İslam, Akla Hitap Ettiği Kadar Kalbe De Hitap Etmektedir

Diyanet İşleri Başkanlığınca düzenlenen Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu Açılış Programında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, "İslam, akla hitap ettiği kadar kalbe de hitap etmektedir." dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından "Peygamberimiz, Cami ve İrşat" temasıyla düzenlenen Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın katılımıyla Ankara’da gerçekleştirildi.

Türkiye Diyanet Vakfı Konferans Salonu’ndaki sempozyumun açılışında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, sempozyumda Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çağrısını insanlığa ulaştırmak için çağın imkan ve şartları muvacehesinde bir davet ve irşat modeli geliştirmek, mabet merkezli hizmetlere yeni bir perspektif kazandırmak adına "Peygamberimiz, Cami ve İrşad" teması çerçevesinde kapsamlı müzakereler gerçekleştirileceğini söyledi.

İnsanın, en temel yükümlülüğünün varlığını, Yüce Allah’a borçlu olduğunu bilmek ve yalnız O’na hakkıyla kulluk etmek olduğunu ifade ederek şöyle konuştu:

"Vahyin ve risaletin en temel hedefi, insana sorumluluklarını bildirmek, bu minvalde bir hayat yaşamanın yollarını göstermektir. İnsanı cehaletin karanlık dehlizlerinden ve sorumsuzluğun süflî neticelerinden kurtararak ilmin, irfanın ve hikmetin beslediği bir imanla sonsuz aydınlığa çıkarmaktır. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’in dünyaya gönderildiği andan bugüne Allah’ın bütün elçileri, bu ideali gerçekleştirmek için mücadele etmişlerdir. Bu uğurda dünyevi her şeylerinden vazgeçebilme cesaretini ve dirayetini göstermiş; tebliğ, davet ve irşat yolunda hayatlarını ortaya koymuşlardır. Alemlere rahmet son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’in tebliğ ve davetinin özünde de aynı gaye, aynı kararlılık ve aynı mücadele vardır.

Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in gelişi, yolunu kaybeden, yönünü şaşıran, zihni savrulmaların girdabında bocalayan ve bir hakikat ışığı arayan insanlık için kurtuluş umudu olmuştur. Onun bir ilim, irfan, hikmet ve muhabbet membaı olan örnek hayatı, insanlığı ebedi huzura kavuşturacak yolda şaşmaz bir kılavuz olmuştur. Onun getirdiği ilahi kitap; hakkın, adaletin ve merhametin yüzünü perdeleyen her türlü cehaleti izale edebilmenin imkanını doğurmuştur. Manevi hastalıkların pençesinde kıvranan insanlık için bir kurtuluş reçetesi ve bir şifa kaynağı olmuştur. 

"Kur’an-ı Kerim, en hakiki mürşittir"

Kur’an-ı Kerim, inançtan ahlaka, aileden topluma, eğitimden sanata, siyasetten iktisada kadar hayatı ilgilendiren her alanda insanlığı bilgiye, hakikate, iyiliğe, doğruluğa ve güzelliğe yönelten en hakiki mürşittir. İnsani erdemlerin ihya edilmesi hususunda kıyamete kadar bizlere rehberlik edecek bir hayat pusulası; bizleri iki cihan selametine eriştirecek bir hidayet rehberidir. Kur’an, insanları hakikate davet eder ve en doğru olana yöneltir. İnsanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna çağırır. Nefsinin dayatmalarına ve dünyanın aldatmalarına rağmen kendi irade ve tercihiyle zihnini, gönlünü, vicdanını bu çağrıya açtığında insan, sapasağlam bir kulpa tutunma imkanı bulmuş olacaktır (Bakara, 2/256). Allah katından uzanan ve sonsuz huzurun kapılarını açan bu ilahi çağrıya kulak vermek, her insanın kulluk sorumluluğudur."

Prof. Dr. Erbaş, Bugün dünyanın yaşadığı kaotik süreçte insanlığın yaşadığı bunalımlar, maruz kaldığı tehlikeler ve toplumların geleceğini tehdit eden sorunlar olduğunu belirterek "Bir yanda işgaller, savaşlar, çatışmalar ve terör olayları insanlara hayatı zindan ederken; diğer yanda insani, ailevi, ahlaki ve ictimai değerlerin örselendiği, ötelendiği nevzuhur ideolojik saplantılar, insanlığın bugününü ve geleceğini tehdit etmektedir." dedi.

Günümüz İslam dünyasının mezhep, meşrep, ırk ve benzeri alt aidiyetleri birer ayrışma sebebi olarak görme yanılgısından kurtulamadığını dile getiren Başkan Erbaş, "Bütün bu yaşananlar karşısında Müslümanların ve İslam dünyasının etkin ve caydırıcı bir rol üstlenememiş olması ise meselenin en vahim boyutudur. Bu yüzdendir ki güveni ortadan kaldıran şiddet eylemleri, vicdanları yaralayan merhametsizlikler ve ümmet birliğimizi dinamitleyen fitne çukurları içerisinde bocalayıp durmaktadır.

- Kurtuluşun yegane yolu yeniden öze dönmektir

Bu karanlık tabloyu değiştirmenin ve insanlığa umut ışığı yakacak yeni bir tablo çizmenin yegane yolu; yeniden öze dönmekten, Kur’an’ın övgüsüne mazhar olmuş Nebîy-i zişan’ın ahlakını kuşanmaktan başka yol yoktur. Kur’an-ı Kerim’in rehberliği ve Hz. Peygamberin önderliğiyle tarihe nakşedilen asrısaadeti anlamaktan, o kutlu dönemin mimarını nümune-i imtisal bilmekten ve onun ahlakıyla bezenmiş bir toplum inşa etmekten başka çıkar yol bulunmamaktadır." ifadelerini kaydetti.

- "İslam’ın evrensel mesajlarını hayata taşıma ve insanlığa ulaştırma vazifesi bizim omuzlarımızdadır"

"Kur’an’ın taltif ettiği ‘mutedil ümmet’ olmanın idrakiyle hareket etmek durumundayız.” diyen Başkan Erbaş, “İslam’ın evrensel mesajlarını hayata taşıma ve insanlığa ulaştırma vazifesi bizim omuzlarımızdadır. Sevdirerek, müjdeleyerek, uyararak ve daha da önemlisi bizzat uygulayarak bütün insanlığa örnek/şahit olmak, Müslümanlar olarak bizim iman ve kulluk sorumluluğumuzdur. İnsanları doğru yola çağırmak, irşat etmek, Allah’ın bu ümmete yüklediği özel bir vazifedir. Çünkü bu ümmet; dengenin, itidalin, adaletin ve merhametin vücut bulduğu ümmet-i Muhammed’dir. Ümmet-i Muhammed ise Hz. Peygamberin şahitliğinde Cenab-ı Hakk’ın vahiyle inşa ettiği örnek bir toplumun ortak adıdır." dedi.

- Camiler, bir kulluk bilinci inşa etme merkezleridir

Müslümanların, önce kendinden başlamak üzere çevresini ve bütün insanlığı Kur’an’ın ve sünnetin hayat veren ilkeleriyle, değerleriyle, mesajlarıyla buluşturmak durumunda olduğunu vurgulayan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu bağlamda Kur’an’ı Kerim’i ve sünnet-i seniyyeyi doğru anlamak büyük önem arz etmektedir. Peygamber Efendimizin davet ve irşad yöntemini iyi anlamamız gerekmektedir. Asrısaadete baktığımızda, onun mabet merkezli bir irşat, inşa ve ihya faaliyeti yürüttüğünü görüyoruz. Çünkü meselenin özünde kulluk bilinci yer almaktadır. Ve camiler, bir kulluk bilinci inşa etme merkezleridir. Allah Rasulü, Mescid-i Nebevî’yi sadece cemaatle namaz kılınan bir mekan olarak değil; bilakis bu mekânda ortak bir şuurla (namazla) birleşen yürekleri, hayatın her alanında örnek birer şahsiyete dönüştürmenin imkanı olarak değerlendirmiştir. İlmi, irfanı, adaleti, merhameti, muhabbeti ve her türlü fazileti yeryüzüne egemen kılmanın karargahı olarak kullanmıştır. Bu yüzden bizler de hizmet anlayışımızın değişmez mihveri olarak camilerimizi görüyoruz. İnanıyoruz ki fert olarak sağlam bir şuur geliştirmemizin ve ümmet olarak yeniden yükselişimizin çıkış noktası yine camilerimiz olacaktır. İslam’ın rahmet mesajlarıyla insanları buluşturmanın, hayırlı nesiller yetiştirmenin, sevgiye, saygıya, yardımlaşmaya, paylaşmaya dayalı bir güven toplumu inşa etmenin odağında yine camilerimiz yer alacaktır."

Gerek cami içi gerekse cami dışı davet ve irşat faaliyetlerimizin yankı bulmasında dil, söylem, tavır, tutum ve üslubun önemli bir yeri olduğunu vurgulayan Başkan Erbaş, “Onlara öğüt ver ve ruhlarına işleyecek tesirli sözler söyle.’ (Nisa, 4/63) ayetinin mucibince büyük bir gayret ve samimiyetle, güçlü bir sabır ve merhametle, fasih bir dil ve belagatle insanlara öğüt vermiş; İslam’ın hakikatlerini anlatmıştır. Cehaletin en kesif olduğu bir dönemde ilahi çağrının aydınlık mesajlarını nezaket ve zarafetle bir topluma gergef gergef işlemiştir. Güvenilir şahsiyeti, engin merhameti, mütebessim çehresi, kolaylaştırıcı ve müjdeleyici yaklaşımı insanların kısa sürede zihin ve gönül dünyalarını ona açmalarına vesile olmuştur. 

Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in tebliğ ve davetinin asıl tesiri, insanlara telkin ettiklerini bizzat kendi hayatında yaşamasından kaynaklanmaktadır. Onun anlattığı İslam, ayakları sapasağlam yere basan, yaşanabilen, uygulanabilen bir hayat nizamıdır. Efsaneleşmiş, hayattan koparılmış ve hatta beşerin takatini aşan bir hüviyete büründürülmüş din tasavvurunun onun hayatında karşılık bulması mümkün değildir. Aklı, zihni, izan ve insafı ortadan kaldıran bir din anlayışının Kur’an ve sünnetten dayanak bulması mümkün değildir. İslam, kalbe hitap ettiği kadar akla da hitap etmektedir. Duygulara dokunduğu kadar, zihinleri de inşa etmektedir." diye konuştu. 

- Bu çağın önemli sorunlarından biri de, dinleme yoksunluğudur

Başkan Erbaş, "Ne var ki sözlerin çoğalıp anlamın kaybolduğu, seslerin yükselip idrakin azaldığı bir çağda yaşıyoruz. Bu çağın önemli sorunlarından biri de, dinleme yoksunluğudur. Herkes konuşmak istiyor. Herkes her şeyden haberdar. Oysa bir insanın her şeyi en iyi kendisinin bildiğini düşünmesinden daha cahilane ne olabilir? Bugün irşad ve davet yapıyoruz düşüncesiyle korkunç hatalar yapıldığına şahit oluyoruz. Zaman zaman ötekileştirici, kırıcı ve rencide edici bir dil ile hakikatin telkin edilmeye çalışılmasının olumsuz sonuçlarını hep birlikte müşahede ediyoruz.  Önemle ifade etmeliyim ki, İslam adına eleştirdiğimiz ve yanlış bulduğumuz herhangi bir düşünce ya da davranışı, hikmetli bir dil, ikna edici bir bilgi ve etkileyici bir üslup ile ortaya koymamız gerekiyor. Zira müminlerin bir yanlış, hata ve günah içinde olmalarından ızdırap duymak, nebevi bir ahlaktır." değerlendirmesinde bulundu.

- "İnsanların yanlış bir yol tutmasının vebali hepimizin üzerindedir"

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, konuşmasını şöyle tamamladı:

"Şu bir gerçek ki özensiz bir şekilde kullanılan dil, söylem, üslup ve tavır, insanların haktan ve hakikatten daha da uzaklaşmasının zemini olabilmektedir. Sözün tesiri, doğruluğunda ve güzelliğindedir. (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir.” Güzel söz söylemek ve sözü güzel söylemek gerekir. Din adına, İslam adına, Peygamber Efendimiz adına söyleyeceğimiz sözün, günümüz insanının zihin dünyasında nasıl yankı bulacağını mutlaka hesaba katmalıyız. Şayet söylediğimizde yanlış anlaşılacaksa orada susmak, konuşmaktan daha eftaldir.

- "Bizler, mümin feraseti ve sorumluluğuyla hareket etmeye mecburuz"

Bilmeliyiz ki insanların yanlış bir yol tutmasının vebali hepimizin üzerindedir. Ve bu durum bizlere ızdırap vermelidir. Ancak, bundan duyduğumuz acı ve üzüntü, bizleri asla fevri hareket etmeye, düşüncesizce tepki vermeye sürüklememelidir. Bizler, mümin feraseti ve sorumluluğuyla hareket etmeye mecburuz. Teenniyle hareket ederek hakikatin ve hakiki huzurun yollarını nebevî bir yöntemle insanlara göstermenin gayreti içinde olmalıyız. İslam’ın hak-hakikat, adalet, merhamet ve güzel ahlak ilkelerinin bütün insanlığa ulaştırılması için çağımızın gerçekliklerini dikkate alan bir irşad metodu geliştirmek zorunda olduğumuzun altını çizmek isterim. Dolayısıyla 'Peygamberimiz, Cami ve İrşat' temalı bu sempozyumun bu bağlamda önemli neticeleri olacağına inanıyorum. Burada sunulacak tebliğler ve yapılacak müzakereler, on dört asır önce Mesci-i Nebevî’den yükselen sözü, nebevî bir üslupla günümüze taşıma noktasında bizlere önemli ufuklar açacaktır. Peygamber Efendimizin cami merkezli davet, irşat ve medeniyet inşa faaliyetleri hususunda ciddi bir farkındalık oluşturacaktır. 

Başkanlığımızın yurtiçi ve yurtdışındaki irşat hizmetlerine yeni bir boyut kazandıracak olan bu sempozyumun, Müslümanlar olarak irşat sorumluluğumuzun bihakkın ifasına katkı sunmasını temenni ediyorum. Tebliğ ve müzakereleriyle katkı sunacak kıymetli ilim insanlarımıza şükranlarımı sunuyor; çalışmalarımızın istifadeye medar olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum."

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Burhan İşliyen’in selamlama konuşması yaptığı sempozyum, Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın “Peygamberimiz, Cami ve İrşad” konulu açılış konferansı ile başladı.

Sempozyum 3 Ekim Pazartesi gününe kadar devam edecek.

Kaynak: Diyanet Haber

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.