İslam Adalet Dinidir
İslam’da adaletin yeri ve önemi nedir? İslam tarihinde adaletle hükmetmek ile ilgili örnekler.
Cenâb-ı Hak mutlak adalet sahibidir. En ufak bir zulümde bulunmaz. O’nun güzel isimlerinden (esmâ-yı hüsnâsından) biri, mutlak adâlet sahibi mânâlarına gelen el-Adl ism-i şerîfidir.[1] Bu sebeple kullarından da her hususta tam bir adâlet ve hakkâniyet istemektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Ey îman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhine bile olsa Allah için şâhitlik eden kişiler olunuz…” (Nisâ, 135)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, öfkeliyken de sâkinken de adâletten ayrılmamayı emretmiş ve böyle davranabilenlere çok büyük mükâfatlar vaad etmiştir.[2]
İSLAM’DA ADALETLE HÜKMETMEYİ EMREDEN ÖRNEKLER
İslâm, Müslümanlara, düşmanlarına karşı bile adâletle hareket etmelerini emretmektedir:
“Ey îman edenler, Allah için adâletle şahitlik eden kimseler olunuz! Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adâletten saptırmasın! Âdil davranın, zîrâ takvaya en yakışan budur...” (Mâide, 8)
Süheyl bin Amr, Kureyşlilerin hatîbi idi. Sözün haddinden fazla tesirli olduğu bir devirde, devamlı İslâm aleyhine konuşur, insanları kışkırtırdı. Bu zât Bedir Gazvesi’nde esir düştü. Hz. Ömer:
“–Yâ Rasûlallah! Müsâade buyur, Süheyl’in ön dişlerini sökeyim de dili dışarı sarksın! Bundan sonra hiçbir zaman ve hiçbir yerde senin ve İslâm’ın aleyhinde konuşamasın?” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bırak onu ey Ömer! Ben, onun uzuvlarına böyle bir zarar veremem. Şayet bunu yapacak olursam, peygamber olmama rağmen, Allah da aynısını bana yapar…” buyurdu. (İbn-i Hişâm, II, 293)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hayber kuşatması esnâsında Müslümanların karşı tarafın hayvanlarına ve meyvelerine zarar verdiğini işittiğinde son derece kızarak bunu şiddetle yasaklamıştır. (Ebû Dâvûd, Harâc, 31-33/3050)
İslâm’da temel diyalektik veya çatışma, zalimler ve zulmü savunanlar ile âdiller ve adâleti savunanlar arasındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur” buyrulur.[3] İnsan haklarına saygılı olan bir insan, ister Müslüman olsun ister olmasın onunla Müslümanların bir toplumda yaşaması mümkündür. Ancak, bir Müslüman zulüm yapıyor ve insan haklarına saygı göstermiyorsa, ona karşı çıkmak da bir vazifedir. Dolayısıyla sosyal seviyede biz ve öteki arasındaki ayrımın mihengi zulüm ve adâlettir.[4]
Müslümanların adâlette ne seviyeye ulaştığını gösteren târihî bir misâl de şudur: Müslümanlar Humus şehrini idareleri altına almışlardı. Onları muhafaza ettikleri için de mâkul bir miktar vergi alıyorlardı. Bu esnâda Bizans Kralı Herakliyus büyük bir orduyla Müslümanların üzerine yürüdü. Müslümanlar karşılarındaki gücün çok büyük olduğunu öğrenince endişelendiler. Humus ahâlîsinin ödediği vergileri kendilerine iâde ettiler ve:
“–Biz şu anda bir saldırıya mâruz kaldığımız için sizi muhâfaza ve müdâfaa etme imkânından mahrumuz. Siz artık işinizde serbestsiniz, dilediğiniz gibi hareket edebilirsiniz” dediler. Humus ahâlîsi:
“–Vallahi sizin idâreniz ve adâletiniz, bizim için daha önce içinde bulunduğumuz zulüm ve zorbalıktan daha sevimlidir. Sizin vâlinizle birlikte şehri Herakliyus’a karşı müdâfaa edeceğiz” karşılığını verdiler. Yahûdiler de kalkıp:
“–Tevrât’a yemin olsun ki bizi yenip perişan etmedikçe Herakliyus’un vâlisi, Humus şehrine giremez” dediler. Şehrin kapılarını kilitleyip düşmana karşı muhâfaza ettiler. Kendileriyle sulh yapılmış olan diğer şehirlerin Hristiyan ve Yahûdi ahâlisi de aynı şekilde hareket etti ve:
“–Şayet Rumlar ve onlara tâbî olanlar Müslümanlara gâlib gelirse, biz yine eski zulüm ve zorbalık devrine döner, büyük sıkıntılar çekeriz. Keşke Müslümanlar gâlip gelse de önceki anlaşmamız üzere yine onlarla birlikte olsak!” dediler. Allah Teâlâ, Rumları hezîmete uğratıp Müslümanlara zafer bahşedince, şehirlerini Müslümanlara açtılar, oyuncularını çıkarıp sevinç gösterilerinde bulundular ve vergilerini ödediler.[5]
Dipnotlar:
[1] Tirmizî, Deavât, 82/3507. [2] Heysemî, I, 90; Ebû Nuaym, Hilye, II, 343; VI, 268-9. [3] Bakara, 193. [4] Prof. Dr. Recep Şentürk, İnsan Hakları ve İslâm, s. 22. [5] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, Beyrut 1987, s. 187.
Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları