İnsanın Oluşumundaki Mucizevî Temel İnşâsı

İLİM

 İnsanın oluşumunda mucizevî bir temel inşası vardır. Şebnem Dergisi Yazarı Betül Nefise İnal, derginin Nisan sayısında bebeğin oluşumundaki mucizevî biyolojik yolculuğu anlatıyor.

BEBEĞİN OLUŞUMUNDAKİ BİYOLOJİK YOLCULUK

Babadan gelen hücre, günlerlerce gördüğü eğitimin hakkını verir. Anne bedenindeki zorlu yolları aşıp genetik kargoyu fedakârca taşırken, yumurta hücresi de özel kimyevî bir ajan salgılar.

Bu madde, üreme hücresi tarafından algılanır ve yumurtanın koordinatları belirlenir. Ayrıca yumurtanın elektrik yükü eksi, diğer hücreninki artıdır; yani fizikî bir çekim de vardır. Rahim kanalında dâimâ yer alan mukus tıkacı açılmış, gelen hücrelere yol vermek için saydam ve aralıklı bir hâle dönüşmüştür.

Bu uyarıları alan kahraman hücreler, hızla hedefe doğru ilerler. Bu esnada yumurta, elden ele taşınan değerli bir mücevher gibi hassas hareketlerle rahme doğru yola çıkmıştır.

HÜCREYİ YUMURTADAN İÇERİ SOKAN KİM?

Askerî birliğin milyonlarcası, bu yolu kat etmeye çalışırken can verir. Yola çıkan 250-300 milyonluk taburun % 0,00017- % 0,0005’i, yani 500-1.000 kadarı yumurtaya ulaşır. Hedefe varan 1.000 tanenin de sadece bir tanesinin getirdiği emanet içeri alınacaktır.

Bu seçimi kim, neye göre yapmaktadır? En güçlü, en sağlam, en erken gelen hücre mi içeri girecektir? Şuursuz atomlardan müteşekkil, kendinden bile haberi olmayan yumurta hücresi mi, kendine ulaşan genetik maddeyi değerlendirip bu kararı vermektedir?

Bu aşama, insanın temelinin atılmasında tesadüflere bırakılamayacak en mühim adımlardan biridir ve kesinlikle şuurlu bir seçim yapılmaktadır. Fakat bu seçimin mekanizması henüz sırrını korumaktadır. Şu an için bilinen, içeriye bir hücrenin girmesine izin verildiğidir. Zaten birden fazla hücrenin içeri girişine imkân verilseydi; genetik madde aslâ normal bir şekilde birleşemeyecek ve insanın inşâsına başlanamayacaktı. Bu, bize seçimin rastgele yapılmadığını, insanın temelinin sağlıklı bir şekilde atılabilmesi için hassas bir tedbirin alındığını göstermektedir.

İçeriye sadece bir hücre girebilmesine rağmen, bu sayı neden 250-300 milyon gibi yüksek tutulmuştur? Yumurta gibi tek bir hücreyle yola çıkılması yeterli olmaz mıydı?

Babadan gelen üreme hücre sayısının, değil 5-10 tane olması, bir milyon tane olması bile sağlıklı bir birleşme için yetersizdir. Zira yumurta hücresi ve taşıdığı genetik madde, muhafazalı bir kaledeki değerli bir hazine gibi ihtimamla korunmaktadır. Ömrü ve verimlilik süresi kısadır.

HER DETAY DÜŞÜNÜLMÜŞ

Tüpler iki adettir ve ters yola giren hücreler için ölüm muhakkaktır. Yumurta hücresine ulaşana dek kat edilen mesafenin uzunluğu ve yolun tehlikeleri, içeriye canlı bir hücreyle genetik kargonun sâlimen taşınabilmesi; kalabalık bir orduyla yola çıkılmasını zarurî kılar. Bu kalabalık ordunun temini için, torbalara 500 metreyi bulan kıvrımlı kanalcıklar yerleştirilmiştir. Bu büyük imalathânede günlerce süren hazırlıklar neticesinde çok sayıda hücre üretimi yapılmıştır.

Her detay düşünülmüş, bir sonraki adımda neler olacağı gözden geçirilmiş ve ona göre her bir plan, akılları hayrette bırakacak derecede mükemmel yapılarak işleme konmuştur.

Sürekli yumurta hücresinin mesafesinden bahsedip duruyoruz. Bu mesafe, mikro hücreleri zorlamakta mıdır?

Yumurta hücresinin uzaklığı, yaklaşık 20-25 cm’dir. Bu; babadan gelen hücrenin boyunun 5.000 katıdır. Bu mesafenin hücreleri ne kadar zorladığını bilemiyoruz, ancak onların çoğunun bu yolda can verdiğini biliyoruz.

ÜREME HÜCRELERİ BU YOLU 6 SAATTE KATEDER

Üreme hücreleri, bu yolu çoğunlukla altı saatte kat ederken beraberlerinde değerli bir emaneti, yani insanın temelini oluşturan genetik kargoyu da korkusuzca sonuna kadar taşırlar. Hücreler, âdetâ şuursuz atomlardan müteşekkil bir birlik gibi değil de ne taşıdıklarının bilincinde olan, yüksek donanım ve üstün zekâya sahip varlıklar gibi hareket etmektedirler.

1,70 metre boyundaki 350 milyon kişinin her birinin eline paha biçilmez bir mücevher verilseydi, bu emaneti yüzerek sâlimen, 6 saat içinde 8.500 metre uzaktaki bir hedefe ulaştırmaları istenseydi; ancak pek çok zorluktan ötürü yolu tamamlayabilme ihtimalinin milyonda bir olduğu ve sadece bir kişinin götürdüğünün kabul edileceği bildirilseydi; kim bu yolculuğa çıkar ve canı pahasına bu mesafeyi kat ederdi?!

Gözle görülemeyen hücrelerin içindeki teferruatlı hesaplar, kimyevî reaksiyonlar, tanıma ve eşleşme süreçleri, alanında uzman ilim adamlarına parmak ısırtacak cinsten…

Akıllı insanların başarabilme konusunda acze düşecekleri bu işleri, aklı-şuuru olmayan hücrelerin fedakârca üstlenmesi ve yerine getirmesi; bu hücrelerin başıboş olmadığının, azametli ve kudretli bir sanatkâr tarafından bir gâyeye mâtuf olarak yaratıldıklarının ve yönlendirildiklerinin açık bir delili değil midir?

Tek bir atomun, tek bir hücrenin bile başıboş olmadığı şu kâinatta, insan başıboş bırakılacağını mı sanır? Bir yaprak bile itaat dairesinin dışına çıkmazken, “ahsen-i takvîm” üzere yaratılan insanın kulluğu ne derecede olmalıdır; hakîkaten düşünmek ve ibret almak gerekir. Bununla ilgili olarak âyet-i kerîmedeki ikaz yüreğimizi titretmektedir:

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)

Rabbimizden niyâzımız, bu îkaza kulak ve gönül verip gereğince amel edebilmek, uçsuz bucaksız kâinatta zerreden kürreye her şey; cemâdat, nebâtat ve hayvanat… O’nun emrine râm olmuşken, “Allâh’ın yeryüzündeki halifeleri” olarak, üzerimize yüklenen hilâfet emanetinin hakkını verme gayretinde bir ömür çalışmak ve O’ndan başkasına kul olmamaktır.

Kaynak: Dr. Betül Nefise İNAL / Şebnem Dergisi, Sayı, 122