'islâm Ahlâkı' Nazarî Değil Tatbîkîdir

İslâm, getirdiği ahlâkî pren­siplerin en iyi ve en güvenilir şekilde hayata intikâlini sağla­mak ister. Yalnız “bilinen” değil, aynı za­manda “yaşanan” bir ahlâk oluşturmayı hedefler.

İslâm’ın gâyesi, ahlâkî meselelere dâir sıradan bir nazariye ortaya koymak, meraklı zihinleri tatmin etmek için kuru tartışmalara girmek ve gerçek hayattan kopuk bir ahlâk felsefesine dalmak değildir. İslâm’ın gâyesi; insanların ahlâkî ihtiyaçlarına tatbîk edilebilir çârelerle cevap vermek, zaman içinde onları, bu alandaki şahsî kusurlarının şuuruna vardırmak ve bu kusurları gidermelerine imkân hazırlamaktır.

İslâm, getirdiği ahlâkî pren­siplerin en iyi ve en güvenilir şekilde hayata intikâlini sağla­mak ister. Yalnız “bilinen” değil, aynı za­manda “yaşanan” bir ahlâk oluşturmayı hedefler. Peygamber Efendimiz’e “okuma”yı emreden ilk âyetlerin he­men ardından, insanları kötülükten sakındırmasını emreden âyetlerin inmesi[1] bu bakımdan son derece mânidardır.

AKILLARI VAHİYLE TERBİYE EDİLMEMİŞ FEYLESOFLAR

Buna mukâbil, akılları vahiy ile terbiye edilmemiş feylesofların, ictimâî huzur ve sükûn ile ahlâk nâmına ortaya koydukları fikirler ise, umûmiyetle kütüphânelerin tozlu raflarındaki kitaplarda kalmış, hayata intikâl edenlerinin de ömürleri çok kısa sürmüştür. Zaten bu feylesoflar, söylediklerini ne kendi hayatlarında ne de fikirlerini tâkip eden insanlar üzerinde örneklendirebilmişlerdir. Onların fikirleri, sırf bir nazariye olarak kalmıştır.

Meselâ Aristo, ahlâk felsefesinin birtakım kânun ve kâidelerinin temelini atmış olmasına rağmen, ilâhî vahiyden uzak olduğu için, onun felsefesine inanıp hayatına tatbîk ederek saâdete kavuşmuş tek bir kişi bile göremeyiz.

Yine Fârâbî’nin hayâlinde canlandırdığı “güzellik şehri ve ideal toplum”a dâir fikirlerini ihtivâ eden en mühim eseri “el-Medînetü’l-Fâdıla: Fazîletler Şehri” bile, hiçbir tatbik imkânı bulamamıştır. İhtivâ ettiği fikirler, kitap satırlarından dışarıya çıkamamış, ancak kâğıt kemiren güvelerin midelerinde yem olarak kalmıştır. Çünkü bunlar, yaşanılarak söylenmiş ve murâd-ı ilâhîye muvâfık düşen ilâhî kaynaklı şeyler değildir. Nitekim feylesoflar; “Bana göre böyledir.” derler. Peygamberler ise; “Allah Teâlâ’nın tâlimâtı böyledir.” buyururlar.

Hâsılı, Cenâb-ı Hak, kudretini bir kez daha göstererek ümmî, yani okuma-yazma bilmeyen bir Peygamber’e, bütün insanlığa hakkı ve hayrı öğretecek en yüce ahlâkı lutfetmiştir. Bu yüce ahlâkı Peygamber Efendimiz’in emsalsiz örnek şahsiyeti üzerinde sergilemek sûretiyle de, murâd ettiği kâmil insan modelinin ne olduğunu, tatbikî bir şekilde insanlığa beyân etmiştir.


[1] el-Alâk, 1-5; el-Müdessir, 1-7.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.