İnsanın Var Oluşundaki Muhteşem Sır

İnsan, madde boyutuyla da mânâ boyutuyla da sırlarla, hikmetlerle donatılmış bir varlık. İşte insanın maddeten var oluş hikayesindeki ibret dolu hikmetler.

 

İNSANIN VAR OLUŞ YOLCULUĞU

Üreme hücreleri, baş kısmında silahlarla yola çıkmıştır. Bunlar, yumurtayla karşılaştığında ona lazım olacaktır. Bu sebeple hazneye düşer düşmez, bu silahlarını ortaya çıkarmaz. Milyonlarcası, yolda bu silahlar üzerlerinde olduğu hâlde telef olurlar.

Ne zaman ki yumurtayla karşı karşıya gelir ve geçiş vizesini alırsa, hücrenin baş kısmındaki zar erimeye başlar. Zar eriyince, eritici kimyevî maddeler açığa çıkar ve bunlar yumurtayı çevreleyen zırh benzeri koruyucu yapıyı delmeye başlarlar. Açılan kısımdan tek bir hücre içeri girmeyi başarır. Hemen peşinden gedik kapatılır ve yumurta hücresi 1-2 saniye içinde kendini yenileyerek aslâ ikinci bir hücrenin içeriye girişine müsaade etmez.

HÜCRELER, YENİLENEN YAPIDAN GEÇİŞİ NEDEN BAŞARAMAZ?

Gelen hücrelerin hepsinde aynı silah olmasına rağmen yenilenen yapıdan geçişi başaramazlar. Zira geçmeleri gereken kapının kimyevî formülü değiştirilmiş; artık bu yapı onlara yabancılaşmıştır. Önceki formüle yönelik silahlarla gelenler, kapıda ölüme mahkûm edilmiştir.

Acımasızca görünen bu işlem, insanın yaratılışı için alınmış latîf bir tedbirdir aslında... Zira içeri geçiş, diğer hücreler için de mümkün olsaydı, onların taşıdığı kargolar da içeri girecek; genetik madde artarak devam edecek, bu oluşum ise, hiçbir zaman insanın var oluşuna müsaade etmeyecekti.

Hücrenin içeri girişinde başka bir mûcize daha yaşanır ki, o da hedefe kadar hücreyi taşıyan hareketli kuyruk yapısının içeri girmemesidir. İçeri giren sadece baş kısmındaki genetik madde, yani 23 kromozomdur. Hücrenin baş kısmı içeri girerken, görevi başarıyla tamamlayan kuyruk, koparak hücreden ayrılır.

Kuyruk kısmı, artık hedefe varıldığını, görevin tamamlandığını, içeriye girmemesi gerektiğini bilir ve ayrılır. Şayet ısrar edip içeri girseydi, hareketli yapısıyla yumurtayı tahrip edecek ve hücre dağılıp gidecekti. Böylece o zamana kadar harcanan emekler de hebâ olacaktı.

Bu “kuyruk” dediğimiz yapı; vazifesinin hedefe varana kadar hücreyi ileriye taşımak, hedefe gelindiğinde ise işine son vermek olduğunu bilmektedir. Hedefe varıldığını ona kim fısıldamıştır? İçeriye girdiğinde yumurtayı darmadağın edeceğini nasıl bilmiştir? Bütün bunları milimetrenin binde birinden daha küçük, görevi kamçı hareketi yaparak ilerlemeyi temin etmek olan, cansız atomlardan müteşekkil kuyruk kısmı, ilk defa karşılaştığı bu yer ve zamanda yapacaklarını, daha önceden nereden öğrenmiştir?

ÜREME HÜCRESİYLE İÇERİ GİREN 3 YAPI

Üreme hücresinin baş kısmıyla beraber içeriye üç önemli yapı girer:

1-Babadan gelen 23 adet kromozom; yani genetik maddemizin yarısı;

2-Aşılanmış yumurtayı bölünmeye teşvik edecek uyarıcı faktör,

3-Hücre bölünmelerinde kromozomları eşit olarak taşıyacak olan özel bir yapı...

Hücre içeri girer girmez, yumurtanın zarını yenilediğini ve aslâ ikinci, üçüncü girişlere izin vermediğini söylemiştik. Şimdi içeride çok mühim bir iş için hazırlık yapılmaktadır. Babadan taşınan kromozom yapısıyla, anneye ait olan; birbiriyle eşleşip kaynaşacaktır.

Bu; belki de kâinâtın en önemli hâdisesidir. Çünkü kâinâtın özü olan insanın temelinin atıldığı andır. Genetik maddenin içeri geçişi tamamlandıktan yaklaşık 20 saat sonra, anneden ve babadan gelen kromozomlar kaynaşır ve insanın temel yapısı olan 46 kromozomlu ilk hücre de ortaya çıkmış olur.

İNSANI İNŞA EDEN HÜCRE

Bu, döllenmiş olan yumurta hücresidir ve ismi artık “zigot” olmuştur. Bu hücre, bir insanı inşâ edecektir. Bu tek hücreden 150 trilyon hücre oluşacak; bu tek hücreden organ ve sistemler oluşacak; bu tek hücreden göz, kulak, el, ayak, kalp, mide, bağırsak, beyin vs. oluşacak ve yine bu tek hücre, 40 hafta sonunda bir insan yavrusu olarak dünyaya gelecektir.

İnsanın temel programının yer aldığı 46 kromozomlu başlangıç hücresi, bir insanın bütün programını ihtiva etmektedir. Âdeta içinde dev bir çınar ağacının bütün yapısını taşıyan minicik bir tohum gibi… Hepimiz, bir zamanlar annemizin rahmine atılmış bir su damlasından teşekkül etmiş bir hücreydik… Yapımızda yer alan atomlar ise, kim bilir dünyanın nerelerindeydi?!

Bizim var oluşumuz için atomlar bir araya geldi; hücreler, yıllarca süren bir hazırlığa ve eğitime tâbî tutuldu. Birbirini belki de hiç tanımayan iki insan, bir araya geldi. “el-Vedûd” olan Allah, gönüllerde bir sevgi yarattı da mayamız muhabbetle karıldı. [“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (er-Rûm, 21)]

MERHAMETLE MUHAFAZA EDİLDİK

Letâfetle, merhametle muhafaza edildik; bir tek hücreyken bile rızkımız gönderildi de açlıktan yok olup gitmedik. 40 hafta; karanlıkların ve suyun içinde kaldık da ne boğulduk, ne de ışığa hasret kaldık. Ciğerlerimiz, gözlerimiz, kalbimiz ilh… her hücremiz ve organımız titizlikle inşâ edildi. Unutulmadık orada!.. Rabbimiz bize değer verdi, “Kulum!” dedi de neye ihtiyacımız varsa, biz daha kendimizi bilmezken bize gönderdi.

Ana rahminde, Cenâb-ı Hakk’ın “er-Rahman” ve “er-Rahîm” esmâsının tecellîleriyle yaşadık da dünyaya gözümüzü açtığımızda nîmetler kesildi mi? Gıdamız, kudret mutfağında hazırlanmış bembeyaz ve ılık bir şekilde, annelerimizin şefkat dolu bağrında bizi bekliyordu.

En âciz zamanımızda, herkesi etrafımıza pervane yaptı Allah... Biz ağlasak neşeleri kaçtı, güldüysek mutlu oldular. Büyüdükçe dişimize uygun gıdalar gönderdi Mevlâ… Hiç bırakmadı bizi; hiç ihmal etmedi, hiç unutmadı… Öyle ilgilendi ki bizimle, sadece kâinatta biz varmışız gibi, her birimizle teker teker…

Büyüyüp güçlü kuvvetli olduysak da, hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacımız yok sandıysak da, her zaman en fazla O’na muhtacız biz… Anne rahminde bir damla suyken de, serpilip büyüdüğümüzde de, ihtiyarlık çağına ulaştığımızda da, toprağın bağrına düştüğümüzde de…

ŞUNU HİÇBİR ZAMAN UNUTMAMALIYIZ Kİ...

Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki; değer verilmeyen, atılmış bir damla suyduk hepimiz bir zamanlar… Belki tiksinti veren bir madde ve tepeden tırnağa acziyet içindeydik… Bunu dâima hatırlamalı ve aldanmamalıyız… Rabbimiz, bizimle böylesine ilgilenirken O’ndan başkasına kul olmamalıyız!..

“Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsânı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (el-İnfitar, 6-8)

Bu âyet-i kerîmedeki îkâzı işitip tefekkür edebilmeyi, ibret alıp gereğince amel edebilmeyi nasîb etsin Rabbimiz hepimize…

Kaynak: Dr. Betül Nefise İNAL / Şebnem Dergisi, Sayı:124

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.