İslâm Büyüklerinin Namazı

Sahabe ve Hak dostlarının namazı nasıldı? Namaz kılmadan önce, namaz kılarken ve namazdan sonra nasıl bir hâl içinde oluyorlardı? Namaza verdikleri önemi, kıymeti ve önceliği gösteren kıymetli örnekler...

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ı bir mecûsî hançerle ağır yaralamıştı. Devamlı bir sûrette kan kaybediyordu. Bir müddet sonra kendinden geçti ve bayıldı. Bu bir ölüm baygınlığı idi. Fakat namaz vakitleri girdiğinde kulağına eğilip:

“–Namaz yâ Ömer, namaz!” dediklerinde Hazret-i Ömer, hayret verici bir irâde ile ayılıyor ve o hâliyle namazını edâ ederek:

“Namazı olmayanın İslâm’da yeri yoktur!” ifadesini tekrarlıyor, sonra tekrar kendinden geçiyordu.

Gönüllerini Allah Korkusu ve Azameti Kaplardı

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, namaza durduğunda beti benzi sararır, kendi vücudu dâhil her şeyden sıyrılırdı. Bir muhârebede mübârek ayağına batan oku, kendi arzusu üzerine namaz esnasında çıkardıklarında bunun farkında dahî olmamıştı. Ona:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Namaz vakti gelince niçin yüzünüzün rengi değişiyor ve titremeye başlıyorsunuz?” diye sordular.

Buyurdu ki:

“‒Yerin ve göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan âciz kaldığı bir emâneti edâ etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım, bilemiyorum.”

Bütün ashâb-ı kirâm hazarâtının, namaza durduklarında gönüllerini Allah korkusu ve azameti kaplardı.

Abdest Alırken Niçin Böyle Sararıp Soluyorsun?

Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-’ın, abdest esnâsında rengi değişirdi. Bunu gören bir kimse:

“–Yâ Hasan! Abdest alırken niçin böyle sararıp soluyorsun?” diye sordu.

O da şöyle cevap verdi:

“–Yegâne kudret sahibi, Azîz ve Celîl olan Allâh’ın huzûruna çıkma vakti gelmiştir.”

Hasan -radıyallâhu anh-, mescide girerken de şöyle duâ ederdi:

“Ey Rabbim! Kulun kapındadır. Ey lûtuf sahibi Allâh’ım! Günahkâr kulun Sana gelmiştir. Sen sâlih kullarına, kötü kimselerin kötülüklerini affetmeyi emrettin. Çünkü Sen af ve kerem sahibisin. Ey Allâh’ım! Benim yaptığım kötülükleri de o af ve kereminle bağışlayıp bana merhamet eyle!”

Kimin Huzûruna Çıkacağımdan Haberiniz Yok mu?

Zeynelâbidîn Hazretleri de, abdest için kalktığında sararıp solar, namaza başlayacağı zaman ayakları titrerdi. Sebebini soranlara:

“–Kimin huzûruna çıkacağımdan haberiniz yok mu?” diye cevap verirdi.

Bir defasında o namaz kılarken evinde yangın çıkmıştı. Fakat onun bundan haberi olmadı. Selâm verince durumu kendisine haber verdiler ve:

“–Evin yandığı hâlde sana bunu fark ettirmeyen şey nedir?” diye sordular.

Zeynelâbidîn Hazretleri:

“–İnsanları bekleyen âhiret yangını, bana dünyadaki bu küçük yangını hissettirmedi.” dedi.

Mescid Çöktü Gitti, Kılını Kıpırdatmadın?

Müslim bin Yesâr’ın namazı da böyleydi. O, Basra’da bir mescidde namaz kılıyordu. Bu sırada mâbed büyük bir gürültüyle yıkıldı. Ancak Müslim bin Yesâr, bu durumdan habersiz bir hâlde namazına devam etmekteydi. Selâm verince:

“–Mescid çöktü gitti, kılını kıpırdatmadın? Nedir bu hâl?” dediler.

O ise hayretle:

“–Mescid mi çöktü?” diyerek namaz esnâsında hiçbir şey hissetmediğini ifade etti.

Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, büyük bir cezbe hâline girmişti. Yedi gün evine kapandı. Yemedi ve içmedi. Onun bu durumunu üstâdına bildirdiler. Üstâdı:

“–Namaz vakitlerinin farkında mıdır?” diye sordu.

“–Evet, farkında ve düzenli bir şekilde namazlarını edâ ediyor.” dediler.

Bunun üzerine üstâdı şöyle dedi:

“–Allâh’a hamd olsun ki, şeytanı onun üzerine musallat etmedi.”

Namaza Durduğunda Dış Dünya İle Bütün Alâkası Kesilir

Hak dostlarından biri anlatıyor:

Zünnûn-i Mısrî’nin arkasında bir ikindi namazı kıldım. O mübârek velî kul, «Allâhu Ekber» dediği zaman «Allâh» zikrinin onun üzerinde öyle büyük bir tesiri oldu ki, sanki bedeninde can kalmadı. Öylece dondu kaldı. «Ekber» dediği zaman da onun aldığı tekbirin heybetinden benim kalbim âdeta parça parça oldu.”

Âmir bin Abdullah, namaza durduğunda dış dünya ile bütün alâkası kesilir ve mâsivâ ile alâkalı hiçbir şey onun namazdaki huşûunu bozamazdı. Ve;

“Namazda başkalarının söz ve hareketlerinin farkına varmaktansa, vücuduma ok saplanmasını tercih ederim.” derdi.

Bugün ashâbın ve tâbiînin kıldığı namaz iklimine giremeyenler, namazdaki lezzet ve hazza o kadar yabancı kalmış vaziyettedirler ki, onun bu üstün mâhiyeti hakkında şüpheye dahî düşmektedirler. Düşünmüyorlar ki, gaflet yerlerinde dahî insanlar, aldıkları fânî ve süflî hazlarla sabahlayabiliyorken, onlardan sonsuz kere sonsuz üstün olan mânevî hazlarla gönüller niye sabahlamasın? Ancak bu hazzı tadamayanlara bunu anlatabilmek elbette zordur.

Gaflete dûçâr olan kimseler, insanın, gel-geç sevdâlar ve fânî sevgililerle sohbetin hazzı karşısında her şeyi unuttuğuna inanırlar da, sevgililer sevgilisi olan Cenâb-ı Hak’la sohbet derecesindeki namazın hazzını idrâk etmekten uzak düşerler. Bu hâl, ne büyük bir gaflet ve ne acı bir mahrûmiyettir!..

Hâlbuki gerçek namaz, kulu, mârifetullâh, şükür ve samimî kulluğun kemâline ulaştırır. Bunun için namazın îfâsı, gönlü muhabbetullâh ile dopdolu olarak sarsılmaz îmâna ermiş kimselere kolay gelir; müstesnâ bir haz ve lezzet hâli yaşatır. Bu itibarla onlar, zâhiren ve bâtınen bir an bile namazdan ayrılamazlar.

Veysel Karanî Hazretleri'nin Namazı

Veysel Karanî Hazretleri namaza durduğu zaman, ondan ayrılmak istemez ve ancak beşerî ihtiyaçları dolayısıyla namaza ara verirdi. Bir defasında kendisini ziyarete gelen bir kimse hayli bir zaman onun namazını bitirmesini beklemişti. Fakat onun her selâm verişinden sonra tekrar namaza durması üzerine kendi kendine:

“–Ey gönül! Hazret’i kendisinden istifade için ziyarete geldin. İşte onun yüksek hâli; serâpâ nasihat dolu derûnî bir lisan hâlinde! Artık zâhirî bir söze ne hâcet! Onun şu hâlinden kendin için gerekli dersi çıkarabilirsen, bu sana ömrün boyunca yeter!” dedi.

Bu hâl, o kişiye sözsüz, kelâmsız ve sırlı bir sükût içinde feyizli bir sohbet oldu. Böylece o kişi, bu in’ikâs ve insibağ (mânevî boyanma) neticesinde gönlünü dolduran huzur ve sükûn ile iktifâ ederek oradan ayrıldı.

Ancak bu hâlden mahrum olanlara gelince Cenâb-ı Hak, onların hâlini de şöyle bildiriyor:

“…Şüphesiz o (namaz), Allah korkusu olanlardan başkalarına ağır gelir.” (el-Bakara, 45)

Burada şu hakîkati de belirtmek gerekir:

Büyük ehlullâhın ve sâlihlerin namazda kazandıkları üstün seviyelerine ulaşmak mümkün değilse de, gönüllerimizin istîdat ve kâbiliyeti nisbetinde samimiyetle gayret göstermeliyiz.

Şeytan bazen; “Böyle gafletle namaz kılmaktansa hiç kılmamak daha iyidir!” diye vesvese vererek insanı tehlikeden tehlikeye sürükler, tuzağa düşürür. Dolayısıyla böyle bir düşünce, mânen helâke sebeptir.

Düşünmeliyiz ki hiç kılmamaktansa böyle kılmak daha iyidir. Aradaki fark büyüktür. Namaz kılmayan hep zarardadır. Fakat eksik de olsa namaz kılan kimse, an gelir ilâhî bir lûtfa nâil olup Allah katında makbûl ve Cenâb-ı Hakkʼın takdîrine mazhar olan namazlar kılabilir. Ömrümüzde bir kere olsun dünyadan sıyrılarak böyle bir namaz kılabilirsek, belki Allâh’a arz etmeye yüzümüz olur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Kulu Allah'a Yaklaştıran Namaz, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

NAMAZIN ÖZELLİKLERİ VE AYRICALIĞI

Namazın Özellikleri ve Ayrıcalığı

NAMAZA HAZIRLIK NASIL YAPILIR?

Namaza Hazırlık Nasıl Yapılır?

NAMAZDA İHLAS VE HUŞU NASIL SAĞLANIR?

Namazda İhlas ve Huşu Nasıl Sağlanır?

NAMAZ NASIL KILINIR?

Namaz Nasıl Kılınır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.