanıyan bir kul, aynı zamanda Allah’tan lâyıkıyla korkar. Nitekim;

“…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fâtır, 28) âyet-i kerîmesinde işaret edilen âlimler de, ilâhî kudret ve azameti idrâk ederek Cenâb-ı Hak karşısında kendi “hiçlik”, “yokluk” ve “âcizlik”lerini kavramış bulunan, takvâ sahibi âlimlerdir.

Dolayısıyla hâl ve davranışlarında takvâ tezâhürleri bulunmayan bir âlimin ilmi, özü itibârıyla İblis’in ilminden farksızdır. Çünkü İblis de yüksek bir ilim sahibiydi. Fakat takvâdan uzak olan bu ilmiyle, Allah katındaki yüksek mevkiini muhafaza edemedi. Aksine bu ilim, onu gurur ve kibre sevk ederek enâniyetini palazlandırdı, böylece dalâlete düşerek Allâh’ın lânetine dûçâr olmasına sebep oldu. Yani İblis, ilmini ifsâda ve idlâle sermaye kıldı.

Demek ki ilim, onu kullananların kalbî durumuna göre faydalı veya zararlı olabilen, iki uçlu bir bıçak gibidir. Hayra da kullanılabilir, şerre de âlet edilebilir.

[1] Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 624.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.