İnsanlığın Vicdan Sınavı
Filistin'de neler oluyor? Filistin'de nasıl bir zulüm var? İsrail'in yıllardır sistematik olarak Filistilere karşı uyguladığı soykırımda, dünyadan tepkiler nasıl oldu? İnsanoğlunun yıllardır süren insanlık sınavı: İsrail-Filistin meselesini Halil İbrahim Kurucan yazdı.
İçinde, Filistin, Kudüs, Gazze, Mescid-i Aksa kelimeleri geçen bir yazıya başlamak ne kadar da zor. Çünkü bilirsiniz ki; daha ilk cümlenizden sonra, İsrail vahşeti, zulmü, adaletsizliği, kural tanımazlığı, kadın, çocuk, yaşlı demeden toplu şekilde insafsızca öldürülen insan fotoğrafları gelir gözünüzün önüne. Hedef gözetmeksizin sivil yerleşim yerlerine atılan binlerce bombanın yakıp yıktığı cami, okul, hastane ve evlerin yerle bir olmuş enkazı arasında yaralı ve cenaze arayan insanların çaresizliği yüreğimizi yakar… Ve ardından İslam dünyasından çıkan cılız seslerden başka, bütün dünyanın görmemek için başını çevirdiği, hüzün dolu acı bir tabloyla karşı karşıya kalırsınız.
KUDÜS ACISI
Altınoluk Dergisi Filistin meselesine daha ilk sayısından başlayarak özel bir ilgi ve hassasiyet göstermiş, yüzlerce yazıyla tarihe not düşmüş adeta. Daha ikinci sayımız “Kudüs Acısı” kapağıyla bütün insanlığa kanayan bir yara var burada haykırışıdır adeta. O sayımızda Kudüs Müftüsü Sadeddin İlmi ile yapılan mülakattan bazı bölümleri burada hatırlamakta fayda var:
“- Hayatınızda sizi en çok etkileyen olay nedir?
Sadeddin İlmi: 21 Ağustos 1969 tarihi benim kendi açımdan değil tüm İslam ümmeti için unutulması imkansız bir gündür. Bu tarih Mescidi Aksa'nın Yahudiler tarafından yakılması tarihi, müminlerin Allah'ın aziz kıldığı insanların, Allah'ın yolundan öncelikle idari kadrolarının ayrılmaları dolayısı ile düştükleri zillet ve yüz karası acılı tablonun tarihe geçtiği bir gündür.
Hayatımın geride kalan 70 yılının tamamına yakın bir bölümü her şeyden öte bir mümin olarak acı, ıstırap ve sıkıntı içinde geçti. Gençlik yıllarımın daha başlangıcında Osmanlı İmparatorluğu'nun Allah düşmanları tarafından yıktırılması ardından ümmet olarak sürekli acı bir tablonun yaşandığı bir ortama girdik fakat daha önce de söylediğim gibi belki de bizzat içinde yaşadığımdan Kudüs'te Mescidi Aksa'nın Yahudiler tarafından yakılması kadar beni hiçbir olay etkilemedi. Üzüntüm şüphesiz ki Yahudi karşısında bir şey yapamamaktan ileri geldi.”
“Ben Kudüs müftüsü olarak bir takım yükümlülükler taşımaktayım. Bundan önce birçok defa ilan ettiğim gibi İsrail'in işgalini protesto ediyorum. Topraklarımızı zorla ele geçiren bu işgalci güce karşı bütün gücümüz ile karşı koyacağımızı zaman zaman yapılan yürüyüşlerde yaptığım konuşmalarda belirttim. İslam toprağı işgalden kurtulana kadar bütün müslümanların cihad etmeleri farzdır. Bizler işgalci güçlere anladıkları lisan ile karşı koyacağız. Bizler hiçbir süper gücün kuvvetinin Allah'ın kuvvetinden daha büyük olduğuna inanmıyoruz. Tarihe bakın, müminler az dahi olsalar Allah'ın yardımı ile katillere karşı her zaman galip gelmişlerdir.
Lanetli toplum yahudilerin idarecilerine belirttim ki İslam ümmeti bir gün gerçek manada ümmet kavramına layık olduğunda İslam topraklarında yahudi hâkimiyeti sona erecektir.”
NEDEN HEP MAZLUM?
28. sayımız “Neden Hep Mazlum?” kapağıyla yeniden Filistin meselesine dikkatlerimizi çekmiş ve Mehmet Akif’in şu mısraları dökülmüş sayfalara:
Yıllar geçiyor ki Ya MUHAMMED
Aylar bize hep muharrem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i masûm,
İslamı bırakma böyle bîkes,
İslamı bırakma böyle mazlum..
“Böyle İslam Dünyasına, Böyle Filistin…” tespiti yapılan sayıda Prof. Dr. Hikmet Tanyu’nun Filistin meselesiyle ilgili kurtuluş reçetesi hala geçerli:
“FİLİSTİNLİ NASIL KURTULACAK?
Öncelikle siyasî bakımdan bir yakınlaşma gerekli. İslam ülkelerinin birbiri aleyhine düşüncelerden uzaklaşmaları lazım. Hala Suriye'nin Hatay üzerinde gözü var. Başka İslam ülkelerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar ortada. Bir çok İslam ülkesi kanlı-bıçaklı düşman. Bu durumda, bir takım ortak dertler nasıl ele alınabilir?
Sonra İslam ülkeleri arasında iktisadî bir kaynaşma lazım. Hac'dan gelen hediyelere bakıyorsunuz kimi İtalyan malı, kimi Çin. Bunlar, İslam ülkelerinden pekâlâ karşılanabilir hâlbuki…
Yahudinin dünyaya tanıtılması, nasıl dolaplar çevirdiği, nasıl köşebaşlarını kolladığı, dünya hakimiyeti yolunda nasıl ilerlediği neşriyatla, radyo ile TV ile ortaya konacak. Dünya çapında bir haber alma örgütü kurulacak. İsrail'in dayandığı temelleri sarsacaksınız. Avrupa'da ve Amerika'daki desteklerini ifşa edeceksiniz. Amerika'da ve Avrupa'da da muhalifleri var aslında. İnsanlık Yahudinin yaptığı işkenceyi, zulmü sömürüyü yeterince gördüğü zaman, kendi tavrını yeniden belirleyebilir. Yahudi, kendisine acındırarak bütün dünyayı aldattı. Herkesi kendine acındırdı. Şimdi kuvvetlenince zulüm felsefesine geçti: "Ben kuvvetliyim, her şey hakkımdır" diyor. Bütün Tevrat budur. Yahudinin yan teşekkülleri var. Bunlar ifşa edilmeli. Yahudi, kimseyi Yahudileştirmek için propaganda yapmaz. Kendi lehine propaganda yapan teşekküller kurar. Masonluk, Rotaryenlik, Lionsluk gibi... Her ülkede bunları kurmuşlar...
İnsanlığın bunlardan haberdar edilmesi lazım. Sonra kendi insanımızı İslami şuurla donatmamız lazım. Bütün İslam ülkelerinde böyle. Filistin'deki adam da camiye gidecek. İnanç kaynakları ile buluşacak.”
İSRAİL SIRPLARI ARATMIYOR
Yıl 1996’ın Mayıs ayı ve yine Ortadoğu’da “İsrail Sırpları Aratmıyor” başlığını kapağımıza taşımışız. 2002 yılının Mayıs ayında ise yine, gözyaşları içinde okuduğumuz kara haberler düşmüş sayfalarımıza:
“Filistin’de tanklar şehirlerin, köylerin üzerinden deprem gibi geçiyor. Gökten bomba yağıyor. Tam 50 yıldır bu böyle. Filistin şehirleri mülteci kamplarından ibaret. Sürgün, sürgün, sürgün. Sürgün ülke Filistin. Filistinli çocuklar sürgün çocukları... Üzerinden tank geçmemiş olsaydı bile, sürgün Filistin bir sefalet toprağı idi... Dünyada hangi millet var, yarısı sürgünde yaşayan? Evi, ekmeği, okulu, yarını olmayan? Tebessüme hasret bir millet.
Bunu belki en iyi Yahudiler anlamalıydı, diye düşünüyorsunuz değil mi?
İnsanlığın dramı, belki biraz da orada odaklaşıyor. Tarih boyunca zulme uğradığını söyleyerek gelen bir kavim, daha 50 yıl öncesinde en acı zulümleri yaşayan bir kavim, bugün gaddarlığın sınırında bir devlet kuruyor. “Sivilleri öldürme”yi varolma şartı olarak algılayan bir devlet... Hiroşima - Nagazaki rüyaları gören devlet...
Bir İsrailli yazar “Evet sivilleri öldürmeliyiz, diye yazıyor açıkça. Tıpkı Amerika’nın Pearl Harbour’un misillemesi olarak Hiroşima’ya atom bombası attığı gibi, tıpkı Amerika’nın halı bombardımanla Afganistan’da 25 bin sivili katlettiği gibi...” (Amotz Asa - el, Jerusalem Post, 4 nisan 2002)
Filistin böyle bir zihniyetin boy hedefi bugün.
İnsanoğlu üç maymun rolüne ne kadar da alıştı. Görmemek, duymamak ve tepki vermemek. İnsanlık kahrolsa da, duyarsızlığın korkunç dünyasına sığınmak.” (195. Sayı Ahmet Taşgetiren)
İNSANLIĞIN UTANCI
2009 yılının Şubat ayında Gazze’de yaşanan sivil katliamı karşısında Altınoluk simsiyah bir kapakla, bütün dünyada sessiz kalan “İnsanlığın Utancı”na vurgu yapmış.
Mahmut Toptaş Hoca, Gazze katliamı ve Yahudilik Üzerine yapılan mülakatta: “Hz. Musa’ya İnanıyorsan Musa Gibi Ol” çağrısı yapmış:
“İnançları nedeniyle biz bunlara Yahudi diyoruz. Irklarından dolayı değil. Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın, Hz. Yahya'nın torunlarına ya da o dinden olanlara biz bu kelimeleri kullanmıyoruz. Biz, Hz. Musa'ya iman edenleri, Efendimize inanan ashabı kiram gibi seviyoruz.
Ama onlar Allah'ın dinini terk etmişler, Tevrat'ı tahrif etmişler. "Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek." (Tevrat İşaya 13/15-16) diyen bir Tevrat'a inananları Hz. Musa'nın ümmeti demek mümkün değil.
Biz diyoruz ki bunlar Musa (a.s.) inanıyorlarsa Musa (a.s.) gibi davransınlar. Ama onlar şeytan gibi davranıyorlar. Bugün Gazze'de yaşananlardan dolayı zararı en çok kendileri görecektir. İsrailliler dünyanın hiçbir yerine elini kolunu sallayarak gidemiyordu. Bundan sonra hiç gidemeyecekler. Yani kendi ayaklarına baltayı vuruyorlar.”
Yine aynı sayıda başka bir yazıda İsrail katliamı şöyle anlatılmış:
“Gazze Kıyımı; Seyirci Rekoru Kıran Korku Filmi
Gazze kıyımı; tüm zamanların seyirci rekoru kıran bir korku filmine benzetmek mümkün. İnanılmaz gerilim ve vahşet sahneleriyle dolu, çocukların hunharca katledildiği, insanın kanını donduran, insanın nasıl insanlığından çıkabileceğini gösteren bir korku filmi…
İsrail, geçmişte buna benzer pek çok korku filmi gibi katliamları dünyaya izlettirmişti. Sabra, Şatilla ve Kana, bunlardan bir kaçı mesela. Ama Gazze kıyımında bu kez kendini de aştı İsrail. Hollywood’un korku filmi senaristlerini gölgede bırakacak derecede bir başyapıt ortaya çıkardı adeta (!)
İsrail ordusunun bu korku filmini kimi İsrailliler Gazze’nin yüksek tepelerine çıkıp dürbünleriyle, kameralarıyla canlı canlı, büyük bir soğukkanlılıkla hatta keyif alarak izlediler. Batı dünyası ise televizyon ekranlarına yansıdığı kadarıyla yetinmek zorunda kaldı (!) Arap dünyasının kimi yönetimleri ise gözlerinde timsah yaşları, ellerini ovuşturarak izlediler. Nede olsa koltuklarını tehdit eden unsurların uzantıları olarak gördükleri kadrolar bertaraf ediliyordu Gazze’de. Müslüman halklar ise bu akıl almaz vahşete, bu insanlık dışılığa, bunu yapanlara ve ona çanak tutanlara kahrederek, meydan meydan isyan ederek izlediler Gazze’de yaşananları…
Evet Gazze kıyımı, yakın dönemin en vahşi katliamlarından biri olarak tarih sayfalarına geçti. Artık Gazze denilince, insanlığın dibe vurduğu, vahşetin, ihanetin ve aczin zirve yaptığı günler hatırlanacak… Gazze denilince, her türlü yokluğa rağmen, esarete, zillete boyun eğmeyen, hiç düşünmeden, gururla şahadete koşanlar yad edilecek..” (276. Sayı, Beytullah Demircioğlu)
ACI VE ÜMİT
Yıl 2018 Ocak. 383’üncü sayımız “Acı ve Ümit” başlığıyla yeniden Filistin’i gündemine almış. Bu sayıda daha çok ‘Kudüs Emaneti’ne sahip çıkma parolasıyla yazılar kaleme alınmış ve bu yolda yapılacak çalışmalara yol gösterilmiş:
“Mescid-i Aksâ’nın içinde yer aldığı Kudüs ve çevresi, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle “Mukaddes” ve “Mübârek” bir mahaldir. Nasıl Kâbe-i Muazzama’nın çevresine “hürmet” gösterilmesi gereken ve bazı uygunsuz hâl ve davranışların yapılmaması icab eden yer” anlamında “harem” ismi verilmiş ise aynı şekilde Kudus-i şerife de “başta şirk ve inkârdan olmak üzere her çeşit pislikten, günahtan ve kirden tertemiz tutulması gereken yer” manasında “Kudüs” denilmiştir. Zira bu kelime lügatte “Ayıp, kusur ve kirlerden arınmış tertemiz” anlamına gelmektedir. Kudüs ve çevresinin “mübârek” oluşu ise daha çok manevî bereketlere sahne oluşundandır. Çok sayıda peygambere ev sahipliği yapmış bir yöredir. İlâhî vahyin indiği mukaddes alanlardır.
Kudüs’ün ve Mescid-i Aksâ’nın ümmet-i Muhammed için bir diğer aziz hatırası ise, Fahr-i kâinât –aleyhi ekmelü’t-tahiyyat- Efendimizin İsrâ ve Mi’râc hadisesinde önemli duraklarından birisi oluşudur. İsrâ diye isimlendirilen Mekke-Medine arası gece yolculuğunun son durağı, yedi kat gök ve ötesine yükseltildiği Mirâc seferinin de başlangıç noktasıdır. Miraç gecesi, Nebiyy-i Ekrem Efendimizin bütün peygamberlerin ruhlarına imam oluşu ise yeryüzü hilâfetinde artık liderliğin âhir zaman nebisi olarak kendisine verildiğinin açık bir işâreti olmuştur. Bu işâret, ümmetine de bu liderliği devam ettirilme mesuliyetini yüklemiştir.” (383. Sayı, Adem Ergül)
AKSA’DA ŞÜKRÜN ZAFERİ
2021 yılının Haziran ayı yine; acı, gözyaşı ve hüzün misafir olmuş sayfalarımıza. “Aksâ’da Şükrün Zaferi” kapağı, İsrail’in organize toplu cinayetleri içinden, bir uyanış ve kendimize gelme hamlesinin izlerini aramış. Şu satırlar ne kadar ibretlik değil mi?
“Bayram ziyaretine gitmiş hanımının ve iki oğlunun işgalci ve terörist ülkenin bombaları altında şehit oluşunu anlatıyor. Metin ve mert bir tavırla… “Elhamdülillah, şehit oldular” diyor. Yoğun bakımdaki üçüncü oğlundan bahsederken, “o da şehit oldu” diye araya giriyorlar. “O da şehit olmuş, elhamdülillah” diye devam ediyor. Dördüncü oğlunun kayıp oluşundan bahsediyor. Bir tek beşinci oğlu kalmış yanında, “beni yalnız bırakmayan Allah’a hamd olsun” diyor. Sonra duruyor, “her hale şükür, her hale şükür, her hale şükür…” diye başından bu yana konuşup durduğu frekansı en üste taşıyor. O frekans mazlumun arşı titreten çığlığıdır.
Aksâ’da Ramazan’ın son on günü, bayram ve sonrasında yaşananlar hepimizin yüreğini titretti. Terörist ülke ve onun işbirlikçisi egemen güçler Filistin’de adım adım sahneye koydukları organize cinayeti topyekûn cinnet yaşayan gafil bir güruh eşliğinde yeni bir safhaya taşımak istediler, ancak bu sefer hiç umulmadık bir şey oldu. O mazlumlar, o garipler bu sefer daha farklı bir direniş sergilediler. Namluların arasında kelepçeli beklerken tebessüm ettiler; şehitlerine baktılar, şükrettiler; şiddet ve ölümün üstüne tereddütsüz, güle oynaya gitmekte hiç fütur göstermediler.
Yenilmez denen ülke bu sefer ne yapacağını şaşırdı. Şairin: “Benim karanlıklarda büyüyen kızım var, senin şafağa direnecek gücün var mı?” diye ifade ettiği o şafağın emareleri ortaya çıktı. Şimdi başka bir süreç işliyor, elhamdülillah. Muhtemelen terörist ülkenin izmihlaline giden yol açıldı. Acımız büyük, ama umudumuz daha büyük. Ne yapıp edip üzerimize düşeni yapmaya çalışalım, çünkü bir avuç mazlum hepimizin makûs talihini çevirmek üzere. Bütün acılara, kan, gözyaşı ve kayıplara şükrede şükrede hem de… Tebessüm ede ede… Şehitten şehide vehn (ölümden korkma ve dünyayı sevme) illetini aşa aşa…” (424. Sayı, Sunuş)
Kaynak: Halil İbrahim Kurucan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 453
YORUMLAR