İslâm Dâiresine Girebilmek İçin Koştular

Sahabiler

Ashâb-ı kirâm, hayatlarını büyük bir îman aşkı ve heyecanıyla şekillendirme gayreti içindeydiler. Bu îman heyecanının temelinde, Allah Rasûlü’nden tahsil ettikleri yoğun bir “rûhâniyet ve in’ikâs” vardı.

Hakîkaten, mâzîsi Câhiliye toplumu olan sahâbe neslinin, îmandan, hakîkatten ve ahlâkî kıymetlerden mahrum olan gö­nül âlem­le­ri, Allah Ra­sû­lü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in soh­bet mec­lis­le­rin­de­ki mâ­ne­vî iklîmin rahmet ve bereket sağanaklarıyla yoğruldu. Allah Rasûlü’nün gönlünden ümmetinin gönüllerine akseden feyz, mu­hab­bet ve rû­hâ­ni­yet, kıyâmete kadar insanlığa yol gösterecek yıl­dız şah­si­yet­ler meydana getirdi. Câ­hi­liy­e karanlıklarında yetişen mer­ha­met­siz, vic­dan­sız, kız ço­cuk­la­rı­nı di­ri di­ri top­ra­ğa gö­me­cek ka­dar ka­tı kalp­li, hak ve hu­kuk ta­nı­maz sıradan bir in­sa­n; gö­zü yaşlı, gönlü hisli, di­ğer­gâm, fedâkar, cefâkâr, in­ce, ra­kik, has­sas ve hikmet ehli bir mü’min hâline geldi.

ASR-I SAÂDET TOPLUMUNDA ÎMAN HEYECANI

Asr-ı Saâdet toplumu, küçük büyük demeden îmâna koşuyordu. Abdullah bin Zübeyr -radıyallâhu anhumâ- hicretten sonra doğan ilk çocuktu. Onu hemen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e getirmişlerdi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir parça hurmayı ağzında çiğnedikten sonra çocuğun ağzına koydu, başını okşayıp dua etti ve ona Abdullah ismini verdi.

Abdullah -radıyallâhu anh- yedi veya sekiz yaşına geldiğinde babası onu Peygamber Efendimiz’e bey’at etmeye gönderdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Abdullâh’ı görünce tebessüm ederek ona yöneldi ve ondan bey’at aldı. (Müslim, Âdâb, 25)

Abdullah bin Hişâm -radıyallâhu anh- daha altı yaşında bir çocuktu. Annesi Zeyneb bint-i Humeyd, onu Mekke fethinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e götürüp:

“–Yâ Rasûlâllah! Oğlumdan müslüman olduğuna dâir bey’at al!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–O daha küçük!” buyurdu ve başını sıvazlayarak Abdullâh’a duâ etti.

Abdullah bin Hişâm -radıyallâhu anh- ileriki yaşlarında çarşıya çıkar, gıdâ maddeleri satın alırdı. İbn-i Ömer ile İbn-i Zübeyr -radıyallâhu anhumâ- onu çarşıda görünce hemen yanına varıp:

“–Bizi de bu mala ortak et! Zira Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- senin için bereket duasında bulundu.” derlerdi. Abdullah da on­ları ortak ederdi. Bâzı zaman olurdu ki, tam bir deve yükü kâr elde eder ve onu evine gönderirdi. (Buhârî, Şirket, 13)

Ebû Kursâfe -radıyallâhu anh- da küçük yaşta îmâna koşmuştu. Bu esnâda yaşadığı bir hâtırasını şöyle anlatır:

“Ben, annem ve teyzem, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bey’at edip yanından ayrıldığımızda, annem ve teyzem bana:

«–Yavrucuğum, bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü ondan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nur saçılıyordu.» dediler.” (Heysemî, VIII, 279-280)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları