İnsanın En Dehşetli Yüzleşmesi

İbadet Hayatımız

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (el-İsrâ, 14) buyrulacak. İnsanın kendisiyle en dehşetli yüzleşmesi de o zaman olacak.

Yunus Emre Hazretleri buyurur:

Bitik[15] sunula eline, ettiğin gele yoluna,
Tanıklar bile buluna, dostun düşmanın ondadır…

Kıyâmet günü her insana amel defteri verilecek ve:

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (el-İsrâ, 14) buyrulacak. İnsanın kendisiyle en dehşetli yüzleşmesi de o zaman olacak. Zira dünyadaki kulluk tahsilimizin karnesi olan amel defterlerimiz, en küçük teferruâtına kadar hayatımızı yeniden seyredeceğimiz bir ekran gibi önümüze gelecek.

Hayatta yaptığımız bazı şeyleri kendimiz bile unutuyoruz. Fakat amel defterimiz unutmayacak. Zira her ânımız Kirâmen Kâtibîn tarafından kaydedilerek uhrevî dosyamıza havâle ediliyor. Bu hakikatten gâfil kalmamak hususunda Lokman Hakîm’in şu îkâzı ne kadar mânidardır:

“İki şeyi unutma: Allah Teâlâ’yı ve ölümü.

İki şeyi de unut: Başkasına yaptığın iyiliği ve sana yapılan kötülüğü.”

Zaman zaman nefsimiz; yaptığımız küçük hayırları gözümüzde büyüterek vicdânımızı rahatlatır, amellerimizi yeterli gösterir; “Sen şu kadar iyilik yaptın, başkaları hiç yapmıyor!” kabîlinden gaflet fısıltılarıyla gayret-i dîniyyemizi frenler, rûhumuza zehir saçar.

Diğer taraftan da, yaptığımız hata ve kusurları, işlediğimiz günah ve cürümleri gözümüzde küçülterek yine vicdanımızı rahatlatır, tevbe, istiğfar ve telâfî gayretlerine mânî olur. “Nasıl olsa Allah affeder!” düşüncesiyle, şeytanın en sinsi tuzağına düşürür.

ŞEYTAN SİZİ KANDIRMASIN!

Hâlbuki Cenâb-ı Hak îkaz buyuruyor:

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Bilin ki, Allâh’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah hakkında (O’nun affına güvendirerek) sizi kandırmasın.” (Lokman, 33)

Belki hepimiz bu dünyada zaman zaman nefsimizi hesaba çekiyoruz. Fakat bu muhâsebeler, âhiret hesâbına ne kadar muvâfık düşecek? Şu kıssa, sâlih kulların bu husustaki endişesini ne güzel îzah etmektedir:

Sâlihlerden bir zât pazara uğramıştı. Lüzumlu birkaç şey alacaktı. Alacağı şeylerin karşılığını da evde hesaplamış ve elindeki paranın buna kâfî olduğuna kanaat getirmişti. Fakat pazar yerine vardığında o para, almak istediklerine yetmedi. Bunun üzerine o sâlih kişi içli içli ağlamaya başladı ve bu hâli uzunca bir müddet devam etti.

Etrafındakiler bu duruma bir hayli şaşırdılar. Parası yetmediği için bu kadar ağlamasının yersiz olduğunu söyleyerek kendisini sâkinleştirmeye çalıştılar. Bir zaman sonra o sâlih zât, kendisini şaşkınlıkla izleyen kalabalığa, boğazında düğümlenen hıçkırıklar arasında şöyle seslendi:

“–Gözyaşlarımı aslâ bu dünya için sanmayınız! Düşündüm ki, bugün evdeki hesap çarşıya uymuyor! Peki şu dünyada yaptığımız hesaplar, yarın âhirete nasıl uyacak?!.”

İşte kıyamet günü amel defterimiz verildiğinde, nefsimizin ve şeytanın bize önemsiz gösterdiği hatâlarımızın, ihmâllerimizin, gafletlerimizin ne kadar mühim olduğunu, zerre kadar hayrın da şerrin de amel defterimize tek tek kaydedilmiş bulunduğunu hayretle müşâhede edeceğiz.

Farkında olduklarımız kadar farkında olmadığımız nice hatâlarımızı da o uhrevî ekranda seyredeceğiz:

Belki bir dedikodu ettik, bir kardeşimize ters baktık, bir insanı alaya aldık, kaş-göz işaretiyle birinin arkasından eğlendik, evimizin penceresinden bir halı silkeledik de alt kattaki komşuyu yahut evimizin önünden geçen bir insanı rahatsız ettik. Kapımızdaki kedinin-köpeğin açlığına duyarsız kaldık. Trafikte en öne geçmek için hatâlı sollamalar yaptık, bir su birikintisinden hızla geçip kaldırımdaki bir insanı ıslattık, kurallara aykırı hareket ederek insanların hayatlarını tehlikeye attık vs…

BOL BOL İSTİĞFAR ETMELİYİZ

İşte farkında olduklarımız kadar farkında olmadığımız bütün günahlarımızın ağır faturasıyla karşılaşmamak için de bol bol tevbe-istiğfar etmeliyiz. Zira biz bazı hatâlarımızın farkında olmasak da onlar Kirâmen Kâtibîn’in tespitinden kaçmıyor. Biz unutsak da, ömrümüzün her ânının noktası virgülüne kadar kaydedildiği amel defteri unutmuyor. Nitekim insan, amel defterindeki kayıtların titizliğini görünce dehşet içinde kalacak. Âyet-i kerîmede bu hakîkat, şöyle haber veriliyor:

“Kitap ortaya konmuştur. Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay hâlimize!» derler, «Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (el-Kehf, 49)

Velhâsıl mesele bu kadar ince ve hassas olunca, bizler de daha dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Bunun için, hakkını yediğimiz kimseler varsa derhâl helâlleşmeliyiz. Fakat helâlleşme imkânı kalmamışsa, yani hak sahibi ölmüş veya kaybolmuşsa, onun adına sadakalar vererek hatâyı telâfîye çalışmamız ve yine Cenâb-ı Hakk’ın affını dilememiz gerekir. Bilhassa da unuttuklarımız ve farkında olmadığımız kusurlarımız sebebiyle:

رَبَّنَا لَا تُؤٰاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

“…Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma!..” (el-Bakara, 286) duâsına çokça devam etmeliyiz.

Diğer taraftan âhirette kulun, amel defterinde gördüğü hiçbir şeyi inkâr etme imkânı da olmayacak. Zira kâfirler ve fâcirler, dünyada olduğu gibi huzûr-i ilâhîde hesâba çekilirken de inkâr ve îtirazlarına devam edecekler. O zaman Cenâb-ı Hak onların ağızlarına mühür vuracak ve diğer âzâlarına konuşmalarını emredecek. Bu hâl, âyet-i kerîmelerde şöyle beyân edilmektedir:

“O gün, (dünyada iken) yapmış olduklarına dilleri, elleri ve ayakları şahitlik eder.” (en-Nûr, 24)

“Bugün onların ağızlarını mühürleriz de yaptıklarını Biz’e elleri anlatır ve ayakları da şâhitlik eder.” (Yâsîn, 65)

“Nihayet oraya vardıklarında; kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları işler hakkında aleyhlerine şahitlik edecektir. Onlar derilerine:

«‒Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?» derler.

Derileri de onlara:

«‒Her şeyi konuşturan Allah Teâlâ, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır ve yine O’na döndürülüyorsunuz.» derler.” (Fussilet, 20-21)

Velhâsıl bu dünyada bir dilimiz var, hesap gününde ise bütün uzuvlar dile gelerek tanıklık edecek. Hattâ mekânlar dahî şâhitlik edecek. Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:

“O gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” (ez-Zilzâl, 4-5)

Demek ki bu dünyada her şey kayıt altında… Kirâmen Kâtibîn melekleri kadar, mekânlar da, ilâhî kameralar da her an kayıtta. Dolayısıyla bu cihanda başıboş bırakılmadığımızı, bu dünyaya niçin geldiğimizi, buradan nereye gideceğimizi aslâ unutmayacağız. Son nefesimize kadar kulluğumuza devam edip her an Cenâb-ı Hakk’a ilticâ hâlinde yaşayacağız.]

Cenâb-ı Hak kalplerimizi âhiret tefekkürünün feyziyle ihyâ eylesin. Fânî dünyanın sahte çiçeklerine, süflî yaldızlarına ve nefsânî seraplarına aldanmaktan cümlemizi muhafaza buyursun. “Esas hayat âhiret hayatıdır!”[16] hakîkatinin tefekküründe derinleşerek huzûruna yüz akıyla varan sâlih kullarından olabilmeyi, lûtf u keremiyle ihsan ve ikram eylesin. Âmîn!..

[15] Bitik: Yazılı şey, ferman, mektup, kitap, amel defteri.

[16] Buhârî, Rikāk, 1

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2020 – Aralık, Sayı: 418