İnsanın En Büyük Tesellisi

Allah’a iman eden her insanın/kişinin en büyük tesellisi; Allah’a ulaşmak/kavuşmaktır. Peki bu teselliyi nasıl bulabiliriz, bunun yolu ve usulü nedir?

Her nimetin bir külfeti vardır. En büyük nimet, sonsuz nimetlerin anahtarı olan iman ve İslâm nimetidir. Bu nimetlerin şükrünü edâ edip imtihanlarını verebilmek ise öyle kolay değildir. Bu imtihanlar esnasında sabır ve namazla Allah’tan yardım istemek gerekir. Bunlar Allah’ın yardımının ilk vesileleridir. Sabır her muvaffakiyetin başıdır. İmandan sonra yolun başı sabır, ahlâkın, ilmin, amelin başı sabır, hâsılı hikmetin başı sabırdır. İnsanlar terbiye kanununa tâbi olarak tedricen gelişecekleri için sabırsızlık etmek, acele etmek hikmete uygun değildir.

Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e ittibâʻ edip etmeyeni seçmek ve nimetlerini tamamlamak üzere kullarını korku, açlık; mal, can ve meyvelerden eksilterek imtihan edeceğini bildirmiştir. (Bakara, 155) Âhirette korku ve hüzünden âzâde olabilmeleri için kullarına dünyada biraz bu mihnetleri tattıracaktır.

İSTİRCÂʻ: ALLAH İLE TESELLÎ BULMAK

Bu sıkıntılara sabredenleri ise müjdelemektedir. Sabrın alâmeti ise İstircâ’dır. Yani musibet ânında ve daha sonra onu hatırladıkça kalpten “İnâ lillâh ve innâ ileyhi râciʻûn: Biz her hâl u kârda Allah’ınız ve mutlaka O’na dönüp varacağız” diyerek Allah’a teslîm olmak, Allah’a dönme sevinciyle tesellî bulmaktır.

Biz Allah’ınız, mallarımız ve canlarımız O’nun, dilediği gibi bunlarda tasarrufa hakkı vardır. Acı tatlı O’nun hiçbir tasarrufuna itiraz etmek câiz değildir. Biz O’nun kazâ ve kaderine râzıyız.

Biz dönüp dolaşıp mutlaka Allah’a döneceğiz. Başta yok iken Allah’tan geldiğimiz gibi sonunda da yine O’na varacağız. Visâle erip Allah ile bâkī olacağız. Bu iman ile O’nun rızasını kazanmayı ümid ediyoruz. Mihnetlerle dolu dünyanın en büyük tesellîsi budur. Elmalılı Hamdi Efendi ne güzel söyler:

Allah’ın olmak ve Allah’a rücû’ etmenin zevkine erişebilecek hiçbir zevk ve hiçbir tesellî yoktur. Allah’a kavuşmanın üstünde bir nimet ve yücelik düşünülemeyeceği için, bununla telâfî edilemeyecek ve unutulmayacak hiçbir kayıp, hiçbir ıztırap, hiçbir musibet de olamaz.[1]

Allah’a dönmeyi istemek, O’nunla tesellî olmak için başımıza büyük musibetlerin gelmesi de gerekmez. Nitekim birgün Peygamber Efendimiz’in ayakkabısının bağı, kayışı kopmuştu. Hemen istircâda bulundu. Ashâb-ı kirâm:

“–Bu da bir musibet midir yâ Rasûlallah?” diye sordular. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Mü’minin başına gelen her nâhoş hâdise musibettir”[2],

“Mü’mine ezâ veren her şey ona bir musîbettir”[3] buyurdu. Nitekim bir gece kandili sönüverince de istircâda bulunmuştu.[4]

Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır: Bir gün Rasûlullah (s.a.v), yanıma geldi, başparmağına bir diken batmıştı. Hemen istircâda bulunmaya ve yarasını ovuşturmaya başladı. Onun bu şekilde istircâ ettiğini işitince yanına yaklaştım ve baktım, çok küçük bir iz vardı. Bunun üzerine gülerek:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Annem babam sana feda olsun, bütün bu istircâlar bu diken sebebiyle mi?” dedim. Rasûlullah (s.a.v) tebessüm etti, sonra omzuma dokundu ve şöyle buyurdu:

“–Ey Âişe! Allah -azze ve celle-, küçük bir şeyi büyük yapmak isterse onu yapar; büyük bir şeyi küçük yapmak isterse onu da yapar.”[5]

Tâbiînin büyük âlimlerinden Saîd b. Müseyyeb cemaatle namazı kaçırınca istircâda bulunmuştur. Hasan Basrî de bunun bir musibet olduğunu söyleyerek “Cemaatle namazı kaçırdığınızda istircâda bulunun” demiştir.[6]

İstircânın sadece ümmet-i Muhammed’e ihsan edilmiş bir tesellî olduğu, Yaʻkûb (a.s)’ın bile o büyük musibetler esnasında istircâda bulunmadığı nakledilir.[7]

Allah Teâlâ belalar karşısında sabredip istircâda bulunan kullarının günahlarını örter ve onları rahmetiyle öyle sevaplara, öyle nimetlere ulaştırır ki bunlar dünyada ne görülmüş, ne işitilmiş, ne de beşerin hâtır ü hayâline gelmiş şeylerdir.[8] Nitekim Rasûlullah (s.a.v) “Kim musibet anında istircâda bulunursa, Allah onun musibetini telafi eder, sonunu güzel kılar ve ona râzı olacağı sâlih bir halef (yerine geçen) verir”[9] buyurmuştur.

Ümmü Seleme (r.a) şöyle anlatır: Bir gün kocam Ebû Seleme Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanından geldi ve şöyle dedi: “Allah Rasûlü’nden öyle bir söz işittim ki beni çok sevindirdi. Şöyle buyurdu:

«Bir müslümana bir musibet isabet eder ve o da bu esnâda ‘Biz Allah’a âidiz ve elbette O’na döneceğiz’ diye istircâ eder, sonra da: ‘Allah’ım! Beni musibetimden dolayı mükâfatlandır ve bana ondan daha hayırlısını nasip et’ derse Allah mutlaka bunu onun için gerçekleştirir.»

Ben bunu Ebû Seleme’den öğrendim ve ezberledim. Ebû Seleme vefat ettiğinde istircâda bulundum ve bu duayı yaptım. Sonra kendi kendime: «Ebû Seleme’den daha hayırlısı nereden bana nasip olacak?» diye düşündüm. Ancak Allah Teâlâ bana ondan daha hayırlısını ihsân eyledi: Rasûlullah (s.a.v).”[10]

Bir mü’min Allah’ın emrine teslim olup musibet anında sabrederek istircâda bulunursa, Allah ona üç türlü hayır yazar: Allah’tan bir mağfiret, merhamet ve dosdoğru yolu bulma garantisi.

Mutarrif b. Abdullah’ın oğlu vefat ettiğinde, saçını tarayıp güzel elbiseler giyerek dışarı çıkmıştı. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şöyle dedi:

“–Allah, bana musibetim karşılığında üç şey vaad etti. Bu üç şeyin her biri bana tüm dünyadan daha sevgilidir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘İşte onlar, Rablerinden bir mağfiret ve bir rahmet ile müjdelenenlerdir. Ve onlar, hidayete erenlerin ta kendileridir.’ (Bakara, 157) Bu müjdeden sonra musibet karşısında mücadeleyi bırakıp âcizlik mi göstereyim?”[11]

Allah’ın lütfu ve rahmeti bununla da kalmıyor. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) şu müjdeyi veriyor:

“Bir Müslümanın başına bir musibet gelir, sonra uzun zaman sonra bile bunu hatırlayıp yeniden istircâda bulunursa, Allah o anda mutlaka o kimsenin mükâfatını yeniler, ona musibetin ilk isabet ettiği günkü ecri gibi ecir verir.”[12]

“Bir nimet ne kadar uzun zaman önce gelmiş olursa olsun, kul o nimet için Allah’a yeniden hamd ederse, Allah o nimetin sevabını onun için yeniler. Aynı şekilde bir musibet de ne kadar eski olursa olsun, kul o musibeti hatırlayarak yeniden istircâda bulunursa, Allah o musibetin sevap ve ecrini onun için yeniler.”[13]

O hâlde her bir nimet ve musibet bizim için fırsattır. Onları tekrar tekrar değerlendirebiliriz. Bu fırsatı kaçıranların hâlini Rasûlullah (s.a.v) şöyle anlatmıştır:

“Bazı insanların başına musibet gelir; onlar sabırsızlık gösterir ve durumları kötüleşir. O sırada oradan geçen bir kimse ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciʻûn’ der ve bu sebeple onlardan daha büyük bir sevap kazanır.”[14]

Belâ ve musibetler karşısında gösterilecek sabırlar, Allah’a şükür konusundaki kusurları, günahları örtecek ve onların yerine sevaplar kazandıracak ilâhî yardımlardır. Mü’minler bunu bilerek sabır ve namazla Allah’tan yardım istemeli ve nihâyetinde râziye ve mardıyye makamlarını elde etmelidirler.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, haz. A. Cüneyd Köksal - Murat Kaya, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2022, III, 683. [2] Taberânî, el-Muʻcemü’l-kebîr, 8/203/7824. [3] Ebû Dâvûd, el-Merâsîl, thk. Şuayb el-Arnaût, Beyrut: Risâle, 1408, s. 297. [4] İbnü’s-Sünnî, Amelü’l-yevm ve’l-leyle, s. 313 (353). [5] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 2/80. [6] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 2/80. [7] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 12/40 (12411). Krş. Taberî, 2/708. [8] Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 8 [9] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 12/255 (13027); Beyhakî, Şuʻabü’l-Îmân, 12/178 (9240). [10] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 26/262-263/16344; Müslim, Cenâiz, 2-4. [11] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 7/244. [12] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/256-257 (1734); İbn Mâce, 1600. Krş. Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, 1/321-322 (1007). [13] Hâkim et-Tirmizî, Nevâdirü’l-usûl, 2/203; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, 3/298 (2315). [14] İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd, 2/28.

Kaynak: Murat Kaya, Altınoluk Dergisi, Sayı: 467

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZDEN TESELLİLER

Peygamberimizden Teselliler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.