İnsanlığın Alçaldığı Dönem
Câhiliye döneminde insanlık koyu bir karanlığa gömülmüştü. Cehâlet katranlaşmış, sapıklık ve azgınlık çıldırmış, fitne ve fesat hortlamış, kan dâvâları sebebiyle çöller âdeta kan gölüne dönmüştü.
Hak ve hukuk dâimâ güçlüye aitti. Gücü eline geçiren zâlimleşiyor, toplumdaki zayıfları ve kimsesizleri eziyordu. Merhum Âkif’in;
“Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi...” şeklinde ifâde ettiği vahşet yaşanıyor, zorba ayaklar altında çiğnenen mazlumlar, acı feryatlar içinde, hayatta kalma mücadelesi veriyordu.
CAHİLİYE İTİKADLARI İNSANI ALÇALTIYORDU
Sahih inanç ve akîde bozulmuştu. Bir kısım insanlar, kendilerinden çok uzaklarda kabul ettikleri Allah’tan, ilâhî bir gücün yeryüzünde bulunan taş, kaya, ateş, ağaç, tepe gibi birtakım tabiat varlıklarına indiğine, onlarda tecellî ettiğine ve onlara kudsiyet verdiğine inanıyorlardı. Güneş’e, yıldızlara tapanlar da vardı. Onları mukaddes kabul edip tâzimde bulunmak sûretiyle Allâh’a ulaşabileceklerini zannediyorlardı.
Bir kısım insanlar da, melek, cin ve şeytan gibi cismânî olmayan varlıklara ibadet ediyorlardı. Eğer onlara ibadet eder, hürmette kusur göstermezlerse onların, Allah katında kendilerine şefaat edeceğini düşünüyorlardı.
HER ŞEYİ ALLAH'A ORTAK KOŞARLARDI
Bir taraftan Allâh’a inandığını iddia eden, bir taraftan da çeşitli varlıkları veya elleriyle yapageldikleri şeyleri Allâh’a ortak koşan müşrikler de vardı. “Hazret-i İbrahim ve İsmail’in oğullarıyız.” diye iddia etmelerine rağmen, onların getirdiği “tevhîd” akîdesini bırakmış, Haniflik’ten ayrılmışlardı. Bunlar, akla gelebilecek hemen her şeyi Allâh’a ortak koşarlardı.
Allah ve âhiret gününü tamamen inkâr eden, her şeyin şu görünen âlemden ibâret olduğuna inanan inkarcılar da vardı.
Peygamberimiz’in süt babası Hâris, nübüvvetten sonra Mekke’ye Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i ziyarete gelmişti. Kureyş müşrikleri ona:
“–Duymadın mı ey Hâris, senin şu oğlun ne diyor?” dediler.
Hâris:
“–Ne diyor?” diye sorunca:
“–Allâh’ın, öldükten sonra insanları tekrar dirilteceğini iddia ediyor. Yine Allâh’ın Cennet ve Cehennem diye iki yurdu olduğunu, kendine âsî gelenlere orada azap edeceğini, itaat edenlere ise ikramlarda bulunacağını söylüyor. Bu tür iddiâlarıyla bizim düzenimizi bozdu, camaatimizi darmadağın etti.” dediler.
İNSANLIK DRAMI YAŞANIYORDU
Hâris, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelip:
“–Yavrum, kavmin arasındaki mesele nedir? Sen’den şikâyet ediyorlar. Sen’in; «İnsanlar öldükten sonra diriltilecekler, sonra Cennet’e veya Cehennem’e gidecekler.» dediğini söylüyorlar.” dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- süt babasına:
“–Evet, ben böyle inanıyor ve bunu söylüyorum babacığım! Keşke bugün elinden tutsam da sana bu sözün hakikatini anlatsam!” buyurdu.
Hâris -radıyallâhu anh- daha sonra müslüman oldu ve zaman geçtikçe İslâm’ın gönül dokusundan nasipler almaya başladı. Hâris -radıyallâhu anh- İslâm’a girdikten sonra şöyle derdi:
“–Keşke oğlum o gün elimden tutup sözlerinin hakikatini bana anlatsaydı! Ve Allâh’ın izniyle beni Cennet’e koyuncaya kadar hiçbir yere bırakmasaydı!” derdi. (İbn-i İshâk, Sîret, s. 218; Süheylî, Ravdu’l-Ünüf, I, 284-285)
Hâsılı, Câhiliye devrinde insanlar pekçok yanlış inançlara saplanıyor; akıl, idrak, şuur ve tefekkür gibi en kıymetli insânî meziyetleri alçaltan son derece gülünç durumlara düşüyor ve böylece ağır bir insanlık dramı yaşıyorlardı.
Doğru bir düşünce, müstakîm bir fikir bulmak zordu. Yanlış fikirler almış başını gitmişti. Bunun bir neticesi olarak toplumda kadın ezilmiş; anneler horlanmış, kızlar utanç vesilesi olarak kabul edilmişti.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları
YORUMLAR