İnsanın Ebedî Saâdeti İçin Lüzumlu Olan İlim

İnsanın ebedî saâdeti için lüzumlu olan ilim hangisidir? İnsanın ebedî saâdeti için lüzumlu olan ilmi elde etmenin ehemmiyeti ve bundan mahrum kalanların hazin âkıbeti...

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

İlm billâhʼa çalış sen, yürü ey himmeti dûn!

Nice bir “câze yecûzü” nice bir “kâne yekûn”?..

“Ey himmeti/gayreti zayıf kimse! Sen git de Allâhʼı bilmeye çalış! Ne zamana kadar ilim diye fiil çekimleriyle (kelimelerin şeklî yapılarıyla) ömür tüketip duracaksın?!”

[İnsanoğluna bahşedilen bütün ilimler, Cenâb-ı Hakkʼın sonsuz ilminden sadece bir tecellî kırıntısıdır ve Oʼnun kâinâta koyduğu kâidelerin tespitinden ibârettir. Cenâb-ı Hak, varlıklara o kâideleri koymasa, insana onları keşfedecek aklî, zihnî ve kalbî istîdatları vermese, insan için “ilim” diye bir şey olmazdı. Nitekim bu nîmetlerden mahrum olan hayvanat için “ilim”den söz edilemez.

Bu bakımdan ilim, insanın aklını ve kalbini evvelâ o ilmi var eden Sonsuz Kudret Sahibiʼne intikâl ettirmeli, yani mârifetullâhʼa bir basamak teşkil etmelidir. Zira bütün ilmî faaliyetler ancak bu temel üzerinde makbuldür.

Aksi hâlde ilim -velev ki ilâhiyat ilimleri bile olsa- sadece zâhiren tahsil edildiği takdirde, insanı menzil-i maksûda, yani asıl hedefine ulaştıramaz. İnsanın idrâki eserden Müessirʼe, sanattan Sanatkârʼa, eşyânın hakîkatine, hâdisâtın hikmetlerine, neticede mârifetullâhʼa intikâl edemezse, bu nevî ilmî faaliyetler, faydasız bir yorgunluktan ibâret kalır.

İNSANIN EBEDÎ SAÂDETİ İÇİN LÜZUMLU OLAN İLİM

Hazret-i Mevlânâ, insanın ebedî saâdeti için lüzumlu olan ilmi elde etmenin ehemmiyetini ve bundan mahrum kalanların hazin âkıbetini, bir hikâye ile ne güzel îzah eder:

Bir nahiv (dil bilgisi) âlimi gemiye binmişti. Sefer esnâsında ilmine mağrur bir şekilde gemici ile sohbete koyuldu. Gemiciye zaman zaman nahiv ilminden suâller sordu. Muhâtabından her defasında “bilmem” cevâbını alınca da, ona karşı ilmiyle övünmek üzere:

“–Yazık! Cehâletin sebebiyle ömrünün yarısını hebâ etmişsin.” diyerek onunla istihzâ etti.

Temiz kalpli gemicinin, bu küçük düşürücü davranışa gönlü kırıldıysa da, olgunluk gösterip nahivciye cevap vermedi.

Derken şiddetli bir fırtına çıktı ve gemiyi müthiş bir girdabın içine sürükledi. Herkesi büyük bir telâşın kapladığı o hengâmede gemici, nahivciye döndü ve:

“–Ey üstad, yüzme bilir misin?” diye sordu.

Nahivci, solmuş sararmış bir vaziyette ve titrek bir sesle kekeleyerek:

“–Hayır, bilmem!..” dedi.

Bunun üzerine gemici, mahzun bir edâ ile şu karşılığı verdi:

“–Nahiv bilmediğim için benim yarı ömrüm hebâ olmuştu; öyleyse şimdi senin bütün ömrün hebâ oldu. Zira gemimizin bu girdaptan kurtulması mümkün değildir.

Ey nahivci! Bu deryâda nahivden ziyâde yüzme ilminin daha faydalı ve zarurî olduğunu bilmiyor muydun?..”

ASIL VE FAYDALI İLİM

Kıssadaki nahiv ilminden maksat, kula bu cihan mektebindeki asıl tahsilini unutturan lüzumsuz ve faydasız meşgalelerdir. Asıl faydalı ilim ise, ihtiyaca cevap veren ilimdir. Beşerin en büyük ihtiyacı da, yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yani Cenâb-ı Hakkʼa kul olabilmektir. Zira Allâhʼın rızâsını kazanıp ebedî azaptan kurtulmak ve ebedî saâdete nâil olmak, buna bağlıdır.

Yine kıssadan anlaşılacağı üzere; fânî vücut gemisi ölüm girdabında çırpınırken, yani dünyaya büyük vedâ ânı olan ecel yaklaştığında, sırf nefsin menfaatine yarayan dünyevî bilgiler, kulun ebedî hayatı için bir fayda sağlamayacaktır.

Bu itibarla, ilim tahsilinde dünya ve âhiret, madde ve mânâ, akıl ve kalp dengesi iyi gözetilmelidir. Evlâtlarımız, meslekî eğitimlerini en güzel şekilde alıp dünyadan nasiplerini unutmamakla birlikte, mânevî değerlerini de en güzel şekilde kazanarak, yolcusu oldukları âhirete hazırlanmalıdır. Fazîlet ve takvâ ehli, gönülleri mârifetullah ve muhabbetullah ile müzeyyen, sâlih, edepli, hakşinas, vicdanlı, ahlâklı, istikâmet ehli hoca efendiler, muallimler, doktorlar, mühendisler, işçiler, işverenler, memurlar, idâreciler olarak yetişmelidir.

Dolayısıyla bir kul, çantasını diploma tomarlarıyla doldurmuş, fakat Allahʼtan gâfil yaşıyorsa, zifirî karanlık içinde kalmış bir câhil gibi hüsranda demektir!

FAYDASIZ İLİM

Zira Hakkʼa kulluk için yaratılmış olan insanı Rabbinden gâfil bırakan, dünyaya râm edip âhiretini ihmâle sebebiyet veren bir ilim, Allah katında “faydasız ilim”dir. Bunun için Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-i Cenâb-ı Hak’tan ilim talep ederken:

“Yâ Rabbi! Sen’den ilm-i nâfî (faydalı ilim) istiyorum! Faydasız ilimden Sana sığınırım!..” niyâzında bulunmuştur. (Müslim, Zikir, 73)

O hâlde, ecel gelip çatmadan önce, Allâhʼın rızâsını kazanmaya medâr olacak ilmi de tahsil etmek gerekir. Çünkü son nefeste, sırf toprağa terk edilecek bedenin rahatına yarayan dünyevî ve zâhirî ilimlerden bir medet umulamaz. Orada kula fayda verecek olan, ancak mârifetullahʼtır, yani Allâhʼı bilmek, Oʼnu kalben tanımaktır. Zira âyet-i kerîmede:

“…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9) buyruluyor. Yani Allâhʼı bilen âriflerle Oʼndan bîhaber olan gâfiller, Hak katında aslâ bir olamaz.

Buna rağmen kimi nâdanlar;

“‒Edison elektrik ampulünü buldu, insanlığa yaptığı bu büyük hizmetten dolayı Cennetliktir.” diyorlar.

Hâlbuki Cenâb-ı Hakkʼın; “Sen bir keşif yaparsan Cennetʼe girersin…” diye bir vaadi bulunmuyor. Cenâb-ı Hak; rızâsını kazanıp Cennetʼe girebilmenin, ancak îmanla mümkün olacağını bildiriyor.

Dolayısıyla hiçbir dünyevî ilim veya keşif, Allâhʼı bilme ve Oʼnu kalben tanıma hususundaki cehâletin getireceği kötü âkıbeti bertaraf etmeye yetmez.

Merhum babamız Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyururdu:

“Bir kişi Cenâb-ı Hakkʼa râm olarak ilâhî vuslata nâil olmuşsa, her şeye nâil olmuş demektir. Cenâb-ı Hakkʼa râm olmayıp ilâhî vuslattan mahrum kalmışsa -isterse dünya kadar şöhreti olsun ve bütün dünya onu alkışlasın- hiç kıymeti yoktur, ancak hüsrandadır!”

Atâullah el-İskenderîʼnin;

“Yâ Rabbi! Sen’i bulan neyi kaybetti? Sen’i kaybeden neyi buldu?..” niyâzı da aynı hakîkati hulâsa etmektedir.

Kurʼân-ı Kerîmʼden ilk nâzil olan âyette; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) buyruluyor. Dolayısıyla bir müʼmin, hangi ilimle meşgul olursa olsun, Rabbinden gâfil kalmadan, bilâkis bütün kâinat ve hâdisâtın Oʼnun esmâ terkiplerinin tecellîlerinden ibâret olduğu şuuruyla ve her an Allah ile beraberliğin gönül huzuru içinde yaşamalıdır. Hem Kurʼânʼdaki kavlî âyetleri, hem de kâinat kitabındaki kevnî âyetleri gönül gözüyle okumalıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Eylül, Sayı: 439

İslam ve İhsan

FAYDALI İLİM

Faydalı İlim

GERÇEK İLİM NEDİR?

Gerçek İlim Nedir?

İLİM KENDİNİ BİLMEKTİR!

İlim Kendini Bilmektir!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.