İskat ve Devir Nasıl Olmalıdır?
Vefât eden yakınların arkasından yapılan iskat ve devir muâmeleleri nasıl olmaldıır?
Vefât eden yakınların arkasından yapılan iskat ve devir muâmeleleri de tavzihe / ince bir teraziye muhtaçtır:
Bir kişi; edâ edemediği haccı için bedel göndermeyi vasiyet etmişse, vârislerin bu vasiyeti yerine getirmesi gerekir. Vasiyet etmemiş bile olsa, bunu îfâ etmeleri hayırlı bir ameldir.
Tutamadığı oruçlar için fidye borcunu ödemek, varsa îfâ edemediği mâlî ibâdetlerini îfâ etmek de çok hayırlı birer sâlih amel olur.
İmam Muhammed’in bir fetvâsıyla, mevtânın kılamadığı her namaz için bir fidye miktarı / bir fakirin bir günlük yiyecek ihtiyacının karşılanması yani iskāt-ı salât uygulamasına da, ölen kişiye rahmet umularak cevaz verilmiştir.
Çünkü namaz, mâlî bedeli (fidyesi / keffâreti) olan bir ibâdet değildir. Ancak burada;
a) İnfâka teşvik ve infâk edenin ecre nâil olması,
b) Muhtaçların sevinip mevtâ için duâ etmesi,
c) Mevtâ için Cenâb-ı Hakk’ın af ve rahmetinin ümit edilmesi ile bir bağışlanma umulmuştur.
Allah dilerse kabul eder, dilerse kabul etmez.
Neticede hayr u hasenatta bulunmak, âhirette mutlaka bir ecir vesilesi olacaktır.
Ancak bu hususta iki mahzur ortaya çıkmıştır:
- Bütün bir ömrü iskāt-ı salâta sarmalayıp da hesaplandığında çoğunlukla ödenmesi çok zor bir meblâğın ortaya çıkması. (70 yaşında vefât eden bir kişi için en düşük fidye miktarıyla, 8 milyon TL’yi aşan bir rakam çıkacaktır.)
Bu sefer bu meblâğı ödemek yerine bir hile olan «devir» uygulaması ortaya çıktı. Verilebilecek az bir miktar para, birkaç kişi arasında; «قَبِلْتُ aldım, kabul ettim; وَهَبْتُ hibe ettim» ifadeleriyle elden ele devredilmekte, bununla da güya infâk edilen meblâğın miktarı çoğaltılmaktadır.
Bu yanlış uygulama ile, îfâ edilmemiş bir ibâdet, hakikatte infâk edilmemiş sadaka görünümlü bir davranışla telâfî edilmeye çalışılmaktadır.
İkinci mahzur da şudur:
- Bir ömür, günde beş vakit titizlikle edâ edilmesi gereken bir ibâdetin, yerine getirilmese de vefattan sonra bir miktar parayla, bir şekilde halledilebileceği telâkkîsi… Hâlbuki vaktinde edâ edilmemiş bir namazın, fiilen kazâsı dahî Cenâb-ı Hakk’ın kabulüne bağlıdır.
Dînin aslında olmadığı hâlde, oruca kıyasla ve mevtâya rahmet umuduyla ihdâs edilmiş bir uygulamanın, avam nezdinde namaz kılmayanlara bir ruhsat, bir çare gibi görülmesi ise, asıl tehlikeli bid‘at kısmıdır. (Bkz. Hayrettin KARAMAN, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 81-85)
Mâlûm;
Fetvâlar; farza, vâcibe ve sünnete ters değil muvâfık olduğu nisbette isabetlidir ve geçerlidir.
Dolayısıyla İmam Muhammed’in iskāt ile alâkalı fetvâsının, zarûrete binâen verilmiş olduğu âşikârdır. Şöyle ki:
Bütün namazlarını edâ etmek husûsunda son derecede hassas ve riâyetkâr olan bir kimse; âhir ömründe namazlarını edâ edemeyecek şekilde tâkatini aşan bir hastalık, zihnî rahatsızlık, ameliyat ve benzeri zarûretlere dûçâr olabilmektedir. Böyle bir kişi, şifâya kavuşamadığı için tabiî olarak namazlarını kazâ etme imkânına da sahip olmadan vefât etmiş olabilmektedir. İşte bu durumda rahmete vesile ümidiyle İmam Muhammed böyle bir fetvâyı dile getirmiştir. Yani bu fetvâ;
İnsan tâkatini aşan hastalık ve zarûretler içindir. Yoksa hiçbir zarûret olmadığı hâlde; hele ki bütün bir ömür terk edilmiş namazları, daha doğrusu ölmeden önce tevbeye sarılıp da kazâsına başlanılmamış olan namaz borçlarını -hâşâ- sildirmek için bir çare veya telâfî değildir. Olamaz da. Olsaydı kimsenin namaz kılmasına gerek kalmazdı, namazın farz oluşu da gereksiz olurdu. Fakat o zaman da fakirler için ödemesi imkânsız bir yük, büyük zenginler için ise üç kuruşluk bir muâfiyet oyunu oynanmış olurdu. Oyun diyoruz, çünkü fakirler de güya muâfiyet oluşturabilsin diye «devir» denen «aldım-verdim» hilesi uyduruldu. Böyle bir kandırmacanın âhiretteki namaz hesabına ne faydası olur? Hâşâ Allâh’ın kıldan ince kılıçtan keskin terazisi önünde bu kandırmacaların ikinci bir vebalden başka ne hükmü olur?
ALLÂH’I KANDIRABİLİR MİYİZ?
Bu hileye sapanlar önce şunu sormalı:
Allâh’ı kandırabilir miyiz?
Allah, böyle aldatmacalarla mı râzı edilir?
Hâsılı;
Bu kabil hilekârlıklar; asla Allâh’ı râzı edici bir basîret değil, bilâkis Allâh’ı gazaplandırıcı bir gaflettir. Gerisi lâf u güzaf.
Bu kabil kötü bid‘atler, dînin, hayatın her sahasını tanzim eden esaslardan değil de, ölülerin ardından yapılacak birtakım merasimlerden ibaretmiş gibi telâkkî edilmesine yol açar.
Hakikaten;
Dînin, edâsı zarûrî ibâdetlerini, farzlarını îfâ etmeyen, haramlarından kaçınmayan bazı kişilerin, örf-âdet yerine gelsin, diyerek vefât eden yakınları için bu nevi merasimleri titizlikle gerçekleştirdiklerini görüyoruz.
İslâm, hayatın her safhasını tanzim eder. Hayatlarında dînin hiçbir kaidesini uygulamayan insanların; anneleri, babaları öldü diye merasim kabîlinden yaptıkları bir akşamlık dindar insan taklidinden, ne ölüye ne diriye fayda gelir.
O hâlde, vefât eden yakınlarımız için elimizden geldiğince bol bol hayır ve hasenatlar yapalım. İstiğfâr edelim. Hatimler bağışlayalım. Dînî hizmetlere revaç verelim. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini umalım.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2023 Ay: Eylül, Sayı: 223
YORUMLAR