İslam Hürriyet Kapılarını Açtı

İslam dini kölelik kapılarını kapatıp hürriyet kapılarını açmıştır.

İslâm, evvelâ insanların keyfî olarak köle yapılmasını yasaklamıştır. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: «Ben kıyamet günü şu üç insanın hasmıyım: Benim ismimi kullanarak ve bana yemin ederek söz verip de sözünden cayan kişi. Hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi. Ücretle bir işçi tutup işini gördürdükten sonra ücretini vermeyen kişi.»” (Buhârî, Büyû, 106; İcâre, 10; İbn-i Mâce, Ruhûn, 4)

HÜRRİYET TEŞVİK VE EMREDİLİR

İkinci olarak İslâm, ilk günlerinden itibaren kölelerin âzâd edilmesini ısrarla teşvik ve tavsiye etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de in­sanların köleleştirilmesine dâir tek bir âyet bulunmaz. Ancak kölelerin âzâd edilmesi her vesileyle teşvik ve emredilir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“(Salih kişiler) kendileri de çok sevdikleri ve ihtiyaçları olduğu hâlde, mallarından yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, köle ve esirlerin hürriyetlerine kavuşturulması uğunda seve seve infâk ederler.” (Bakara, 177)[1]

Resûlullah (s.a.v) daha Peygamber olmadan önce Zeyd bin Hârise’yi âzâd etti. (İbn-i Hişâm, I, 266; İbn-i Sa‘d, III, 40)

İnsanın ve hürriyetin kıymetini en iyi bilen Resûlullah (s.a.v), eline geçen bütün köleleri çeşitli vesilelerle azat etmiştir. Peygamber Efendimiz’in köle âzadı ile alâkalı hadis-i şerifleri, mühim ve çok sayıda olduğundan hadis kitaplarımızda müstakil birer bölüm teşkil ederler (Itk veya Atâk: Köle Âzâd Etmek). Fıkıh eserleri de mevzû ile alâkalı ahkâm üzerinde bütün tafsîlatıyla dururlar.

CEHENNEM ATEŞİNDEN KURTARAN AMEL

Resûlullah (s.a.v) hadis-i şeriflerinden birinde şöyle buyurur:

“Kim müslüman bir köleyi âzat ederse, Allah Teâlâ onun her uzvuna karşılık âzat edenin bir uzvunu cehennem ateşinden kurtarır…” (Buhârî, Keffârât, 6; Müslim, Itk, 22-23; Tirmizî, Nüzûr, 14)

Saîd bin Mercâne şöyle der:

“Ben bir defasında dostum Zeynelâbidîn Ali bin Hüseyin’in yanında bu hadis-i şerifi zikretmiştim. Peygamber Efendimiz’in torunu olan Zeynelâbidîn Hazretleri hemen kalkıp çok kıymetli bir kölesini âzâd etti. Hâlbuki Abdullah bin Câfer bu köle için onbin dirhem veya bin dînâr vermişti de satmamıştı.” (Buhârî, Itk, 1; Müslim, Itk, 24)

Ebû Zer (r.a):

“–Yâ Resûlallah! Hangi köleyi âzat etmek daha faziletlidir?” diye sorduğunda:

“–Sahibi yanında en kıymetli ve fiyatı en yüksek olanı” cevabını almıştır. (Buhârî, Itk, 2; Keffârât, 6; Müslim, Îmân, 136; İbn-i Mâce, Itk, 4)

Hz. Ebûbekir’in Sa‘d isminde bir hizmetçisi vardı. Sa‘d, Peygamber Efendimiz’e hizmet eder, Efendimiz de onun hizmetlerini beğenirdi. Allah Resûlü (s.a.v) birgün:

“–Ey Ebûbekir, Sa‘d’ı âzâd et!” buyurdu. Ebû Bekir (r.a):

“–Yâ Resûlallah! Ondan başka hizmetçimiz yok!” dedi. Resûlullah (s.a.v):

“–Sa‘d’ı âzâd et, sana nice hizmetçiler gelir, Sa‘d’ı âzâd et, sana nice hizmetçiler gelir” buyurdu. (Ahmed, I, 199; Hâkim, II, 232/2848; Heysemî, IV, 241)

Bir gün Resûlullah (s.a.v) yolda ağlamakta olan bir câriye gördü ve:

“–Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Câriye:

“–Yâ Resûlallah! Yanlarında çalıştığım âile bana iki dirhem verip un almaya göndermişti, parayı kaybettim!” dedi.

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) yanında kalan son parasını ona verdi. Dönüp giderken kızcağızın hâlâ ağlamakta olduğunu gördü. Yanına çağırıp:

“–Niçin ağlıyorsun, dirhemleri aldın?!” buyurdu. Kızcağız:

“–Geciktiğim için beni döverler diye korkuyorum!” dedi.

İLK SELAMI DUYDUNUZ MU?

Allah Resûlü (s.a.v) onunla birlikte, hizmet ettiği eve kadar gidip selâm verdi. Evdekiler Efendimiz’in sesini tanıdıkları hâlde cevap vermediler. Ancak üçüncü selâmında “Ve aleyküm selâm” diyerek büyük bir sevinçle dışarı çıktılar. Resûlullah (s.a.v):

“–İlk selâmı duydunuz mu?” buyurdu.

“–Evet, duyduk yâ Resûlallah, ancak çokça selâm verip bizi bereketlendirmenizi arzu ettik. Sizi buraya kadar getiren nedir, annemiz babamız size fedâ olsun?!” dediler. Resûlullah (s.a.v):

“–Bu kızcağız sizin kendisini dövmenizden korktu” buyurdu. Câriyenin sahibi hemen:

“–Mâdem siz onunla birlikte buraya kadar teşrîf ettiniz, mâdem sizin buraya gelmenize vesîle oldu, o artık Allah için hürdür!” dedi. Buna çok sevinen Rasûlullah (s.a.v) onları hayırla ve cennetle müjdeledi. Sonra da:

“…Allah’a hamd olsun! Bütün bunları kudretiyle bizlere lutfeden O’dur” buyurdu. (Heysemî, IX, 13-14)[2]

Rasûlullah (s.a.v) Tâif kuşatması esnâsında kaleden çıkıp kendisine katılan kölelerin âzâd edileceğini ilan etmişti. Bunun üzerine 20 kadar köle kaleden çıkarak Müslüman oldu ve hürriyetine kavuştu. Rasûlullah (s.a.v), geçimleri için her birini Müslümanlardan hâli vakti yerinde olan bir âileye verdi ve bunlara Kur’ân ile Sünnet-i Seniyye’yi öğretmelerini emretti. (Vâkıdî, III, 931-932)

KÖLE AZAD ETMENİN FAZİLETİ

Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:

“Her kim ortak olduğu bir köle­deki kendine ait payı âzâd ederse, şâyet kölenin bedeli kadar malı bulunuyorsa kölenin tamâmını hürriyete kavuşturması üzerine vâcib olur. Âdil bir kıymetle kölenin bedeli tayin edilip diğer ortaklara hisseleri verilir ve âzâd edilen şahsın yolu açılarak serbest bırakılır.” (Buhârî, Şirket, 14; Itk, 4)

“…Şayet âzâd eden kişinin kâfî miktarda malı yoksa, köle (diğer ortağın payını kazanması için) kendisine ağır gelmeyecek şekilde çalıştırılır.” (Buhârî, Şirket, 14; Itk, 5)

İslâm’da bir kısım amellerin sevâbının büyüklüğünden bahsedilirken; “Köle âzâd etmek gibidir!” denilerek insanları hürriyete kavuşturmanın ne kadar fazîletli bir amel olduğu her fırsatta hatırlatılır.[3]

Büyük bir günah işleyen kişiye, durumu müsaitse köle âzâd edip bunu vesile edinerek Allah’tan af dilemesi tavsiye edilir. Yine sıkıntı, belâ ve mûsibetlerden kurtulmak için; Güneş ve Ay tutulması esnâsında; yakıcı rüzgârlar ve zelzeleler gibi tabiî âfetler vukû bulduğunda, önceden vefat eden kişilerin rûhunu şâd etmek için hep köle âzâdı tavsiye edilir. (Buhârî, Itk, 3; Muvatta’, Itk, 13, 14)

Köle âzat etmenin cehennemden kurtuluş sebebi ve âzâd edeni cennete götürecek bir amel olduğunu ve en faziletli işlerin başında geldiğini öğrenen sahâbîler, köleleri hürriyetlerine kavuşturma yarışına girmişlerdir. Nitekim İslâm’ın ilk yıllarında hâli vakti yerinde olan Hz. Ebûbekir pek çok köleyi âzâd etmiştir. (İbn-i Hişâm, I, 341; Taberî, Tefsîr, XXX, 279 [Leyl, 5-7]; Suyûtî, Lübâb, s. 257-258)

İbn-i Hacer, Şerhu’l-Minhâc’da Abdurrahman bin Avf’ın toplam otuz bin köleyi âzâd ettiğini, bir günde sekiz bin köle âzâd ettiğini sahih yollardan haber verir.[4]

Hz. Ömer, Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi üzerine en kıymetli arâzilerini insanların hayrına vakfetmiş, koyduğu şartlar arasında “köle âzâdı”na mühim bir yer vermiştir. (Buhârî, Şurut, 19; Vasâyâ, 28; Eyman, 33; Müslim, Vasiyet, 15)

“HEPİMİZ O’NUN KULU KÖLESİYİZ”

Rus yazarı İvan Peresvetov, 1547 yılında yazdığı eserinde Fâtih Sultân Mehmed’in son derece câlib-i dikkat bir uygulamasından bahseder. “Kral Konstantin zamanında en değerli insanlar kralın soylularının elinde özgürlüklerini yitirmiş, köleleştirilmişlerdi” diyerek söze başlayan yazarın ifadesiyle Türk pâdişâhı:

“–Yalnızca Allah bizim üzerimizdedir ve hepimiz O’nun kulu kölesiyiz” diyerek kölelik kayıt defterleri ile belgelerin kendisine teslim edilmesini ve yakılmasını emretmiştir.[5]

Dipnotlar:

[1] Diğer âyetler için bkz. Nisâ, 92; Mâide, 89; Tevbe, 60; Mücâdele, 3; Beled, 11-13. [2] Bu engin merhametin İslâm târihindeki nâdide misâllerinden biri de şudur: II. Mahmûd’un âilesi Bezmiâlem Vâlide Sultan, Şam’da bir vakıf tesis etmiştir ki, vakfiyesinin bir maddesi de; çalışan hizmetkârların yanlışlıkla kırdıkları eşyâları veya bilmeyerek verdikleri zâyiâtı tazmin etmektir. Gâye, onların hakârete mâruz kalıp da kalplerinin kırılmaması, haysiyetlerinin rencide edilmemesidir. [3] Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101/5077; Nesâî, Cihâd, 26; Ahmed, II, 3; II, 360. [4] Bkz. İbn-i Allân, Delîlü'l-fâlihîn, IV, 159. [5] Altan Aykut, “İvan Peresvetov ve Sultan Mehmet Menkıbesi”, Belleten, Ankara 1983, XLVI, sy. 184, s. 866.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM'DA KÖLELİK VAR MI?

İslam'da Kölelik Var mı?

İSLAM'DA İNSAN HAKLARI

İslam'da İnsan Hakları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.