İslam Davetçisi İçin Önemli Notlar
İslâm’ı tebliğ mevkiinde bulunanların aynı şekilde “el-Emîn” ve “es-Sâdık” olmaları, şahsiyet ve karakterlerini tasdik ve tescil ettirmeleri, yani toplumdan âdeta bir hüsn-i hâl kağıdı alabilmeleri zarûrîdir.
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:
“Önce kendi nefsinle meşgul ol, kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol. Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma!”
PEYGAMBERİMİZİN İSLAM TEBLİĞİ
Cenâb-ı Hak, Efendimiz’i nübüvvetinden evvel kırk sene ilâhî terbiye altında yetiştirdi. Bu terbiyeden sonra tebliğ vazifesine başlattı. Zira insan, dâimâ şahsiyet ve karaktere hayran olur, hayranlık duyduğu kimseye îtimâd eder. Bir kimse hakkında, onun şahsiyet ve karakterine göre müsbet veya menfî hüküm verilir. Onun sözlerinden ziyâde, hâl ve davranışlarına, yani özüne îtibâr edilir.
Nitekim Efendimiz de İslâm’ı tebliğe başlarken, evvelâ kendi karakter ve şahsiyetinin doğruluğunu, dürüstlüğünü tescil ettirdi. Safâ Tepesi’ne çıkarak kavmine:
“–Ey Kureyş cemaati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?” diye seslendi.
Onlar da hiç tereddüt etmeden:
“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.
Yani muhataplarından; sözüne îtibar edilen, aslâ yalan söylemeyen, îtimâda lâyık, son derece güvenilir bir şahsiyet olduğuna dâir tasdik ve te’yid aldıktan sonra İslâmî hakîkatleri tebliğe başladı.1
İNSAN NASIL YAŞAR?
Efendimiz’in mânevî terbiyesinde yetişen Ashâb-ı Kirâm da; sözde değil, özde sahâbî oldular. Onların hâl ve davranışları, dâimâ sözlerini te’yid ediyordu. İslâm ahkâmını ve ahlâkını bizzat kendi hayatlarında tatbik ederek, kāl ile beraber hâl ile de tebliğde bulunuyorlardı. Yani söylediklerini yaşıyor, yaşadıklarını söylüyorlardı. Nitekim Hazret-i Ömer’in (r.a.):
“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözü de o örnek neslin taşıdığı gönül hassâsiyetinin bir tezâhürüydü.
İSLAM’I TEBLİĞ EDEN KİŞİ
Dolayısıyla bugün de İslâm’ı tebliğ mevkiinde bulunanların aynı şekilde “el-Emîn” ve “es-Sâdık” olmaları, şahsiyet ve karakterlerini tasdik ve tescil ettirmeleri, yani toplumdan âdeta bir hüsn-i hâl kağıdı alabilmeleri zarûrîdir.
Cenâb-ı Hak:
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allâh’a îmân edersiniz…” (Âl-i İmrân, 110) buyurmaktadır.
Yani tebliğ, Müslümanın hayatında son derece mühim bir vazifedir. Lâkin bu vazifeyi; liyâkatsiz, dikkatsiz, sun’î ve gayr-i ciddî olarak îfâya kalkışmak, “kaş yapayım derken göz çıkarmak” kabîlinden, telâfisi mümkün olmayan kayıplara sebebiyet verebilir. Bu ise ağır bir uhrevî vebaldir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Şubat-2018