İslam Fetihlerinin Başarısının Sırrı

Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, semâ ehli size merhamet etsin.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O; size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”(Tevbe, 128)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, semâ ehli size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16)

ZEKÂT VERİLECEK FAKİR BULUNAMAYAN ŞEHİR

Hazret-i Ebûbekir (ra) ve Hazret-i Osman (ra) gibi imkân sahibi sahâbîler, servetlerini dâimâ infak yolunda sebil etmişlerdir.

Hazret-i Ömer; mes’ûliyet çırpınışıyla, Medine sokaklarında gecelemiş, sırtında un çuvalları taşıyarak, mâtemlerin civarında olmuştur.

Devrinde, birçok şehirde zekât verilecek fakir bulunamayan Ömer bin Abdülaziz (rh); teb’asından yoksulların, bîçârelerin ızdırabıyla, geceleri yaralı bir kuş gibi çırpınmıştır.

Tarihin gördüğü en büyük fütuhat yaşanmış, 30 yılda Hicaz’dan neş’et eden bir îman ve cihad hareketi Afrika’nın kuzeyinden Semerkand’a ulaşmıştı.

Bu fetihler muazzam bir servet akışı demek idi.

Tarihte büyük istîlâlar gerçekleştiren devletler; ele geçirdikleriyle merkezlerinde dev, gösterişli saraylar, âbideler inşâ ettiler.

Fakat ashâb-ı kiram, almaya değil ihsan etmeye gitmişti. Bütün imkânlar; fethedilen beldelerin insanına hizmete, ihsâna, ikrâma çevrildi. Fethedilen beldeler, İslâm’ın fazîletler medeniyeti ile mâmur hâle getirildi, bereket buldu. Gerçek fetihler de, hidâyetlere vesile oldu, gönüller ihyâ edildi.

Çünkü sahâbe, israf değil infâk ehli idi. Hazret-i Ali (ra)’ın ifade ettiği;

“Zenginlerin israfı ölçüsünde fakirler aç kalır.” tehlikesine dikkat ederek nefislerinden tasarruf ediyor, merhametlerini fiiliyata döküyorlardı. Yani kendilerinde olan imkânları; nefislerine tahsis etmeyip, kendisinde olmayanlara ikram ediyorlardı.

Yine tarihte büyük istîlâlar, büyük göçlere sebebiyet verir. Çünkü işgalcilerin, zulüm, talan ve tecavüzleri sebebiyle halk daha emniyetli yerlere kaçar.

DEVLETİN BOYNUNUN BORCU

Fakat İslâm fütuhâtının gerçekleştiği geniş coğrafyalarda ise böyle bir kaçış yaşanmadı. Çünkü İslâm; kimsenin dînini zorla değiştirmediği gibi, malına da el koymuyordu. Aksine mahdut bir cizye karşılığında, reâyânın hürriyet ve emniyeti devletin boynunun borcu oluyordu.

Bunun içindir ki Lehistan’da:

“Osmanlı atları Vistül Nehri’nden su içmedikçe, bu ülkenin hürriyet ve istiklâle kavuşamayacağı…”sözü, bir darb-ı mesel hâline gelmişti.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Dergisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.